ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (7)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

YEDİNCİ YAZI

KURTULUŞ REÇETESİ

YAZININ ÖZETİ

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Orta Asya’da son yıllarda İslam’ın gittikçe yayıldığına şahit olmaktayız. Evet, Müslümanlar dinlerinin iyi bilmemekteler, onu uygulamakta birlik ve beraberlik içinde değiller. Ancak şu var ki bütün dünya da olduğu gibi İslam bu bölge halklarının gündemine esaslı olarak yerleşmiştir. Çünkü denildiği gibi Orta Asya toprakları ve halkları İslam’la dünyaya tanınmış ve ancak ve ancak yine İslam’la yeniden ayağa kalkacaklardır. Bu öncelikle tevhid bayrağına sımsıkı sarılmakla gerçekleşir. İslam dini bölgedeki cahiliyet nazariyeleri ve uygulamalarını, bidat ve hurafeleri, kabile düşmanlıklarını ortadan kaldıracak tek çaredir

Bugün Doğu Türkistan halkı Çin diktatörlüğü tarafından insanlık dışı muamele görmektedir. Batı Türkistan’da ise yerli zalimler kendi insanlarına yapmadıklarını bırakmamaktadırlar. Oysa buralar yaklaşık 6 milyon km2 ye yakın dünyanın en zengin ve verimli topraklarıdır. Bölgede insan fıtratına uygun, gelişmiş ve madeni bir toplumun oluşması için bütün şartlar, yani doğal kaynaklar ve insan gücü mevcuttur. Başka sözle denildiğinde Orta Asya ilim, iman, irfan, maddi ve manevi gelişmenin merkezi olabilmesi için bütün gereken şartlara sahiptir.

Tarihte olduğu gibi bu bölgenin kaderini belirleyecek olan ana unsur İslam dini faktörüdür. Bölge halkları hayatının bütün yönleri İslam dini ile ilişkilidir. İnsanlar Allah’ın adıyla nikâh kıydırarak evlenmekteler. Yeni doğan çocuklarına İslam’a uygun isim vermekteler. Yemeklerinde helal ve harama dikkat etmeye özen göstermektedirler. Merhumları için cenaze namazı kılmaktadırlar. Yani bir asırlık dış ve iç kaynaklı esarete rağmen insanlar Allah’ın yolundan tamamen vazgeçmiş değiller. Orta Asya halkları faşizm ve komünizm gibi insanlık dışı rejimlerle bizatihi karşı karşıya gelmişler ve böyle zalim düzenlerin bir daha denenmesi bu bölgede söz konusu değildir.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bölgeyi yönetenler demokrasi adına iş görmeye çalışmaktadırlar. Gerçek hayatta ise demokrasi yerli diktatörlerin yobaz uygulamaları neticesinde lafta kaldığı gibi mahalli halk nezdinde de hiçbir değere sahip değildir. Demokrasi deneyimi Tacikistan’da iç savaşla sonuçlanmıştır. Türkmenistan’da böyle bir deneme söz konusu bile olmamıştır. Özbekistan’da bağımsızlık sonrası kısa süre halka tanınan hak ve hukuklar geri alındı ve memlekette çağımızın en acımasız zülüm rejimlerinden biri ortaya çıktı. Memleketlerini terk etmek mecburiyetinde kalan demokrasi yanlıları ise birlikte hareket etmek yerine olan bitenlerde birbirlerini suçlamakla vakit geçirmekteler.  Kazakistan’ın demokrasi deneyimi ancak piyasa ekonomisi vahşetine ve fuhşun yayılmasına neden oldu. Kırgızistan bağımsızlık kazandıktan sonraki 10-15 yılda demokrasi adası olarak nitelik kazanmıştı. Ancak bu devletin birinci Cumhurbaşkanı Asker Akaev turuncu devrim sonucu görevini bıraktıktan sonra “demokrasi adasının” gerçek yüzü de ortaya çıkmış oldu. Yıllar devamında bu memlekette övgü ile savunulan demokrasi deneyimi gerçekte kabile taassubunu kendinde barındırdığı Kırgızistan güneyinde yaşanan son vahşetlerle kanıtlandı. 2010 yılın yaz aylarında Öş ve Celalabad şehirlerinde yerli yöneticilerin desteğini alan Kırgız kalabalıklar memlekette azınlıkta olan Özbek asıllı insanları katliama maruz bıraktılar. Binlerce insanlar öldürüldü, genç kızlara tecavüz edildi ve insanların evleri ve iş yerleri ateşe verildi. Bunları gördükten sonra hele demokrasi lafını ağızlarında dolaştırmaya devam edenlere size yazıklar olsun demekten kendimi alıkoyamıyorum…

Bölgedeki genel durumu değerlendirirken iç oluşumlar kadar dış faktörlerin önemini de vurgulamak gerekmektedir. Yukarıda denildiği gibi Rusya bölgede kendi çıkarlarından vazgeçmiş değildir. Çin ise Orta Asya’daki yeni devletlerin zayıflıklarını kendi lehine çevirmek ve bölgede iç pazarı ele geçirmek peşindedir. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri Orta Asya’nın yeni devletlerini Afganistan savaşında kullanabilecekleri bir araç olarak görmektedirler. Göründüğü gibi sözde demokrasi ve insan haklarından yana olanlar buralarda da insanlar yaşadıklarını görmezden gelmekteler. Bu “süper güçler” kendi halklarını akıllı insanlar, kalanları ise yarı vahşi yaratılıklar olarak gördüklerini yeryüzünün her bölgesinde uyguladıkları politikaları ile göstermekteler. Allah’ın izni ile çok yakın zamanlarda bu süper gericilere Müslümanların insanlık dersi verecekleri günler yakındır…

Orta Asya’daki siyasi durumu Afganistan’da otuz yıldan fazla devam eden savaşlar doğal olarak etkilemektedir. Afganistanlı Müslüman kardeşlerimizim Sovyetler birliği ve ABD önderliğindeki batılı zorba devletlere karşı yürüttükleri mücadele takdire şayandır. Ancak şu var ki ilim ve marifeti esas almayan hiçbir mücadelede kesin zaferden söz etmek mümkün değildir.

Bölgede Türkiye’nin ve başka İslam ülkelerinin çabaları maalesef yeterli değildir. Gerçi Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi önemli bir deneyim olsa da esas yatırım bölge halkı içinde sağlam inançlı ve yetenekli insanlar yetiştirmekten ibaret olmalıdır. Bu konuda çaba gösteren çeşitli İslami kurumların zaafı onların bölgeye gelmeden önce kendi aralarında birlik ve beraberliği sağlayamamalarıdır. Bu konuda şu anekdot oldukça önemlidir: Orta Asya cumhuriyetlerinden birine gelen Türkiyeli Müslümanlar yerli kardeşlerine şu soruyu sorarlar: Bizden hangi cemaati daha çok beğendiniz?  Cevap ilginç olduğu kadar çok da manidardır: Siz en iyisi memleketinize gidin ve kendi aranızda anlaştıktan sonra bir cemaat halinde bizim yanımıza geri dönün. Burada Türkiyeli kardeşlerimizin çıkaracağı ciddi sonuçlar var diye düşünüyorum. Çünkü günümüzde tarihte olduğu gibi dünyanın dikkati yine Anadolu Müslümanlarının üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Ne var ki dışarıda memleketin önemi arttığı kadar içeride Müslümanların pervasızlığı ve vurdumduymazlığı artmaktadır. Memleket yönetiminde tavan güçlendikçe iman açısından taban giderek zayıflamaktadır. Dünyanın çeşitli köşelerinde Müslümanlar kan ağlarken Türkiye’de bazı kardeşlerimiz israf ve lüksü bayrak edinmekteler. Bu yetmediği gibi çeşitli cemaatler İslam’ı kullanarak aslında kendi gruplarının çıkarları için at koşturmaktan geri durmamaktadırlar. Benim burada diyeceğim şudur: Ey Türkiyeli kardeşlerim! Aklınızı başınıza alın. Tevhidi bayrak edinin ve zaman kaybetmeden bu bayrağın altında toplanın. Yoksa bu zaman ve imkân israfından dolayı başınıza bir belanın gelmesini mi beklemektesiniz?

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Orta Asya’da son yıllarda İslam’ın gittikçe yayıldığına şahit olmaktayız. Evet, Müslümanlar dinlerinin iyi bilmemekteler, onu uygulamakta birlik ve beraberlik içinde değiller. Ancak şu var ki bütün dünya da olduğu gibi İslam bu bölge halklarının gündemine esaslı olarak yerleşmiştir. Çünkü denildiği gibi Orta Asya toprakları ve halkları İslam’la dünyaya tanınmış ve ancak ve ancak yine İslam’la yeniden ayağa kalkacaklardır. Bu öncelikle tevhid bayrağına sımsıkı sarılmakla gerçekleşir. İslam dini bölgedeki cahiliyet nazariyeleri ve uygulamalarını, bidat ve hurafeleri, kabile düşmanlıklarını ortadan kaldıracak tek çaredir. Yani bölgede istenen bazılarına göre ruhbanlığı, bazılarına göre ise ailevi krallıkları esas alan erozyonlu İslam anlayışı değildir. İnsanların arzu ettikleri bilinçli ve sorumluluk üstlenen Müslümanların sivil toplumunun ortaya çıkmasıdır. Tevhidi temel alan böyle düzen demokrasilerden farklı şekilde olsa bile yönetimin seçimini ve denetlenmesini, fikir ve ifade özgürlüğünü, din ve inanç hürriyetini, insan haklarının korunmasını temin etmelidir. Zalimler istemese de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır.

Bitti.

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

DÖRDÜNCÜ YAZI:https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-4/

BEŞİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-5-2/

ALTINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-5-3/

Devami

TÜRKİSTAN’IN ÜÇ ŞAİRİ

Mahdum kulu firagi Abay İbrahim beg ÇOLPAN

Derneğimizin  “Pilavlı sohbet toplantıları”,  Siyer-i Nebi ve  Türkistan Tarihi dersleriyle devam ediyor

29 Aralık 2013- Derneğimizin mutad olarak iki haftada bir Pazar günleri düzenlediği “Pilavlı sohbet toplantıları” sonuncusu bu hafta gerçekleştirildi. Bu hafta, Siyer-i Nebi Dersleri, “Mekke Dönemi’nde neden şiddet kullanılmadı” ve Türkistan Tarihi, “Türkistan’ın Üç Şairi: Mahdum Kulu, Abay İbrahim Kunanbayoğlu, Abdülhamid Süleyman Çolpan” konuları işlendi.

Dernek Başkanı Burhan Kavuncu “Türkistan’ın Üç Şairi” başlığı altında takdim ettiği sohbette özet olarak şunları söyledi:

“Bütün toplantılarımızda ısrarla Türkistan kavramının ehemmiyetini anlatıyoruz.  Çünkü bugün Türkistanlılar, kendi vatanlarının Türkistan olduğunu bilmiyorlar. Bizim ata babalarımız, hepsi de kendilerine “Türkistanlı” diyorlardı. Bin seneden fazladır Orta Asya’da atalarımızın yaşadığı yerlerin adı Türkistan’dı. Rus işgalinin ilk yıllarında bile böyleydi. Sonradan, Bolşevikler zamanında Türkistan ismi yasaklandı. Batı Türkistan beş cumhuriyet olarak parçalandı, halklarımız birbirinden uzaklaştırıldı. Doğu Türkistan’da da Çinliler ‘Türkistan’ı yasakladılar, ülkenin adını Sincan(Sin Kiang) olarak değiştirdiler. Almatı, Akmola, Taşkent, Buhara, Fergana, Kokant, Celalabad, Oş, Aşkabad, Bişkek, Duşanbe, Kaşgar, Urumçi, Mezar-ı Şerif’te yaşayan insanlar kendilerini tanıtırken şehirlerinin ismiyle beraber “biz Türkistanlıyız” derlerdi. Şimdi 1991’den beri Batı Türkistan’da resmi olarak müstakillik dönemi başladı. Ama hala kendimize Türkistanlı diyemiyoruz. Bu mesele milliyetçilik, kavmiyetçilik, urukçuluk değildir. Bu İslami bir meseledir. Çünkü küffar, bizi esir eden kafirler, bizi parçalayıp zayıf düşürmek için Türkistan’ı yasakladılar. Bizi Özbek, Kırgız, Tacik, Kazak, Uygur diye bölüp, birbirimize düşürmek için Türkistan’ı yasakladılar. Biz Türkistanlı olduğumuzu bilmezsek, onların korktuğu azad Türkistan’ı, Uluğ Türkistan’ı nasıl yeniden tesis edebiliriz?”

