ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (2)

 

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

İKİNCİ YAZI

CEYHUN VE SEYHUN’UN TANIDIKLARI

YAZI ÖZETİ

Orta Asya halklarının gerçek istidadı Allah’ın (cc) Kur’an-ı Kerimi indirmesi ve peygamberler sonuncusu Hazreti Muhammed in (Sav) getirdiği İslam dininin dünyaya yayılması ile ortaya çıkar. İmam Buharı ve İmam Tirmizi gibi meşhur hadis bilginleri Maverünnehre ölçülmeyecek derecede meşhurluk getirmiştir. Maverünnehir bölgeye gelen ilk Müslümanların Orta Asya, daha doğrusu şimdiki Özbekistan hududuna verdikleri isimdir. Bilindiği gibi imam Buharı ve imam Müslim’in sahih hadisleri Peygamberimizin Hazreti Muhammed in (sav) Sünnetinin uygulanmasında en güvenilir kaynak olarak kabul görmüştür.

Orta Asya vadiler, dağlar, nehirler ve çöller ülkesidir. Dünyanın en yüksek dağlarından biri olan Tiyanşan dağı burada yer almaktadır. Karakum ve Kızılkum çölleri bölgeni kuşatmış durumdadır. İşte Seyhun (Sir Derya) ve Ceyhun (Amu Derya) nehirleri bu dağlardan başlar ve sözünü ettiğimiz çölleri yararak eski gönlerde Aral gölüne kadar uzanırlardı. Bu iki nehir onları kuşatan dağlar ve çöller gibi bölge tarihine canlı tanıklık etmektedirler.

Timur soyundan gelen Özbeklerin meşhur padişahî ve yıldız bilimcisi (astronomi) Mirza Uluğ bey aynı zamanda tarih konusunda bir âlim idi. Uluğ Bey Dört Ulus tarihi kitabında Orta Asya halklarının tarihini Nuh (as) zamanına kadar inceler. Buna göre bölge halkları Hz. Nuh’un oğullarından birinin soyundan türemiştir…

Tarihi bilgiler Orta Asya çöllerinde at koşturan üç büyük hükümdarı zikreder. Bunlar Atilla, Cengiz Han ve Timur’dir. İşte Orta Asya’nın yakın tarihi bu üç isim ve onların yaptıkları üzerinde yoğunlaşır. Bir de meşhur Çın duvarının inşası Orta Asya’da yaşayan yiğit kişilerin kimliğini tarif eden tarihi bir hüccettir. Bu insanların bahadırlığı o derecede olacak ki düşmanları onlara karşı Çin seti gibi bir duvar yapmak mecburiyetinde kalmışlardır.

Orta Asya halklarının gerçek istidadı Allah’ın (cc) Kur’an-ı Kerimi indirmesi ve peygamberler sonuncusu Hazreti Muhammed  in (Sav) getirdiği İslam dininin dünyaya yayılması ile ortaya çıkar. İmam Buharı ve İmam Tirmizi gibi meşhur hadis bilginleri Maverünnehre ölçülmeyecek derecede meşhurluk getirmiştir. Maverünnehir bölgeye gelen ilk Müslümanların Orta Asya, daha doğrusu şimdiki Özbekistan hududuna verdikleri isimdir. Bilindiği gibi imam Buharı ve imam Müslim’in sahih hadisleri Peygamberimizin Hazreti Muhammed in (sav) Sünnetinin uygulanmasında en güvenilir kaynak olarak kabul görmüştür.

Yine Maverünnehir dünya ilminin gelişmesinde büyük rol üstlenen Ebu Rayhan Biruni ve el-Harezmin’in vatanıdır. Bu âlimler Cebir ve Matemik gibi ilimlerinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu bölge İslam dininde sonradan ortaya çıkmış tasavvuf ve tarikatların da başlangıç noktasıdır. Tasavvufi düşünceleri ilk ortaya çıkaranlarda biri hadis âlimi Ebu İsa Muhammed Tirmizi’in hemşehrisi  Hakim Tirmizi’dir. Tasavvufun en meşhur isimlerinden biri Şah-ı Nakşibendî  Semerkant lıdır. Hanefi mezhebinde akide imamı olarak kabul edilen İmam Maturudi de bu şehir ehlindendir.

Ceyhun ve Seyhun ortasında dünyanın en meşhur ve kadim şehirlerinden Semerkant, Buhara, Taşkent, Hiva yer almaktadır. Bu iki nehir bunun gibi şehirlerin ve ismi zikir edilen zatların hayatına tanık olduğu gibi Orta Asya’da çeşitli zamanlarda yaşanan savaşlara da tanıklık etmişlerdir.  Burada kılıç oynatanların en meşhurları Atilla, Cengiz Han, Timur ve onun torunu Babur Şah ve Özbek hanlarından Şaybani Hanlardır.