“Türkistan tarihinde büyük alimler, büyük liderler, büyük sanatkarlar yaşamış, insanlık tarihinde unutulmayan hizmetlerde bulunmuşlardır. Biz elbette İmam Buharileri, İbni Sina’ları bileceğiz. Amma şairlerimiz de bizi biz yapan önemli değerlerimizdendir. Bu sebeple Türkistan’ın önemli şairlerinden üçünü bugünkü dersimizde kısaca anlatacağım.

“Şairlerimizden birincisi Horasan Türkmenlerinden Mahdum Kulu Faraği’dir. 1733 yılında İran Türkmen Sahra’sında Hacı Kavuşan köyünde doğdu. Atası Devlet Mehmet Azadi’den ilk İslami bilgilerini aldıktan sonra, Lebap’taki İdrisbaba medresesinde başlayan tahsiline Buhara Göktaş medresesinde devam etti. Yüksek bilgilerini Hive Şirgazi medresesi    ve Ahmet yesevi medresesinden aldı. Bu medreselerde dini ve edebi ilimler tahsil etti. Şiirleri kendi adıyla anılan Divan’ında toplanmıştır. Akıl, iman, insani değerler ve Allah aşkını işlediği şiirlerin, beş asır önce Anadolu’da yaşamış Yunus Emre’nin şiirlerine şaşılacak derecede benzemesi dikkat çeker. Bir örnek olarak (Türkiye Türkçesiyle):

EKİP GEÇTİ

Evvel Adem indi dünya/ Bu dünyayı ekip geçti/ Öz devrinde Nuh Peygamber/ Neccar işin tutup geçti.

Cennet içre diri giren/ İdris köynek dikip geçti/ Yunus balığın karnında/ “Ente sübhan” okup geçti.

Tâ İsa gelince daim/ Eshab-ı Kehf yatar kaim/ Hakk’ın yolunda İbrahim/ Canın oda yakıp geçti.

Mahdum Kulu Faraği, 1797 yılında Türkmen Sahra Aba Sari Çeşmesi’nde vefat etti. Mezarı Ak Tokkoy köyündedir.

“İkinci şairimiz 1845 yılında Doğu Kazakistan’ın Semen vilayetinde Şıngıstavı (Şingiz dağı) köyünde doğan ABAY İBRAHİM KUNANBAYOĞLU.

“Abay İBRAHİM 20 yaşına kadar medreselerde dini tahsil gördü. Arapça, Farsça ve Rusça öğrendi. Sonra Doğu klasiklerini ve Batılı yazarları, özellikle Rus şair ve yazarları okudu. A.Puşkin’in şiirlerinden bazılarını Kazakçaya çevirdi. Şiirleri Kazak sözlü edebiyatının en fazla bilinen örneklerindendir. Kazak bozkırkırlarında Abay şiirlerinin ezbere okunduğu söylenir. Şiirin yanı sıra düz yazı ile de bir çok makalesi bulunan Abay İBRAHİM, bu yazılarında felsefi düşüncelerine, eğitime ve özellikle çocuk psikolojisine, Allah’ın buyruklarına göre yaşamanın gerekliliği gibi konulara yer vermiştir. Şiirleri ölümünden sonra neşredildi. Düz yazıları Kara Sözder (Halk Sözleri) ismini taşır. Eserleri şiir ve düz yazılar olarak iki ayrı kitapta toplanarak basılmaktadır. (Prof. Abdulvahap Kara, Arman Dergisi, Kazak Türkleri Vakfı, 2004). Abay İbrahim Kunanbayoğlu 1904 yılında Cengizdağı sırtlarında Balaşakpak yaylasında vefat etti. Mezarı Semey vilayetine bağlı Abay ilçesindedir. 1917 yılında kurulan Alaş Orda Milli Hükûmeti Abay İBRAHİM’i manevi lideri olarak kabul etmişti. Günümüz Kazakistan’ında milli şair olarak anılmaktadır.

Şiirlerinden en çok bilinen iki örnek:

Mahabbatpen jaratkan adamzattı
Sen de süy Allanı janan tetti
Adamzattın berin süy bavrım dep
Jane hak joli osı dep ediletti

“(Allah) insanı muhabbetle yarattığı için
Sen de sev Allah’ı canından tatlı
İnsanların hepsini sev ‘kardeşim!”diyerek
‘Hak yolu budur.’ diye (insanlararasında) adaleti gözet.”

Allanın özi de ras, sözi de ras,
Ras söz eş vakıtta calgan bolmas.
Köp kitap keldi Alladan, onın törti,
Allanı tanıtuvga sözi ayrılmas.

Allah’ın kendisi de gerçek, sözü de gerçek,
Gerçek söz hiçbir zaman yalan olmaz.
Çok kitap geldi Allah’dan, onun dördü,
Allah’ı tanıtırken sözü ayrılmaz.

Mahdum Kulu ve Abay İbrahim’in şiirleri ile benzerlik gösteren Anadolu Türkmen kocası Yunus Emre’nin şiirlerinden de bir örnek sunalım:

Gönül Çalab’ın tahtı/ Çalap gönüle baktı/ İki cihan bedbahtı/ Kim bir gönül yıkar ise.

Sen sana ne sanırsan/ Ayruğa da onu san/ Dört kitabın manasın/ Budur eğer var ise.

 

“Bugün hatırladığımız üçüncü Türkistan şairi, Şehid Abdülhamid Süleyman Çolpan’dır.

Çolpan 1897’de Fergana vilayetine bağlı Andican’da doğdu. Medresede dini ilimler tahsiliyle beraber Arapça, Farsça, Rusça ve İngilizce öğrendi. 1917-1918’de Orenburg’da Başkırt Milli Hükûmeti’nin genel sekreterliğini yaptı. Tagor, Puşkin, Gorki, Şekspir gibi Batılı yazarları Özbekçe’ye tercüme etti. Şiirlerini Oyganış, Bulaklar, Tansırları isimli kitaplarında topladı. Türkiye’deki İstiklal harbi sırasında yazdığı şu dizelerle Anadolu’ya destek verdi:

Ey İnönü, ey Sakarya, ey istiklal erleri yürü

Mazlumlar tufanın öç alguçu selleri.

Hayatı boyunca komünist Rus işgalcilere boyun eğmedi. Defalarca yargılandı, toplumsal linçe tabi tutuldu, sekiz defa tutuklandı. Stalin’in başlattığı tutuklama kampanyasında 1937 yılında da tutuklandı. Son yargılamada idam cezasına çarptırıldı. 4 Ekim 1938 tarihinde idam edildi. Türkiye’de İslami liderlere yapılan kabrini yok etme uygulaması, Türkistan’da da ÇOLPAN’a tatbik edildi. Halen mezarı belli değildir. Katledilmesinden 19 sene sonra 1957 yılında Sovyetler Birliği büyük şair Abdülhamid ÇOLPAN’ın suçsuz olduğuna karar vererek aklandığını ilan etti”.

Unutulmaz şiirlerinden birisi, Türkistanlıların milli şarkısı olan Güzel Türkistan’dan birkaç mısra:

Güzel Türkistan senge ne boldi?

Sebep vakitsiz küllerning soldu.

Birligimizning teprenmes tagı

Umidimizmin sönmez çerağı

Birleş ey halkım kelkendür çağı

Bezensin imdi Türkistan bağı.

Kozgal halkım yeter şunca cevrü cefalar

ÇOLPAN’ın unutulmayan şiirlerinden birisi de Gülen Başkalardır Ağlayan Benim:

Külgen başkalardır

Yığlayan menmen

Oynagan başkalardır

İnlegen menmen

Erk erteklerin işitgen başka

Kulluk koşugun tinlegen menmen

***

Erkin başkalardır

Kamalgan menmen

Hayvan katarında sanalgan menmen.

Burhan Kavuncu konuşmasını “Şehid şairimiz Abdülhamid Süleyman ÇOLPAN’a, Mahdum Kulu FARAĞİ’ye ve Abay İbrahim KUNUBAYOĞLU’na Allah’tan rahmet ve magfiret diliyoruz” diyerek bitirdi.

Devami

O‘zbekistondan qochayotganlar ko‘p

Yazının kısa özeti: 

Günümüzde Özbekistan en çok göç veren ülkelerin başında gelmektedir. Bunun nedeni Kerimov’un katı diktatörlük rejiminin yol açtığı zulüm ve ekonomik zorluklardır. İşte bu nedenlerden dolayı yaklaşık 5 milyon Özbek vatandaşının yurt dışına kaçtığı söylenmektedir. Haber BBC Özbek servisinde yayınlanmıştır:

Birlashgan Millatlar Tashkilotining aytishicha, yangi ichki va tashqi qochqinlarning soni bo‘yicha bu yil “rekord” o‘rnatishi mumkin.

Xuddi shu manzarada Shvetsiyadan o‘zbekistonlik qochqinlarga ko‘mak berib kelayotgan faolning kuzatuvlariga ko‘ra, “hozir O‘zbekistondan chiqib ketish hollari ham juda ko‘p”

“2005 yilgi Andijon voqealaridan so‘ng O‘zbekistondan chiqqan qochqinlarga Ovro‘poda boshpana berish hollari ko‘paygandi. Shuning evaziga, menimcha, ko‘p odamlarda O‘zbekistondan chiqqandan so‘ng boshqa davlatlardan boshpana olish mumkin, degan fikr paydo bo‘ldi”, – deydi biz bilan suhbatida o‘z vaqtida “O‘zbekistonlik qochqinlarni himoya etish tashkiloti” rahbari ham bo‘lgan Do‘stnazar Xudoynazarov.

Suhbatdoshimizga ko‘ra, ko‘pchilik o‘z kelajagini o‘ylab, O‘zbekistonni tark etmoqda.

U kishining aytishicha, ayni masalada ham siyosiy va ham iqtisodiy sabablar bir xil rol o‘ynayapti.

“Chunki gapirolmasa, hech narsa qilolmasa, hech kim o‘z fikrini aytolmasa… Yoki biznes tashkil qilgani bilan, uni olib ketolmasa. Olib ketishga harakat qilganida, davlat tomonidan qarshiliklar bo‘lgandan keyin, bu, birinchidan, siyosiy sabab bo‘ladi. Hammasi siyosiysiga borib taqaladi. Ikkalasi ham birgalikda, ellikka-ellik”, – deydi faol.

Suhbatdoshimiz bu kabi hollarga O‘zbekistonda qat‘iy amalda bo‘lgan chiqish vizasi tartibi ham to‘sqinlik qila olmayotgani, hammasini “pul hal qilayotgani”ni ta‘kidlaydi.

“Pulingiz bo‘ladigan bo‘lsa, ikki marta “deport” bo‘lib qaytib ketganingizdan keyin ham, pasportni almashtirib olishniyam imkoniyati bor. Yoki borganingizdan keyin, vizani qo‘ydirish uchun ham pul sarflaysiz. Hammasi pul xarji bilan bo‘ladigan narsa”.

Boshpana…

U kishining so‘zlaridan ayon bo‘lishicha, o‘zbekistonlik fuqarolar bugun ko‘proq Turkiya, vizasini olish osonroq va arzonroq bo‘lgan Ovro‘po davlatlariga chiqishni afzal bilishmoqda.

“Faqat ichkariga kirib olsam bo‘ldi, degan ma‘noda. Keyin boshqa davlatlarga o‘tib ketishayapti. Masalan, Polsha yoki Chexiyaga viza olish osonroq”, – deydi Shvetsiyadan faol o‘z kuzatuvlariga tayanib.

Ammo, suhbatdoshimizning aytishicha, hozirga kelib, O‘zbekiston fuqarolarining xorijiy davlatdan boshpana olish imkoniyatlari judayam pasayib ketgan.

“Ularning 80 foizi boshpanasiz qolishayapti. “Qora” holatda boshqa davlatlarga, unisidan bunisiga, bunisidan unisiga o‘tib, ariza nima qilib yurishga majbur bo‘lishayapti”, – deydi u kishi.

Buning bir qancha omillari borligini aytarkan, suhbatdoshimiz, o‘zi guvoh bo‘lgan holatlardan kelib chiqib, bunga ko‘proq O‘zbekiston fuqarolarining o‘z sa‘y-harakatlari sabab bo‘layotganligini ta‘kidlaydi.

“Birinchidan, ko‘plab o‘zbeklarimiz boshpana olgandan keyin, O‘zbekistonga qaytib borishlari mumkin emasligini bilgan holda, vaqtinchalik berilgan maqomlaridan foydalanib, O‘zbekistonga borgan va bir qanchasi qo‘lga tushgan voqealar ham bo‘ldi…”, – deydi u kishi.

Agar, Rossiyada o‘tgan yili o‘tkazilgan so‘rov natijalariga qaralsa, o‘zbekistonlik har uch muhojirdan bittasi ortga qaytishni istamaydi.

Ustiga ustak, ular iloji bo‘lsa, fuqaroligini olib, Rossiyada doimiy yashab qolishni ham xohlashar ekan.

Turli manbalarga tayanib, Rossiyadagi o‘zbekistonlik mehnat muhojirlarining soni taxminan 5 million atrofida ekani aytiladi.

Mahalliy kuzatuvchilar esa, buning sababini o‘tgan 20 yil ichida O‘zbekiston ijtimoiy, iqtisodiy va siyosiy hayotida vujudga kelgan ahvol bilan izohlashadi.

Ya‘ni, O‘zbekistondagi nochor ijtimoiy-iqtisodiy vaziyat va siyosiy tazyiqlar sabab o‘tgan chorak asr davomida mamlakatni tark etgan fuqarolarning soni millionlarga yetgan.

Bugun o‘zga yurtlarda mehnat muhojirligida band o‘zbekistonliklar barobarida xorijiy davlatdan boshpana olgan siyosiy qochqinlarining soni ham mamlakat tarixida kuzatilmagan darajada.

Ustiga ustak bolalarining tahsili yoki yaxshiroq kelajak ilinjida O‘zbekistonni tark etayotganlar soni-da oz emas.

O‘z o‘rnida, Birlashgan Millatlar Tashkilotining yangi hisobotiga tayanilsa, birgina joriy yilning dastlabki olti oyida butun dunyo bo‘ylab 6 millionga yaqin odam qochqinlikka yuz tutgan.

Qochqinlarning soni bo‘yicha Afg‘oniston yetakchilik qilgan bo‘lsa, mezbon davlat sifatida Pokistonning oldiga tushadigani yo‘q ekan.

Birlashgan Millatlar Qochinlar bo‘yicha Oliy komissari Antonyu Guterrishning aytishicha, qochqinlarga eng zarur yordamlarni ko‘rsatishga harakat qilishayotgani bilan, urush bo‘ladimi yoki mojarolar, odamlarni ommaviy muhojiratga undayotgan omillarni bartaraf etishga imkonsizlar.

http://www.bbc.co.uk/uzbek/

Devami

TÜRKİSTAN DAVASININ PRATİK REHBERİ (TÜRKÇE)

Bismillahir Rahmanir Rahim

Türkistan Davası:

-Türkistan’da yaşayan halkların dini, ekonomik, hukuki, sosyal, eğitim vs yönden gelişmesi,

-İnsani hak ve özgürlüklere sahip olması,

-Kendi yöneticilerini seçmesi,

-İmanı kardeşlik ve İslam medeniyetinin ihyası davasıdır.

-Türkistanlılar ırkçılığı, kavmiyetçiliği ve çeşitli kabileler arasındaki çatışmaları reddederler.

Türkistan Neresidir:

Türkistan Orta Asya’da yaşayan Müslüman halkların vatanıdır. Türkistan günümüzde:

-Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Doğu Türkistan ve Afganistan’in kuzey topraklarını içermektedir.

Türkistan Davasının Esasları:

-Faydalı ilim: Doğru dini ilimler ve faydalı dünyevi ilimler.

-Sahih iman ve salih ameller.

-İmanı kardeşlik.

-Meslek sahibi olmak, helal ticaret ve ekonomik güç.

Türkistan Davasına Hizmet Edenlerin Bilmesi Gerekenler:

-İslam dininin esasları

-Çocuklar ve gençler için ilk, orta ve yüksek eğitim.

-Dünya devletleri ve İslam ümmetinin gerçekleri

-Türkistan ve İslam tarihinin önemli noktaları

İslam dininin esasları:

-Tevhit İnancı

-Farz ameller (ibadetler)

-Helal ve haramlar

-İslam hukuku ve İslami Yönetim

-İslami Ekonomi

-İslami Eğitim ve Müslüman Ailenin korunması

Tevhit İnancı:

-Allah (cc) Bir’dir, Es-Samet’ir, doğmamıştır, doğurmamıştır, zatı ve sıfatlarında eşi ve benzeri yoktur. Allah (cc) tek Rabdir, yani yaratan, yöneten, rızk veren, öldüren ve yeniden diriltecek olandır. Allah (cc) tek İlah’dır, yani kutsal olan, en çok sevilen ve korkulan, dua ve tevekkül edilen, ibadet ve itaat edilendir. Allah (cc) El-Evvel v’el- Ahir, El- Zahir v’el- Batın olandır. Allah (cc) her şeyi gören, bilen ve işitendir. Hiç bir şey Allah’a eşit ve denk değildir. Allah’a inananlar O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere de inanırlar.

Tevhidi şirk bozar:

Şirk Allah’a ortak koşmaktır, yani kişinin Allah’a inandığı halde sahte ilahlara (putlara) tapmasıdır. Allah şirki affetmez, ondan başka günahları istediği kulları için affedebilir. Şirkin (putperestliğin) çeşitleri:

Heva putuna uymak: Heva putu nefsin kötü isteklerine uyarak Allah’a ibadet ve itaati terk etmektir. İnsanların Allah’a şirk koşmasının, küfre düşmesinin ve münafık olmasının ana nedeni onların heva putuna uymasından başlar. Heva putundan korunmak nefsin tezkiyesi ile olur. Nefis tezkiyesi Kuran-ı Kerim okumak ve anlamak, ona iman etmek, onunla amel etmek, devamlı Allah’ı zikir etmek, tevbe ve istiğfar etmek, müminlerle beraber olmakla gerçekleşir.

-Tağutlara uymak: Tağut Allah’tan başka ibadet ve itaat edilen her şeydir. İslam’dan başka bütün ideoloji ve düzenler (kapitalizm, sosyalizm, faşizm, ateizm, sekülerizm, diktatörlükler vs)Tağut sayılır.

-Heykellere tapmak. Muhammed (sav) zamanında Mekke müşrikleri Lat, Üzza, Manat ismindeki putlara taparlardı.

-Ruhbanlara uymak: Ruhban “kutsal din adamı” manasına gelir.

Ruhbanlar Allah’ın (cc) helal dediğini haram, haram dediğini ise helal sayanlardır. Yine ruhbanlar gaybı bildiğini iddia eden, kutsal sayılan, Allah (cc) ve kulları arasında vasıtacı olduğu iddia edilen, masum ve hatasız kabul edilen, emirleri hatalı olsa bile tartışılmayan kimselerdir. İslam âlimlerinden dinimizi öğrenmek buna girmez. İslam âlimleri yukarıda sayılan özellikler kendilerinde bulunmadıkça ruhban sayılmazlar, onların doğru görüşlerine uyulur, hataları tenkit edilir ve düzeltilir.

-Kabirlere  tapmak, yani ölülerden yardım istemek. İslam dininde esas Allah’a inanmak ve O’ndan yardım istemek, O’na dua, ibadet ve itaat etmektir. İslam’da kabir ziyareti ancak merhumlara Allah’tan mağfiret istemek ve ölümü hatırlamak için yapılır.

-Falcılara, kahinlere, astrolojiye inanmakta şirk çeşitleridir.

Nifak (münafıklık) yalan söylemek, emanete hıyanet etmek, ahdini bozmakla olur. Bunun yanında İslam’ı ve Müslümanları sevmemek, İslam düşmanları ile Müslümanlara karşı savaşmakla insan gerçek münafık olur.

Küfür Allah’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Peygamberlerini, Ahiret gününü ve Kaderi reddetmek, İslam’a ve Hz. Muhammaed’e (sav) hakaret etmek, Kuran ayetlerini ve hükümlerini reddetmekle, helal ve haramı reddetmekle olur.

Farz ameller (ibadetler)

-Farz ameller namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak, hacca gitmektir. Günde beş vakit namaz kılmak İslami ibadetlerin esasıdır. Kelimeyi şahadet getirdiği halde farz amelleri kılmayanlar Müslümanlardan sayılsa bilse gerçek manada mümin değillerdir.

Helal ve haramlar

-Kuran-ı Kerim’de leş, kan, domuz eti, Allah’ın adıyla kesilmeyen hayvanların eti, boğularak ve dövülerek öldürülen hayvanların etleri,  alkol ve buna benzer yiyecek ve içecekler haram kılınmıştır. Dinimizde yalan söylemek, gıybet etmek, suçsuz yere insan öldürmek, faiz yemek, hırsızlık, zina yapmak, alkol ve uyuşturucu kullanmak, Müslüman anne-babaya âsî olmak, cihattan kaçmak büyük günahlardan sayılır.

İslam hukuku ve İslami yönetim

-İslam dininde insanların dini, canı, aklı, malı, nesli, namusu ve şerefi dokunulmazdır.

-İslamda dini ve dünya hayatına ait değerler (buna siyaset alanı da dahildir) bir birini reddetmez.  İslami yönetim Müslümanların kendi Meclislerini (Şuralarını) seçmeleri ile gerçekleşir. Yönetici olmanın şartları sahih iman ve Salih ameller, doğruluk ve adaletli olmak, yönetim işinde (siyasette) ehil olmaktır. İslami toplumda halk  hukuki ve mesleki sivil örgütlerini kurabilir.

İslami ekonomi

-İslami ekonomi özel mülk edinme, girişim ve ticaret, yani helal kazanca dayanır. Malın ve paranın zekatını vermek farzdır ve zenginlik belli bir zümrenin elinde toplanmayacaktır. İslam’da faiz, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluk yasaktır.