Timur yetmiş yıllık ömründe kendi adi ile tanınan büyük bir imparatorluğu kurmayı başarmıştır. Onun devleti kuzeyde Sibirya ormanlarına, batıda Volga nehrine, güneyde Anadolu ve Mısır topraklarına kadar uzanmıştı. Timur ve Osmanlı padişahî Beyazıt arasında yaşanan Ankara savaşı Müslümanlar açısından gerçek bir trajedidir. Timur’dan sonra onun oğulları Orta Asya’da merkezleşen devleti korumayı başarmamışlardır. Timurilerin en meşhurlarından Babur Şah’ı Özbek Hanı Şeybani Han Orta Asya’nın güneyine çekinmeye zorlamıştır. Bir daha ana vatanına dönemeyen Babur Han daha sonra Hindistan’da kendi imparatorluğunu kurmaya muvaffak olmuştur.

16. Yüzyılda Orta Asya coğrafyasında birbiri ile çekişen üç beylik meydana gelmişti. Bunlar Buhara Emirliği, Hiva ve Kokandhanlıkları idi. Timuriler bölgeyi terk etmek mecburiyetinde kaldıktan sonra buraları Daşti Qipçoq topraklarından gelen Muhammed Şaybani Han ve onun varisleri yaklaşık yüz yıl yönetmişlerdir. Çöl kültürü ve adetleri ile yaşayan bu beylerin Orta Asya medeniyetine fazla katkı sağladıkları söylenemez.  17.yüz yılın başlarında Buhara’da mahalli kabilelerden Aştarhaniler kendi iktidarını kurdular. Yüz elli sene iktidarda kalan bu sülalenin de hiçbir marifeti söz konusu değildir. Yaptıkları iş küçük beylerin kendi aralarında kavgaları idi. Bunun delili Aştarhani hanlarından ikisinin tahttan indirilmesi ve dördünün ise suikasta kurban gitmesidir. Bir müddet İranlılar baskınına maruz kalan Buhara’da 1747 yılında Mangit kabilesinden Muhammed Rahim kendi hâkimiyetini ilan etti. Buhara bu şekilde 1920 senesine kadar sürecek olan Emirliğe kavuştu.

Hiva   hanlığı 16. Yüzyılda Orta Asya’nın güney batı topraklarında ortaya çıkmıştır. Harezm’ın yani sıra Kuzey Horasan ve Karakum Çölü‘ndeki Türkmen kabilelerinin yaşadıkları bölgeleri de sınırları içine katmıştır. 17. yüzyıl başlarında merkezi yönetimin otoritesinin zayıflaması hanlığı bağımsız beyliklerden oluşan bir yapıya dönüştürmüş ve bu dönemde özellikle kuzeydeki sulanabilir tarım arazileri terk edilmiş, şehir kültürü ortadan kalkmaya yüz tutmuştur. Bu dönemdeki ekonomik zayıflık sonucu olarak hanlığın kendi parası olmamış ve 18. yüzyıl sonlarına dek Buhara Hanlığı paraları kullanılmıştır.

Kokand hanlığı 1740 – 1876 yılları arasında varlığını sürdürmüş olan Özbek devletidir. Buhara Hanlığı (Buhara Emirliği) ve Hive Hanlığı ile birlikte “Özbek Hanlıkları” olarak anılmıştır.
Hanlık 19. yüzyıl‘ın ikinci yarısında yine komşu bir Türk Devleti olan Buhara Hanlığı ile yaşanan çatışmaların da etkisi ile iyice zayıfladı. Sadece Taşkent şehri 1840-1865 arasında iki hanlık arasında yedi kez el değiştirdi. Bu zayıflıktan ötürü diğer hanlıklar gibi Kokand Hanlığı da 1860’ların başından itibaren Orta Asya Türk hanlıklarının üzerine askeri harekât düzenleyen Rusya‘nın karşısında duramadı.

24 Ekim 1862’de ilk olarak Kırgızistan‘ın bugünkü başkenti Bişkek eski adı Pişpek (eskiden kucuk yerleşim birimi) düştü. 15 Haziran 1864’te Yesi, 19 Haziran’da da Evliya-Ata şehri Rus işgaline girdi. 7 Mayıs 1865’te Taşkent yakınlarındaki meydan savaşında Alem Kul komutasındaki Kokand ordusu Rus ordusu karşısında dağıldı. Bunun üzerine General Çernayev komutasındaki Rus ordusu 16 Mayıs 1865’te Taşkent’e savaşsız girdi. Taşkent’in kaybıyla Hanlığın direnci iyice kırıldı. Buhara Hanlığı’nın ise Taşkent’in işgalinden sonra Rusya’ya karşı Kokand Hanlığı ile ittifak yapması beklenirken, Buhara Hanı 14 Temmuz 1865’te Kokand’ı işgal ile Kokand Hanı Seyid Muhammed’i esir etti. Bir yıl sonra 1 Haziran 1866’da Hocend şehri Rusların eline geçti.