İslami eğitim ve Müslüman ailenin korunması

-İslami eğitim dini ilimleri ve faydalı dünyevi ilimleri öğrenmektir. Dini ilimler Kuran-ı Kerim okumak ve mealini öğrenmek, tefsir, fıkıh ve hadis ilimleridir. Faydalı dünyevi ilimleri ana dili, arap dili, yabancı diller, matematik, fizik, kimi, biyoloji, tarih gibi ilimlerdir. İslam dini aileye büyük önem veriyor ve aileyi yeni Müslüman nesiller yetiştirme ocağı olarak görüyor.

Dünya devletleri ve İslam Ümmetinin gerçekleri

İki kutuplu dünya düzeni bittikten sonra yeryüzünde mücadele İslam ve onun karşıtları arasında devam etmektedir. İslam karşıtı devletler kendi aralarında menfaat çatışmalarını da sürdürmektedirler. Bu devletler Müslümanları direkt (Afganistan ve Irak gibi) ve dolaylı yoldan sömürmektedirler. Müslümanların devlet yöneticilerinin çoğu diktatörlüğü esas alarak halklara özgürce yaşam, kendi yöneticilerini seçme ve İslam topraklarında serbest dolaşma ve çalışma hakkı tanımamaktadır.

 İslam ve Türkistan tarihinin önemli noktaları

-İslam Ümmeti önce saadet asrını yaşamış, Raşit halifeler tarafından yönetilmiş, sonra Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. 1924’ten sonra İslam Ümmeti birliğini kaybetmiş ve çeşitli devletlere parçalanmıştır.

-Türkistan hicri ikinci yüz yılda İslam’la şereflenmiştir. Bundan sonra Türkistan topraklarında Karahanlılar, Harezmşahlar gibi devletler oluşmuştur. Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkistanlılar buralarda Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük devletleri kurmuşlardır. Türkistan’da Buhari ve Tirmizi gibi İslam alimleri, Biruni, Uluğbey gibi ilim dehaları yetişmiştir. 15. ve 16. yüzyılda Türkistan’da Timur ve onun aile fertleri devletler kurmuştur. 16. yüzyıldan sonra Türkistan Buhara, Hiva ve Kokand hanlıklarına bölünmüştür. 18. yüzyılın ortalarından başlayarak Ruslar Türkistan’ı esir almışlardır. 1920’lı yıllarda Türkistan’da kurulan mahalli Sovyet devletleri 1991 yılında yok olmuş ve onların yerine şimdiki bağımsız devletler ortaya çıkmıştır. Türkistan’ın önemli parçası olan Doğu Türkistan hale Çın işgali altındadır.

Türkistanlıların yardımlaşması

Sosyal yardımlaşma:

—Ekonomik olarak zor durumda olan bireylere ve aileler maddi ve erzak yardımı. Zorluklara ve musibetlere karşı dayanışma içinde olmak.

Hukuki dayanışma:

—Türkistan coğrafyasında yaşanmakta olan çeşitli baskı ve zulüm politikalarını medyada ifşa etmek, kınamak, mazlum Türkistan halklarının hukuklarını mahalli ve uluslar arası alanda savunmak, ikamet problemi olanlara kanunlar çerçevesinde yardım etmek.

Eğitimde yardımlaşma:

—Kuran kursları açmak. Üniversite talebelerine, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ilmi ve maddi yardım etmek. Gençlere meslek edinmede yardım etmek.

Sivil toplum kurumlarının dayanışması:

—Türkistan davasına hizmet eden kardeş sivil toplum kuruluşları ile dayanışma içinde olmak, mahalli ve uluslar arası çapta ortak toplantılar, konferanslar düzenlemek

Türkistan bir devlet midir?

Günümüzde Türkistan bir devlet değildir. Bugünkü jeopolitik ve başka nedenlerden dolayı Türkistan’ın bir devlet olması da önemli değildir. Önemli olan Türkistan halkları ve devletlerinin bütün konularda işbirliğini yola koymasıdır. Öncelikle devletlerimiz arasındaki sınırların, halklarımız arasında insani ve ticari yolların açılmasıdır. Devlet yöneticilerinin birbirlerine yakınlık göstermesi, dış siyasette işbirliği yapmaları da çok önemlidir.

NOT: Bu metin Türkistanlılar için bir hatırlatmadır. İsteyen kardeşlerimiz bu konudaki fikir ve tekliflerini bize iletebilirler.

 

 

Devami

Türkistan Tarihi Özeti

Alim Oktay Çatkal

(Ana Başlıklarıyla)

images (3)

Önsöz: Türkiye’de milli eğitim müfredat programında okutulmayan Türkistan tarihini oldukça kısa bir şekilde sunmaya çalıştık. Sitemizin “Tarih Dersleri” başlığı altında daha ayrıntılı konuları işlemeye devam edeceğiz. Bundan sonraki konu başlıkları: Türkistan Hanlıklarının Kısa Tarihi, Doğu Türkistan’da Kurulan hükûmet ve cumhuriyetler, Türkistan ve Türkiye (Osmanlı) İlişkileri, Doğu Türkistan Tarihi Mücadelesi,  Korbaşı (Basmacılık) Hareketi, 20. Asır Başında Türkistan’da Kurulan Milli Devletler, Türkistanlı Tarihi Şahsiyetler.

Harzemşahlar’ın Moğollar tarafından yıkılmasından sonra (1231) Türkistan’da Cengiz İmparatorluğu’nun bakiyesi olan Çağatay Ulusu hakimiyet kurdu. Çağatay, Cengiz’in oğullarından birisidir. Cengiz’in ölümünden sonra bu bölgeyi o idare etmiştir. Moğollar kısa zaman içerisinde Müslüman olmuşlar ve kültür olarak Türkleşmişlerdir. Çağatay Ulusu bir dönem sonra ikiye bölünmüş, Doğu Çağatay Ulusu ve Batı Çağatay Ulusu şeklinde devam etmişlerdir. Batı Çağatay Ulusu’nun hakimiyetine 1370 yılında Timur son vermiştir.

Timurlular Devleti’nin Türkistan’daki hakimiyeti 1507’ye kadar sürmüştür. 1507’de Özbekler, Timurlular’ın hakimiyetine son vermiştir. Timurluların soyundan gelen Babür ise Hindistan’a geçerek Büyük Babür İmparatorluğu’nu kurmuştur.

Doğu Çağatay Ulusu ise 1507 yılına kadar Doğu Türkistan ‘da hüküm sürmüştür. Son Doğu Çağatay hanı Ahmet Han, Özbeklere karşı yaptığı savaşta yenilmiş ve idam edilmiştir. Bu dönemden sonra Doğu Türkistan’da “Hocalar Devri” başlamıştır.

Özbek Hanlığı adını kurucusu olan Şeybani Han’ın dedesi olan Özbek Han’dan alır.

Özbek Hanlığı daha sonra Buhara Hanlığı adı altında hükümranlığına devam edecektir. Bu sırada Türkistan’ın batısında Şah İsmail tarih sahnesine çıkacaktır.  Özbek hanı Şeybani Han, 1510 tarihinde Şah İsmail tarafından yenilmiş ve öldürülmüştür. Safavi işgaline Babür de katılmış ve Türkistan’a gelmiştir. Türkistan halkının bu durumu soğuk karşılaması sonucu Babür bir daha gelmemek üzere Hindistan’a dönmüştür. Bir müddet sonra Buhara Hanlığı kendisini toparlamış ancak yine bu işgalin bir sonucu olarak bölünmek durumunda kalmıştır. Bunun sonucu olarak Hive (Harezm ) Hanlığı ortaya çıkmıştır.(1511)

Buhara Hanlığı’nda merkezi idarenin zayıfladığı bir dönemde (1709) Hokand Hanlığı ortaya çıkmıştır. Böylece hanlık 3 parçaya bölünmüş oldu: Buhara Hanlığı, Hive Hanlığı ve Hokand Hanlığı.

 Bu üç hanlık hiçbir zaman siyasi bir ittifak kuramamış, hatta zaman zaman birbirleriyle savaşmışlardır. 1557’de Astrahan’ın işgaliyle başlayan Rus istilası adım adım yaklaşmıştır. Bu üç hanlık, muhtemel Rus işgalini çok uzak bir ihtimal görmüşler ve hiçbir tedbir almamışlardır. 18. Yüzyılda dünyadaki tüm sömürgeci devletlerini taklit eden Ruslar 90 yıllık süre zarfında(1732-1822) bütün Kazak bozkırlarını istila etmişlerdir. Rus askerleri bu üç hanlığın sınır bölgelerine gelip dayandıkları zaman dahi bir ittifak oluşturamamışlardır. Ruslar bu üç hanlık arasındaki ihtilafları daha önce gönderdikleri casuslar vasıtasıyla iyi bir şekilde kullanmışlardır. Teknik üstünlüğe sahip Rus ordusuna karşı Türkistanlı mücahitler, yetmiş seneden daha uzun süre devam eden mücadelelerinden maalesef yenik ayrılmışlardır. 1853’de Akmescit, 1865’te Taşkent, 1870’te Buhara, 1876’da Kokand, 1884’de Merv işgal edilmiştir.

Bunun neticesi olarak Türkistan’da 19. Asrın sonuna gelindiğinde Kazak toprakları, Bozkır Valiliği olarak; Hokand Hanlığı ise Türkistan Valiliği olarak Rusya’ya bağlanmıştır. Buhara Hanlığı ve Hive Hanlığı ise ağır şartlar içeren anlaşmalar sonucu içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Rusya’ya bağlı muhtar bölgeler haline getirilmiştir.

1892’de İşanlar ayaklanması ve 1916’daki Büyük Ayaklanma, Rus istilasına karşı Türkistanlıların verdiği mücadeleye birer örnektir. 1916’da 673.000 kişi öldürülmüş, 168.000 kişi Sibirya’ya sürülmüş, 300.000 kişi de hicret etmek zorunda kalmıştır. 1916 ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılması Türkistanlıları yıldırmamış, hemen akabinde Korbaşılar(Basmacılar) hareketi başlamıştır.(1917-1924)

1917 devrimi sonrası Türkistan’da kısa ömürlü Milli Cumhuriyetler (Buhara Halk Cumhuriyeti, Hive Halk Cumhuriyeti, Türkistan Milli Devleti, Alaş-Orda Milli Hükümeti) kurulmuştur.

1862 den 1924 tarihine kadar Türkistan’da Rus istilasına karşı mücadele sürmüştür. 1924’te Rusya’daki sosyalist rejim yerleştikten sonra Batı Türkistan’ın bölünmesi süreci başlatılmıştır.

1925 tarihinden sonra Bozkır Valiliği, Türkistan Muhtar Bölgesi, Buhara Halk Cumhuriyeti ve Hive (Harezm) Halk Cumhuriyeti lağvedilerek  beş cumhuriyet ihdas edilmiştir. (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan)

Doğu Türkistan’da ise Çin saldırıları 1755 yılında başlamıştır. 1755-1764 arasında 500.000 Türkistanlı katledilmiştir, buna rağmen Türkistanlıların mücadelesi devam etmiştir. 1873 yılında Yakup Bey tarafından Osmanlı Devletine bağlı olan bir hükümet ilan edildi. Yakup Bey’in ölümünden sonra birliği koruyamayan hükümet dağıldı ancak mücadele bitmedi. 1933 ve 1944’te Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyetleri kuruldu.

Çin ve Rus saldırıları karşısında Doğu Türkistan güçsüz düşünce, bu cumhuriyetler  dağılmak zorunda kaldı. Çin işgali altında kalan Doğu Türkistan, Sincan (Sinkiang) ismiyle özerk bir bölge haline getirildi. Çin Halk Cumhuriyeti özerk bölge statüsüne tanımış olduğu kanuni hakları çiğnemek pahasına, mütecaviz tutumuna devam etmektedir.

1991 yılından itibaren Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte beş Türk Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti. Ekonomik ve askeri açıdan bağımsız olamamış olan bu beş cumhuriyet, dünyadaki büyük devletlerin etkisinden tam olarak kurtulabilmiş değildir. Doğu Türkistan’da ise işgalci Çin zulmüne karşı mücadele devam etmektedir.

 

 

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (5)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

BEŞİNCİ YAZI

ORTA ASYADA YENI “ÇIN” SETİ

YAZININ ÖZETİ

Dolayısıyla Sovyetlerin bölgeyi 5 özerk cumhuriyete bölmesinden daha doğal bir şey olamazdı. Ancak komünist Moskova bununla yetinmemiştir. Onlar işe milli aydınları yok etmekten ve İslam dinini öğrenmede esas olan Arap harflerini Slavlar için umumi olan Kiril harflerine değiştirmekle başladılar. Bunun yanına mecburi kolektif olma siyaseti eklediler ve yönetimde olduğu 70 sene içinde bölgeye yabancı olan Sovyet tipi insan yaratmayı nerde ise başardılar. Bu insan tipine sonradan unlu Kırgız yazar Çengiz Aytmatov tarafından mankurt ismi verilecektir. Bu tip insanların ortak özellikleri tarihlerini unutmak, bugün içinde bulundukları halden habersiz olmak ve yarın için düşüncelerinin olmamasıdır.

Halklar arasını bölen çeşitle duvarlar ya da setler mevcuttur. Bunlara örnek olarak yakın tarihte doğu ve batı blokları arasındaki Berlin utanç duvarını, İsrail’in Gazze halkına karşı inşa ettiği zülüm duvarını ve meşhur Çin setini gösterebiliriz.

Bilindiği gibi meşhur Çin seti Çinlilerın Orta Asya’dan gelen düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için yaptıkları, yaklaşık 4 bin kilometrelik bir duvardır. Bu duvar bir zamanlar Orta Asya’da yaşayan halkın ne kadar imkân ve güç sahibi olduğuna da bir delildir. Ama günümüzde durum farklıdır. Orta Asya Cumhuriyetleri, yani Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan ve bunlarla beraber Doğu Türkistan’da yaşayan soydaş milletler yüz yıllardır arkası kesilmeyen bir gerileme sürecini yaşamaktadırlar. Doğu Türkistan hariç Orta Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri günümüzde bağımsızdırlar. Ama bu bağımsızlık bu devletlerin (Türkmenistan dışında) Rusya ve Çinin önderlik ettikleri Şanghay güvenlik teşkilatına üye olması ile gölge altında kalmaya başladı. Bununla kendilerini kendi elleriyle eski “dostlarına” teslim etmiş oldular. Yoksa bu beş devletin kendi aralarında anlaşarak ortak bir siyaset oluşturmak imkânları var idi ve bu imkân hala mevcuttur. Gelin görün ki son gelen haberler bu istikamete begana (zıt, yabancı) şekildedir. Bu haberlere göre Özbekistan ve Kırgızistan sınırında bir duvar yapılması söz konusudur. Bu duvar sözde Özbekistan’ın istikrarı ve güvenini korumak için yapılmaktadır.

Özbekistan şüphesiz Orta Asya’nın kalbidir, merkezidir. Bu tarihi bir gerçek olduğu gibi, günümüzde de böyledir. Özbekistan’ın nüfuzu bölgede yaşayan insanların yarısına yakın bir kısmını oluşturur. Burası tarih de din, medeniyet ve siyaset dehalarının yaşadığı bir ülkedir. Ancak imam Buharı ve imam Tırmızı isimleri bu iddiaya delil olarak yeter.

Aynı zamanda bu bölgenin içindeki iki “bağımsız” devlet arasında güvenlik duvarı yapılması olağanüstü hal olarak de görülmemelidir. Orta Asya’da yaşayan millet ya da kavimlerin birlik beraberliğinden ne tarihte ne da günümüzde söz etmek oldukça güçtür. Mesele, Emir Timur zamanında böyle birlik söz konusu olabilir.  Ondan sonra Orta Asya’da merkezleşen bir devlet ortaya çıkmamıştır. Bunun yerine yerli hükümdarlar bir-birleri ile savaşmış, bu savaşlarda “galip” çıkanlar karşı tarafı acımasız cezalandırmıştır. Mesele, Özbek kolundan olan Şaybani han tarihte kendisinden daha parlak iz bırakan Babür Şahı yurdundan kovmuş ve Babür Şah bir daha memleketine dönememiş ve bunun yerine Hindistan’da dört yüz yıl sürecek Babüriler devletini inşa etmiştir…

Dolayısıyla Sovyetlerin bölgeyi 5 özerk cumhuriyete bölmesinden daha doğal bir şey olamazdı. Ancak komünist Moskova bununla yetinmemiştir. Onlar işe milli aydınları yok etmekten ve İslam dinini öğrenmede esas olan Arap harflerini Slavlar için umumi olan Kiril harflerine değiştirmekle başladılar. Bunun yanına mecburi kolektif olma siyaseti eklediler ve yönetimde olduğu 70 sene içinde bölgeye yabancı olan Sovyet tipi insan yaratmayı nerde ise başardılar. Bu insan tipine sonradan unlu Kırgız yazar Çengiz Aytmatov tarafından mankurt ismi verilecektir. Bu tip insanların ortak özellikleri tarihlerini unutmak, bugün içinde bulundukları halden habersiz olmak ve yarın için düşüncelerinin olmamasıdır. Yani Sovyet rejimi kendi insanlarının beyin ve kalpleri arasında bir “Çin” seti kurmayı başarmıştır.  İşte bölge günümüzde bu mankurt zihinli yöneticiler tarafından yönetilmektedir ve yeni “Çin” duvarı bu mankurt zemin üzerine kurulmak istenmektedir.

Orta Asya Cumhuriyetleri kendi aralarında iş birliği yaparak bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üretmeleri mümkün idi. Bölge halklarının ortak etnik yapısı, din ve dil ortaklığı, doğal kaynakların ve başka maddi imkânların yeterli olması, işçi gücünün ucuzluğu mevcüt sorunların çözümünü daha kolay hale getirebilirdi. Ancak bölgeni yöneten devlet başkanlarının kibri ve pervasızlığı neticesinde var olan imkânlar bile yok olmaya mahkûm edilmektedir. Neticede bölge halkları ve devletleri arasında gereksiz yere problemler yaşanmaktadır. Bu problemlerin sön örneği Tacikistan dağlarında inşa edilmesi planlanan Roğun elektrik santralidir. Yeterli derecede doğal gaz ve enerji kaynaklarına sahip olmayan Tacikistan bu santral yapıldıktan sonra bu alanda problemlerinin çözülebileceğini sanmaktadır. Ancak bu proje aynı zamanda Amu Derya sularının tamamen kesilmesi manasına da gelir. Yani bunun gerçekleşmesi Aral gölünün tamamen unutulmasına götürür. Şu unutulmamalı ki Orta Asya’da böyle saçma sapan projelerin ortaya konulması ve bölge halklarının birbirleri ile kavgaya sürüklenmesinin perde arkasında kötü niyetlerin olduğu bir gerçektir. Çünkü bölgenin devamlı olarak bıçak sırtında tutulması bir yandan yerli zalim yöneticilerin işlerini kolaylaştırdığı gibi burada çıkarları olan yabancı güçlerin de işine gelmektedir.

 

BÖLGEDE SOVYETLERDEN SONRAKI BAZI GELİŞMELER

 

Bu gelişmeleri yeni hükümdarların yaptıklarından anlatmaya başlayalım. Bölgenin mankurt yöneticileri Sovyet zamanında komünist parti polit burösu tarafından seçilmekte ve sıkı kontrol altında tutulmakta idiler. Sovyetler birliği dağıldıktan sonra bu hükümdarlar Moskova’dan bağımsızlık kazandılar ve gerçek bir kral makamına talip oldular. Hal şu dereceye ulaştı ki, Türkmenistan’ın birinci Cumhurbaşkanı olan Saparmurat Niyazov kendini peygamber ilan ederek, “Ruhname” adında bir kitap yazdı (yazdırdı?) ve bu kitabın Kuran-i Kerim ve İncil ile ayni derecede görülmesini kendi halkına emir etti…

Doğal olarak “hastalığın” en ciddisi bölgenin kalbi olan Özbekistan’da yaşanmaktadır. Bu devletin günümüzde kendi halkına uyguladığı zülüm tarihte hiç biz zaman görülmemiş ve hatta Rusların bütün bölge halkına yaptıkları zulmünü bile geçmiştir. Özbekistan’da devlet başkanı İslam Kerimov Stalin rejimini yeniden inşa ederek, bu ülkedeki dini ve siyasi muhalifleri ortadan kaldırmak için zülüm ve işkencenin bütün yöntemlerini kullanmaktadır.

Tacikistan’da bağımsızlıktan çok geçmeden iç savaş başlamıştır ve bu savaş sonunda “mankurtlar” düzeni ayakta kalmayı başarmıştır.

Kazakıstan ve Kirgizistanda bir kısım müspet gelişmeler görünse bile, bu devletlerdeki yöneticiler ve insanlar akidevi ve siyasi yönden gereken ilerlemeyi sağlayamamışlardır.

Bir de bölgede marifet konusunda yeni “Çin” seti ortaya çıkmıştır. Öyle ki Özbekistan ve Türkmenistan bağımsızlıktan sonra Latin yazısına geçmeye başlamış, kalan uç devlet ise Rus yazısını koruma kararı almıştır. Bu da zaten mankurt olan zihinleri kötüleştirmekten başka bir şey değildir…

Bölgedeki Müslümanların çabalarını ayrıca anlatmak isteriz. Günümüzde dini acıdan bölgede İslam ümmetinin bütün hastalıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum bölge Müslümanlarının cahiliyeti ve çeşitli fırkalara ayrılarak, kendi birlik beraberliği sağlayamamalarından kaynaklanmaktadır. Bölgede en etkili olanlar Hizbut-tahrir hareketi, tasavvuf ve tarikat üyeleri ve bir kısım cihat yanlılarıdır. En sondakiler Özbekistan İslami hareketi mensuplarıdır. Bu hareket üyelerinin Afganistan, Tacikistan ve Kırgızistan sınırlarını aşarak Özbekistan savunma güçleri ile yaptıkları çatışmalar bilinmektedir. Bundan yaklaşık bir sene önce Özbekistan ile Kırgızistan sinirindeki Hanabad ilçesinde yeni çatışmalar yaşanmıştır. Bu Özbekistan’ın Andican vilayetinde sivil halka karşı yaklaşık 3 sene önce yapılan katliamdan sonraki çatışmadır. Ama bu son çatışmada Özbekistan devlet milislerine saldıranların kimlikleri kesin değildir. Dolaysıyla fitne faktörü göz ardı edilmemelidir. Bu mankurt bir kafanın kendi bünyesini parçalayacak yeni bir “duvar” inşa etmesi manasına gelir.

Çin duvarının 4 bin kilometre uzunluğunda olduğunu soylamıştık.  Özbekistan ve Kırgisiztan arasında yeni inşa edilecek duvar 6 ya da en fazla 16 kilometre olacaktır. Aradaki fark bölgenin şu andaki akidevi, siyasi ve manevi durumunun de bir ölçüsü sayılabilir… (Devam edecek)

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

DÖRDÜNCÜ YAZI:https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-4/

 

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (4)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

DÖRDÜNCÜ YAZI

BAĞIMSIZLIK ÇİLELERİ

YAZININ ÖZETİ

Memleket yönetimi kendinin gösterişte olsa bile özgürlüklerden yana olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Bu şekilde 1991 yılın sonunda Özbekistan’da muhalefette olan ERK partisinin lideri Muhammed Salih’ın katıldığı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirildi. Seçimin favorisi memleket yönetimini ve bütün medya kurumlarını elinde bulunduran İslam Karimov idi. Buna rağmen seçim yarışının başa baş gittiği bir gerçekti. Onun için önce muhalefet adayının oyları yüzde kırk oranlarında açıklandı. Sonradan bu oran resmi olarak yüzde 12 yakın bir rakam olarak belirtildi. Bu seçime hile karıştığında kimsenin şüphesi yoktu.

Sovyetler Birliğinin dağılması insaniyet tarihine şaşırtıcı, yani sürpriz bir olay olarak geçmiştir. Hele Orta Asya halklarının bağımsızlığı bölgede yaşayan insanların rüyasına bile girmemiş denilse yanlış olmayacaktır. Çünkü bölgede komünist baskı son ana kadar devam ettiği gibi mahalli komünist yöneticiler Moskova onları geri çevirse bile kendi bağımsızlıklarını değil, Sovyetlerin varlığının korunması için çaba göstermişlerdir. Örneğin, Baltık Cumhuriyetlerinin ve başka halkların milletvekilleri son Sovyet parlamentosunun oturumlarına katılmayı reddederken, Orta Asya milletvekilleri parlamentonun boş koltuklarında olmayacak oturumu beklemekte idiler.

Gorboçov’un başlattığı “Perestroyka”  (yeniden oluşum) ve “Glasnost” (Açıklık, fikir özgürlüğü) siyaseti Baltıklarda, Kafkaslarda, Doğu Avrupa’da, hatta Rusya’nın kendi içinde geniş yankı bulurken Orta Asya cumhuriyetleri bu konuda derin uykuda idiler. Ancak Sovyetlerin dağılmasına doğru örneğin Özbekistan’da 1989 yılda ilk milli hareket olan “Birlik” ortaya çıkmıştır. Maalesef, bu hareket doğar doğmaz kendi içinde çelişkiler yaşamış ve sonradan parçalanmıştır. Tacikistan’da başlayan milli uyanma hareketi İslam taraftarları ve komünist hükümetin kavgasına dönüşmüş ve bu şekilde başlayan iç savaşta yüz binlerce insan öldürülmüştür.

Sovyetler Birliğinin dağılmasını istemeyen komünist rejim 1991 Mart ayında halk oylamasına gitti. Baltık Cumhuriyetleri Litvanya, Latvia ve Estonya halkları oylamaya katılmayı reddederken, Birliğin korunması için yüzde yüze yakın oy oranları Orta Asya bölgesinde görünmüştür. Ben bu olayların bizatihi şahidi olarak bunları yazıyorum. O zor dönemlerde Özbekistan’ın güneyinde vatanimizin bağımsızlığı için az olsa da gayret etmeye çalışıyorduk. ERK partisinin hazırladığı bağımsızlık broşürünü insanlara dağıttığımız için yerli komünist yöneticilerin çeşitli baskılarına maruz kalmıştık. Böyle durumlarda zalimlerin kullandığı yöntem düzen muhaliflerini çalıştıkları iş yerlerinden kovarak onları ve ailelerini aç bırakmaktan ibaretti. Çünkü bütün iş yerleri devletin kontrolünde olduğundan iş yerinden atılanların bunu yapanlara karşı koyacakları hiçbir şey yoktu.

Sovyetlerin gittikçe zayıfladığını gören aşırı komünist güçlerin buna karşı bir şeyler yapması gerekirdi. Nitekim Sovyetlerin üst askeri ve istihbarat (KGB) yetkilileri Gorboçov’un yardımcısı Yanaev başkanlığında bir cunta oluşturdular. Bu hain cunta ortaya çıkar çıkmaz Sovyetler Birliği hududunda iktidara el koyduğunu ilan etti. Cunta yönetimi Gorboçovu Kırım’da bir evde hapse attılar. Olay bütün dünyada geniş yankı bulurken, özgürlükten yana olan herkes cuntaya itaatsizlik bildirileri yayınladı. Ancak olay karşısında şok yaşayan Orta Asya Cumhuriyetlerinin komünist yöneticileri cuntaya destek çıkmada gecikmediler. Hatta mahalli rehberlerden birinin o tehlikeli günlerde “Bizim olağanüstü yönetimin (cuntanın) direktiflerini yerine getirmemize gerek yok. Çünkü bu sıkı direktifleri bizler önceden uygulamaktayız” dediğini asla unutamam. Komünist cunta o zamanlar Rusya yönetiminin başında olan Boris Yeltsin’nin girişimleri ile üç günde son buldu. Gorboçov özel uçakla Moskova’ya getirilirken Rusya, Ukrayna ve Belarus önderleri Minsk’da bir araya gelerek Sovyetler Birliğinin yerine Bağımsız Devletler Birliğinin tesis edildiğini ilan ettiler. Milli bağımsızlıktan yana olan bizler sevinçten gözyaşları dökmekte idik. Gorboçov durumu kurtarmak için gayret ediyordu. Bir de cuntayı destekleyenlerden intikam alınması söz konusu idi. İntikam alınacakların başında ise Orta Asya cumhuriyetlerinin liderlerinin olması şüphesizdi. İşte Gorboçov’un intikamından kurtulmak için bu liderler bir biri ardına kendi cumhuriyetlerinin bağımsızlığını ilan etmek mecburiyetinde kaldılar. Yani onlar bunu vatanlarını sevdikleri için değil, kendi canlarını kurtarmak için yaptılar…

Vatanımızın bağımsızlığından yana olan bizler sevinçten havada uçuyorduk. Artık bizim de öz vatanımız vardı. Artık milli değerleri yaşama koyma zamanı gelmişti. Olanlardan şokta olan komünist yönetim ne yapacağını şaşırmıştı. Ama yine de uyanık idiler. Artık komünizmin ömrünün bittiğini bildikleri için mensubu oldukları partinin adini Halk Demokratik Partisi olarak değiştirdiler. Bağımsızlığın çilesini bizler çektik ama bir anda eski komünist yeni halk demokratları kendilerini bağımsızlık kahramanları ilan ettiler. Bu arada bizlerin de omuzlarımıza dokunarak siz ne kadar haklı imişsiniz diyen eski komünist önderler de vardı. Bundan dolayı mesela Özbekistan’da rejim muhalifi olan ERK ve BİRLİK teşkilatlarına resmi faaliyette bulunma izni verilmişti. Hatta ERK partisinin gazetesi yüz bine kadar satıyordu. Memleketin güneyinde muhalefet yayını olan “Adalet” adında gazete piyasaya çıkmıştı…

Memleket yönetimi kendinin gösterişte olsa bile özgürlüklerden yana olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Bu şekilde 1991 yılın sonunda Özbekistan’da muhalefette olan ERK partisinin lideri Muhammed Salih’ın katıldığı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirildi. Seçimin favorisi memleket yönetimini ve bütün medya kurumlarını elinde bulunduran İslam Karimov idi. Buna rağmen seçim yarışının başa baş gittiği bir gerçekti. Onun için önce muhalefet adayının oyları yüzde kırk oranlarında açıklandı. Sonradan bu oran resmi olarak yüzde 12 yakın bir rakam olarak belirtildi. Bu seçime hile karıştığında kimsenin şüphesi yoktu.

Bu günlerde Tirmiz şehir yönetiminde gerçekleşen bir toplantı hatıramda canlı duruyor. Şehir yönetimi artık kendi toplantılarına biz muhalifleri davet etmeye başlamıştı. Ben toplantıda şehir merkezindeki Lenin heykelini ortadan kaldırılmasını teklif etmiştim. Toplantı salonunda çoğunluk eski komünistlerden ibaretti. Onlar hep beraber üzerime yürüdüler ve beni âdete linç etmek istediler. Onlara göre ben bu komünist kafaların ilahına hakaret etmiştim. Polis beni bu mankurtların elinden zor kurtarmıştı. Toplantıyı yöneten şahıs beni sapıklıkta suçladı. Aradan çok zaman geçmeden yine de Lenin heykeli şehir merkezinden indirildi. Heykelsiz daha doğrusu putsuz yaşamaya alışamayan kafalar bu defa  Lenin’ın heykelinin yerine imam Tirmizi’nin heykelini diktiler. Biz doğal olarak buna da itiraz ettik. Eski komünistlerin cevabi şöyle oldu: “Siz muhalefet zaten sapıksınız. Sizler Lenini sevmediğiniz gibi kendi büyüğümüz olan imam Tirmizi’yi de sevmiyorsunuz”. O günlerde olduğu gibi bugün de bu mankurtlara İslam dininin en önemli isimlerinden biri adına heykel dikmek sapıklık olduğunu anlatmak nafiledir…

Bağımsızlıkla gelen yarı özgürlük kısa sürede sona erdi. 1993 yıldan itibaren memleketteki bütün muhalif hareketler ve onların yayınları yasaklandı. Hükümete itaat etmek istemeyenler tutuklama ya da polis dayağı ile korkutulmaya çalışıldı. Bu şekilde zamanımızın en acımasız diktatörlük rejiminin temelleri atılıyordu. Yüzlerce sene özgürlük bekleyenlere hapishane ya da hicret yolları görünmeye başlamıştı. İşte bu şartlar altında ben on sekiz sene önce “Merhaba Türkiye” demeye mecbur kalmıştım…  (Devam edecek)

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (3)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

ÜÇÜNCÜ YAZI

KOLHOZ VE SAVHOZ ESARETİNDE

YAZI ÖZETİ

Oysa 1960 yıllardan başlayarak Özbekistan bağımsızlığını ilan edene kadar istisnasız bütün Özbek halkı Sovyetlerin pamuk planını yerine getirmek için çalışmışlardır. Pamuk toplama dönemi olan sonbaharda Özbekistan’da bütün iş yerleri, okullar, üniversiteler kapatılarak milletin bütün üyeleri kızıl milis kontrolünde pamuk tarlalarında çalışmaya zorlanmıştır. Bu çalışma şartlarının faşistlerin gettolarından hiç farkı yoktu. Öyle ki bazı pamuk toplayanlara iş ücreti verilmediği gibi devletin borçları bu insanların cebinden ödenirdi. Bu şartlarda çalışanların mükâfatı ise devletin pamuk planı yerine getirildikten sonra Komünist Parti yönetiminin teşekkür mektubunu dinlemeleri idi.

Sovyetler kendi düzenlerini şu üç esasa dayandırmışlardı: Bu esaslar Ateizm, yani dinsizlik, Proleter düzeni; yani işçi ve çiftçi iktidarı ve son olarak özel mülk yerine devlet mülkünün tesisidir. İşte Aral gölünün felaketi böyle bir vahşi düzenin neticesi demek gerçeği tam olarak yansıtmaktadır. Gerçi Sovyet rejiminin Türkistan topraklarında ki tesisi Rus baskıncılarına o kadar da kolay olmamıştır. 20. Yüzyılın başlarında Türkistan bölgesinde kendilerini Cedidciler (yenilikten yana olanlar) diye tanıtan aydınlar grubu faaliyette bulunmuşlardı. Bunlar arasında imamlar,  şairler ve başka aydınlar vardı. İmam Mahmut Hoca Behbüdi, şair Çolpan Cedidcilerin en ileri gelenlerindendir. Çolpan’ın “Kişen giyme, boyun eğme ki sen de hür doğmuşsun” şiiri bu aydınların şiarı idi. Bununla beraber 1918 yılında Kokand’da Özerk Cumhuriyet ilan edilmişti. Ancak Sovyetlerin planlarında Çarlık Rusya’nın mazlum halklarına özerklik verme niyetleri yoktu. Kokand Özerk Cumhuriyeti vahşi şekilde bastırıldıktan sonra bölgede bağımsızlık için mücadele eden silahlı gruplar ortaya çıkmaya başlar. Ruslar kendi baskıcı rejimlerini gizlemek için bu milli mücadelecilere “Basmacı” adını verirler. Bu milli mücadele hareketi bütün Türkistan bölgesinde ikinci dünya savaşının başlamasına kadar devam eder. Öte yandan zorba Stalin halkı kolektif çiftliklerde toplamak için harekete geçer. Bunun için bölgede suni açlık meydana getirilir ve Türkistan halkı adete açlıktan kırılır. Sadece günümüzdeki Kazakistan hudutlarında ölenler sayısı üç milyonu aşmaktadır. Sovyetlerin en korkunç uygulaması idare ettikleri insanları Kolhoz ve Sovhoz adını verdikleri devlet çiftliklerinde köle olarak çalıştırmaktan ibaretti. Ekmeksiz ve çaresiz kalan halk Stalin’in kolhoz ve savhozlarına üye olarak canını kurtarır. Stalin bununla yetinmez. Yerli halkın dini, dili ve milli medeniyeti esasından yok edilir. Mescitler kapatılır ya da kolhozların depoları haline getirilir. Kur’an alfabesi yerine Rus alfabesi tesis edilir. Milli his ve heyecan taşıyan bütün aydınlar yok edilir.

İkinci dünya savaşında Türkistanlılar Sovyet Kızıl Ordu saflarında Hitler’in faşist askerlerine karşı savaşırlar. Ancak onlardan bir kısmı Alman ordusuna teslim olduktan sonra Türkistan ordusunu kurarak Sovyetlere karşı koyma için çabalar. Savaş sırasında zor günler geçiren Ruslar Orta Asya şehirlerine taşınmaya başlarlar. Yerli halkın misafirperverliği onları adete mest eder. Bu sebepten dolayı onlar Taşkent’e “Ekmek şehri” adını verirler. Ancak Ruslar buralara yerleşmekle beraber yerli halkı manevi yönden yok etmeyi de ihmal etmezler. Onların kendilerine has olan vurdumduymazlık, ahlaksızlık, hayâsızlık, alkol bağımlılığı gibi özelliklerini yerli insanlara aşılamaya başlarlar. Rus dili yerli halka ana dili gibi öğretilir. Neticede örneğin Kazaklar ve Kırgızların nerede ise hepsi ana dillerinde okuyamaz ve konuşamaz hale gelir.

İkinci dünya savaşından sonra başta Amerika olmak üzere batı ve doğu blokları arasında “soğuk savaş” dönemi başlar. Böyle savaş karşıt taraflar arasında silahlanma yarışına döner. Taraflar özellikle nükleer silah üretiminde birbirini geçmeye çalışırlar. Buna ABD ve SSCB arasında uzaya roket ve mekik gönderme yarışı eklenince taraflar ekonomik sıkıntıya girerler. İşte bu nedenden Sovyetler Birliği yönetimi Orta Asya’da pamuk üretimini artırma kararı alır. Pamuk üretimi örneğin Özbekistan’da altı milyon tona kadar yükseltilir. Bu ancak Aral gölünü su ile besleyen Amu Derya ve Sir Derya nehirleri üzerinde su barajları inşa etmekle mümkün olabilirdi. Neticede Aral gölü suyu şiddetli şekilde çekilmeye başlar. Böylece göl suyu oranı 1960’larda senede yaklaşık 20 cm, 1970’lerde senede 50-60 cm ve 1980’lerde senede 80-90 cm azalır. 1989’da ise Aral Gölü ikiye ayrılır: Göçük göl (kuzey) ve Büyük göl (güney).

Sovyetlerin son döneminde yaşlı liderlerin ölümü ile iktidara yeni gelenler kendilerini temize çıkartmak için Özbekistan’da “Pamuk Dosyası” adında yerli yöneticileri ve aydınları yok etme projesini ortaya atarlar. Özbekistan Komünist Partisinin o zamanlardaki başkanı, onun yardımcıları, sayısızca il, ilçe, kolhoz ve sovhozların liderleri hapse atılır. Özbeklerin hepsi rüşvet verme ve almada suçlanır. Yani Özbeklerin milli gururu kuruyan Aral gölünün dibine gömülmek istenmiştir.

Oysa 1960 yıllardan başlayarak Özbekistan bağımsızlığını ilan edene kadar istisnasız bütün Özbek halkı Sovyetlerin pamuk planını yerine getirmek için çalışmışlardır. Pamuk toplama dönemi olan sonbaharda Özbekistan’da bütün iş yerleri, okullar, üniversiteler kapatılarak milletin bütün üyeleri kızıl milis kontrolünde pamuk tarlalarında çalışmaya zorlanmıştır. Bu çalışma şartlarının faşistlerin gettolarından hiç farkı yoktu. Öyle ki bazı pamuk toplayanlara iş ücreti verilmediği gibi devletin borçları bu insanların cebinden ödenirdi. Bu şartlarda çalışanların mükâfatı ise devletin pamuk planı yerine getirildikten sonra Komünist Parti yönetiminin teşekkür mektubunu dinlemeleri idi.

Böyle manzara Sovyetler döneminde Orta Asyalı insanların ne derecede köleleştirildiğini göstermektedir. Bu zaman diliminde Türkistanlıkların dini ve milli değerleri ayaklar altına alınmış ve buranın insanları ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un dediği gibi mankurtlar haline getirilmek istenmiştir. İnsanları ilk olarak mankurtlaştıran Moğollar savaş esiri aldıkları Türkleri ülkesine götürerek belirli bir işleme tabi tutardı. Bu işlem esirlerin başına kadar toprağa gömülmesiyle başlar sonra esirin kafası kazınırdı. Bir manda veya deve derisiyle kafa çevrildikten sonra güneşe bırakılırdı. Zamanla genleşerek eriyen deri esirin beynini zedeler ve hafıza kaybına yol açardı.
Bu işlemden esirlerin çok azı sağ olarak kurtulabilirdi. Daha sonra hafızasını kaybeden Türk, Moğollarca yetiştirilir ve savaşlarda en ön safta Türklere karşı kullanılırdı.

İşte Sovyet döneminin komünist rejimi Orta Asya halklarını buna benzer bir şekilde mankurtlaştırmıştı. Bundan dolayı bölge halkı dinini, milli değerlerini yitirdiği gibi kendilerini de tanımayacak dereceye geldiler. İnsanlar Lenin ve Stalin’in putlarına taparken mutlu şekilde şarkılar söylediler. Aydın ve yazar sıfatlarını taşıyanlar Sovyet rejimi için methiyeler yazdılar. Bu eserlerinde onlar Rusya’nın kendi vatanları olduğunu iddia eder derecesinde ileri gittiler. Bölge insanları toplumda önemli yere gelebilmek için Komünist parti üyesi olmakta yarıştılar. Okullarda çocukların bu partinin gençlik kollarına kayıtları yaptırıldı.

Yetmiş yıllık komünist zülüm sadece Aral gölünü yok etmekle yetinmedi. Bu zamanda yaşayan insanların bir kısmı katliama maruz kaldığı gibi geride kalanlar manen öldürüldüler. Bu vahşi rejimin sonunda ortada suçlanacak kimse kalmadı. Rejimin düşmesi ile Sovyetlere çalışan mahalli komünist liderler bağımsızlık kahramanlarına dönüştüler…(Devam edecek)

 

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

Devami

Abdürreşid İbrahim: Japonya’ya İslam’ı getiren Türkistanlı

Abdürreşid İbrahim Efendi (d. 23 Nisan 1857Sibirya – ö. 17 Ağustos 1944Japonya), Türk fikir adamı, seyyah ve yazar.

Japonya’ya İslam’ı getiren kişi olarak bilinir. Önce Rusya Müslüman Türklerini birleştirme çabalarıyla tanındı. Rusya’daki Türkleri Türkiye’ye göç etmeye özendirdi. Bu girişimlerinde büyük ölçüde başarı sağladı. Uzun seyahatlere çıktı ve çok maceralı bir hayat sürdü. Hayatını Müslümanlığı yaymak için seyahatler yapmaya adamıştı. 1912’de Osmanlı vatandaşı oldu. Seyahatlerini “Alem-i İslam” adlı eserinde Osmanlı halkına anlattı; verdiği konferanslar büyük ilgi gördü. Süleymaniye Kürsüsünde adlı ünlü eserinde şair Mehmet Akif’in halka hitap ettirdiği kişi, Abdürreşid İbrahim’dir[1].

Yaşamı

1857’de Tobolsk ilinin Tara kasabasında dünyaya geldi. Babası Buharalı Özbek bir aileden gelen Ömer Bey, annesi Başkurt Türklerinden muallim Afife Hanım idi[2]Çocukluğunda Rusya’daki medreselerde öğrenim gördü. 1879’da Orenburg’a geldi, bir zenginin hizmetkârlığını üstlendi ve 1880’de Hicaz’a gidişinde ona eşlik etti. Hac’dan sonra Medine’ye yerleşti; medrese öğrenimine devam etti. Beş senelik eğitiminin sonunda icazetnamesini aldı.

1884’te memleketine dönen Abdürreşid İbrahim, Tara’da müderrisliğe başladı; aynı yıl evlendi. Bu evlilikten Münir, Kadriye, Fevziye adlarında üç çocuğu dünyaya gelmiştir[2]. Müderrisliğe başlamasından 6 ay sonra öğrencileri ile birlikte tekrar hacca gitti; onları bir medreseye yerleştirdikten sonra memleketine dönüp modern okullar açmakla meşgul oldu.

1890’da 10 öğrencisiyle İstanbul’a geldi, onları Darüşşafaka ve Dar-üt tedris okullarına yerleştirdikten sonra memleketine döndü. Rusya’nın her bölgesinde Müslümanlar İstanbul’a öğrenci yollaması için kendisine başvurmaya başlayınca Rus hükümeti rahatsız olarak faaliyetlerine kısıtlama getirdi.

1891’de Ufa şehrine geldi; kadı olarak görevlendirdi. Rusya’daki Müslümanların en büyük mahkemesinin kadısı olmuştu. Resmi görevlerinin yanı sıra fakir ve yetimler için dernekler kurmakla meşgul oldu. Müslüman halkın dertlerine çözüm bulmak için başkent St. Petersburg’a giderek içişleri ve eğitim bakanları ile görüşmeler yaptı. Rejim yanlısı müftüler tarafından hükümete şikâyet edilince canı tehlikeye girdiğinden 1895’te İstanbul’a gitti.

İstanbul’daki faaliyetleri

İstanbul’da iken bastırdığı ve gizlice Rusya’ya soktuğu broşür ile Rusya’da yaşayan Müslümanları Osmanlı Devleti’ne göç etmeye davet etti. Bu broşür, 70 bin Müslüman Türk’ün Anadolu’ya göçmesine vesile oldu[2]. İstanbul’da kaleme aldığı ve gizlice Rusya’ya soktuğu ünlü “Çoban Yıldızı” adlı eserinde Rusya’nın yönetimindeki Müslüman halklara yaptığı zulümleri anlattı.

İstanbul’da iki yıl boyunca kımızcılık ve ziraatçilik ile geçimini sağlayan[2] Abdürreşid İbrahim, 1896’da Avrupa’ya gitti. İsviçre’de tanıştığı Rus sosyalistlere Müslüman halkların sorunlarını anlattı.

İlk Büyük Seyahati

Abdürreşid İbrahim, 1897’de ilk büyük seyahatine çıktı. Seyahati 3 yıl sürdü. Önce memleketi Tara’ya giden seyyah, bir süre kaldıktan sonra Japonya’ya gitti. Kısa bir süre sonra 1900’de St. Petersburg’a döndü ve bir dergi çıkardı. 1902-1903 arasında tekrar Japonya’da bulundu. Rusya ve Japonya arasındaki ilişkileri inceleyip İstanbul’a aktardı. Japonların Müslümanlığa yatkın olduklarını Abdülhamit Han’a bir mektupla bildirdi[2] ve Müslümanlığın yayılması için yardım istedi. Rus karşıtı faaliyetleri nedeniyle Rusya’nın ricası üzerine kendisinden Japonya’dan ayrılması istenince İstanbul’a döndü[2].

Rusya’da yaşayan Müslümanlara yönelik kitaplarından ötürü Rusya, Osmanlı Devleti’nden de sınırdışı edilmesini talep etti. 1904’te Rusya’ya teslim edildi. Odessa’da 2 hafta hapsedildikten sonra Rusyalı Türklerin büyük baskısı sonucu serbest bırakıldı.

Yayıncılık Hayatı

Tahliye olduktan sonra St. Petersburg’a yerleşti, bir matbaa kurdu. Dini ve siyasi eserler yayımladı. Amacı, Rus egemenliği altındaki Türkler arasında bir birlik kurmaktı. “Ülfet” adlı bir Türkçe dergi yayımladı ve büyük ilgi gördü[3]. Dergi, 85. Sayısında kapatıldı. 1906’da “Tilmiz” adlı Arapça bir dergi çıkarmaya başladı. O da 1907’de kapatıldı. Bunun üzerine Kazak şivesiyle yayın yapan “Serke” adı dergiyi çıkarmaya başladı[3].

Rusya Müslümanlarının birlik olması için aydın ve zengin kesimin katıldığı bir toplantı organize etmeye çalışan Abdürreşit İbrahim, bu konuda da Rus idaresinin engelleri ile karşılaştı. İlk toplantıyıOka Nehri üstünde bir gemide gizlice gerçekleştirmeyi başardı[2]. Petersburg’a döndüğünde Müslümanların birlik olmasının önemini anlatan “Bin Üç Yüz Senelik Nazra” adlı eserini yayımladı. İkinci toplantı 13 Ocak 1906’da gerçekleştirildi ve kendisinin hazırladığı “ittifak nizamnamesi” oybirliği ile kabul edildi[2]. Rus Müslümanlara özerklik verilmesi konusunun Duma’da Müslüman milletvekilleri tarafından sürekli gündeme getirilmesi sağlandı. Abdürrreşit İbrahim, “Aftonomiya” adlı broşürde bu konuda görüşlerini dile getirmiştir. Rusya’da tüm bu faaliyetleri mümkün kılan özgürlük ortamı fazla uzun sürmedi. Yeniden baskı yönetimi başlayıp pek çok aydın sürgüne ve hapse gönderilince hayatının tehlikede olduğunu gören Abdürreşit İbrahim, Rusya’yı terk etti[2].

İkinci Büyük Seyahati

Abdürreşid İbrahim’in 3 yıl sürecek ikinci büyük seyahatinde amacı İslam aleminin durumunu görmek, tarihe tanıklık etmekti. Seyahatini kaleme alarak gelecek nesillere aktardı. Bir sene boyunca Batı ve Doğu Türkistan’ı gezdi. Rus hükümetine karşı ortak hareket edilmesi için ileri gelenlerle görüştü; yeni usul okulların açılmasına çalıştı. Memleketi Tara’da kısa bir süre kaldı. Ailesini yanına alıp Kazan’a yerleştirdi. Kazan’da yeni bir Müslüman Kongresi’nin gerçekleşmesini organize etti. Bu kongrede alınan karar gereği bölgede, öğretmenlik yapabilecek yaştaki gençlerin eğitim almak için İstanbul’a gönderilmesi gerekiyordu. Bu sayede İstanbul’a gelip eğitim alan çok sayıda genç oldu[2].

1908 Eylül’ünde yolculuğuna devam etmek için Kazan’dan yola çıktı. Rusya içinde Moğolistan’a kadar gitti. Budistlerin lideri Dalay Lama ile görüştükten sonra gemi ile Japonya’ya gitti[2].

Japonya’da bulunduğu süre içinde Tokyo’da kaldı ve Japonca öğrendi. İmparator ailesi ile dostluk kurdu. Japon eğitim sistemini inceledi. Üst düzey Japon devlet adamlarının bir kısmının Müslüman olmasına vesile oldu. Uzakdoğu halkları arasında yardımlaşma ve İslam’a davet amacını güden Asya Gikay Derneği’ni kurdu[4] . Dernek, Tokyo’da bir cami inşası için girişimlerde bulundu.

Haziran 1909’da Kore’ye gitmek üzere Japonya’dan ayrıldı. Bir hafta Kore’de kaldıktan sonra Çin’e gitti. Kore ve Çin’de Müslümanlara vaazlar verdi. Ardından Singapur’a ve Hindistan’a gitti. İngilizler, sömürgeleri Hindistan’da kendisinin varlığından rahatsız olunca ülkeyi terk etmeyi uygun buldu. 1910’da Hicaz’a gidip hac ziyareti yaptı.

Osmanlı Başkentinde

Seyahatini ve hac ziyaretini tamamladıktan sonra Hicaz Demiryolu ile Beyrut’a, ardından İstanbul’a gelen Abdürreşid İbrahim, Osmanlı vatandaşlığına geçmek için başvurdu ve 1912’de Osmanlı vatandaşı oldu[3]. Gezdiği ülkelerdeki Müslümanların durumunu Osmanlılar’a aktaran vaazlar verdi. İstanbul’da SultanahmetAyasofyaŞehzadebaşı camilerindeki bu vaazlarda binlerce kişi kendisini dinledi. Mehmet Akif ile tanışıp dost oldu. Büyük şair, vaazlardan birisini şiirleştirdi ve “Süleymaniye Kürsüsünde” adıyla yayımladı[5].

Sultanahmet’te bir eve yerleşen seyyah, bir dergi çıkarmaya başladı. “Tearüf-i Müslümün” adlı dergide Müslüman dünyasının birbirini tanımasını amaç ediniyordu. Anıları, İstanbul’da Eşref Edip Bey’in çabası sonucu “Alem-i İslam” adıyla kitaplaştırıldı ve büyük ilgi gördü.

Savaşlarda

1911 yılında Trablusgarp’in İtalyanlar tarafından işgali üzerine Osmanlı Devleti’nin İtalya ile yaptığı Trablusgarp Savaşı’na katıldı. Trablusgarp’ta beş ay kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. Trablusgarp Savaşı hakkında çok ilgi gören konuşmalar yaptı[2].

1912’de başlayan Balkan Savaşı’nda Edirne’nin Osmanlı hakimiyetinden çıkması üzerine Müslümanları cihada çağıran yayınlar yaptı. 1914’te Kuzey Anadolu Rus işgaline uğrayınca Osmanlı askerine moral vermeye gitti. Enver Paşa’nın verdiği görev doğrultusunda; Rus ordusunda iken Almanlar’a esir düşen askerleri örgütleyip Osmanlı ordusuna kattı[2]. 1918’de Osmanlı istihbarat örgütünden aldığı görevle, Rusya Müslümanlarını savunan bir büro açmak için İsviçre’ye gitti[2].

Üçüncü Büyük Seyahati

1918’de İstanbul’dan başlayan bir yolculuğa çıktı. SibiryaUkraynaAlmanyaLitvanyaDoğu Türkistan ve Rusya’yı dolaştı. Bolşevik idarenin kanlı yönetimi karşısında Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldı.

İnziva Dönemi

Üçüncü seyahatinden sonra Konya’nın Cihanbeyli ilçesi Böğrüdelik Köyü’ne yerleşti[6] 1925’ten itibaren bir süre gönüllü sürgün hayatı sürdürdü. 1933’e kadar bir rençber olarak yaşadı. Zaman zaman hacca ve dostu Mehmet Akif’i görmek için Mısır’a gitti. Aklı, Japonya’nın İslamlaştırılmasında kalmıştı. 1933’te 76 yaşında iken tekrar Japonya’ya gitti.

Japonya Yılları

12 Ekim 1933’te Japonya’ya vardı. Japon basını kendisine büyük ilgi gösterdi. Tokyo’da yaşayan Tatar halkının sorunlarıyla ilgilendi. Arsa temini çok zor olan Tokyo’da cami yaptırmak için büyük çaba gösterdi[7] Tokyo Camisi’nin planlarını hazırlatıp temelini attırdı. Cami, 1937’de ibadete açıldı. İlk imamı Abdurreşid İbrahim oldu. 1939’da İslamiyet’in Japonya’da resmi din olarak tanınması ve teşkilat kurma hakkı kazanmasında rol oynadı[7].

17 Ağustos 1944 günü Tokyo’da hayatını kaybetti. Tokyo yakınındaki Müslüman mezarlığı’na (Tamareien) defnedildi[8].

Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BCrre%C5%9Fid_%C4%B0brahim

 

 

UZTOZ ABDURRASHID İBROHİM HOTİRASİGA

 

Uztozni o’zimga oynai jahon deb bilaman,

Siymosiga boqib cheksiz hijolatda turaman.

 

Sizku dunyoni ko’rdingiz imonu hizmat bilan:

Ey voh men qachon qo’zğalaman ve qachon yuraman.

 

Siz ko’rdingiz dunyoning ğarbini va sharqini

Siz ko’rgan u yo’llarni bilmam qachonlar ko’raman.

 

Sizga boqib shohsadi aqlim mening,

Hindga qachon boramanu Japonga qachon boraman.

 

Allohning marhamati yer yuzuni sayohat

Men esa o’zimni bahona ila o’raman.

 

Ne qilay bir zolimga bo’ldim zamondosh,

Ne qilay ğofillarla turmasdan ovvoraman.

 

Bir niyat qilay men ham imonning hizmatiga,

Alloh nasib aylasa borgan joyingizga boraman…

2012

Namoz NORMUMİN

 

УСТОЗ АБДУРАШИД ИБРОҲИМ ХОТИРАСИГА

Устозни ўзимга ойнаи жаҳон, деб биламан,

Сиймосига боқиб чексиз ҳижолатда тураман.

 

Сизку дунёни кўрдингиз, имону хизмат билан

Эй, воҳ мен қачон қўзғаламан ва не замон юраман.

 

Чину Ҳиндни фатҳ этдингиз илму маърифат билан

Мен жоҳил шижоатга қачон юзимни бураман.

 

Сиз кўрдингиз дунёнинг ғарбини ва шарқини,

Сиз кўрган у йўлларни билмам қачонлар кўраман.

 

Сизга боқиб шошади ақлим менинг,

Ҳиндга қачон бораману, Японга қачон бораман.

 

Аллоҳнинг марҳамати ер юзини саёҳат,

Мен эса ўзимни баҳона ипи билан ўраман…

 

Не қилай бир золимга бўлдим замондош,

Не қилай ғофилларла турмасдан оввораман.

 

Бир ният қилай мен ҳам имоннинг хизматига,

Аллоҳ насиб айласа, борган жойингизга бораман….

Намоз НОРМЎМИН

2012

 

Devami