17 Temmuz 1867’de Rus Çarı “Türkistan Genel Valiliği”nin kurulmasına ilişkin “ukaz”ı (emri) imzaladı ve bu makama Alman asıllı General Konstantin von Kaufmann getirildi. Bu şahıs, Orta Asya Türk hanlıklarına savaş açmak, barış yapmak ve dış ilişkileri yürütmek yetkileriyle donatıldı. Mayıs 1868’de bir fiil Kokand kenti askeri harekâtını sürdüren Rus işgaline girerken 2.500 Kokand askeri de hayatını kaybetti. Hanlık, böylece 1868‘de Rus himayesine girerek kukla devlet haline geldi. Halk kontrolü geri almak için isyan başlattı lakin Rus ordusu 22 Eylül 1875’te Nemengan’a girdi ve isyanı bastırmaya çalıştı. Kokand bir ara tekrar Türk birliklerinin eline geçtiyse de, von Kaufmann’ın atadığı Albay Skobolev 28 Şubat 1876’da Kokand’ı kesin olarak işgal etti ve direnişçi Türk komutan Polat Bey idam edildi. 28 Şubat 1876‘da tamamen Rusya’ya ilhak olundu ve 1876-1885 yılları arasında hanedan üyelerinin de yakalananları Ruslar tarafından idam edildi.1915 yılında Kokand Hanlığı’nı yeniden kurabilmek amacıyla bir isyan başladı ve 1916’da isyan tüm Fergana’ya sıçradı. 1917’deki Rus Devrimi‘nden sonra, 9 Aralık 1917-20 Şubat 1918 arasında üç ay süren Kokand Cumhuriyetikezâ Ruslar tarafından ortadan kaldırıldı. Hanlık toprakları üzerinde, Sovyet Devrimi sonrasında 27 Ekim 1924‘te Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur.

19.Yüzyılın başlarında dünyayı dolaşan ünlü Müslüman seyyah Abdürreşit İbrahim Türkistan şehirlerine de gelir. İslam şehri Buhara’da gördüklerinden şaşıran bu zat şöyle der: Buradaki medreselerde talebeler yirmi sene ders görmektedir. Hayret ki bu yıllar devamında iki kelime Arapça öğrenemeyen talebeler vardır… (Devam edecek )

Devami

Türkistan’ın Önemi

turkistan-380x217

 

Türkistan coğrafi olarak Asya kıtasında, Doğu’da Altay dağları ve Çin seddine, Batı’da Ural dağları ve Hazar denizine, Kuzey’de Sibirya ormanlarına, Güney’de Herat ve Horasan’a yayılan ve eski zamandan beri Türk kavimlerinin yaşamakta olduğu bölgenin ismidir. Türkistan denilince akla ilk önce, Ceyhun (Amuderya) ve Seyhun (Sirderya) nehirlerinin arasındaki, Maveraünnehr olarak adlandırılan ve medeniyetler beşiği olan bölge gelir. Türkistan’da Fergana vadisi, Altaylar, Pamir, Hindikuş, Tiyenşan dağlarının yanısıra, dünyanın 3. Büyük gölü olan Aral gölü, Balkaş gölü, Akmolla, Bişkek, Çimkent, Semerkant, Buhara, Taşkent, Kaşgar, Farab, Almata, Belh, Aşkabad gibi tarihi şehirler bulunmaktadır. Bu topraklar İmam Buhari, Tirmizi, Ahmet Yesevi, Ebu Leys Semerkandi, İmam Serahsi, Zemahşeri, Biruni, İbni Sina, Farabi, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Yusuf Has Hacib, Kaşgarlı Mahmut, Ali Şir Nevai, Harezmi gibi ilim erbabını, Emir Timur, Babur, Şeybani Han, Hüseyn Baykara, Harezmşah gibi devlet adamlarını yetiştirmiştir.

Uluğ Türkistan, günümüzde Özbekistan, Kazakistan, Kirgizistan, Türkmenistan, Tajikistan, Doğu Türkistan (Uygur Özerk Bölgesi), Küzey Afganistan ve Horasan topraklarını içine alan bölgenin tarihi ismidir.

Batı Türkistan‘da (2013 verilerine göre yaklaşık)  4 milyon 200 bin km2 üzerinde 80 milyon Türkistanlı yaşamaktadır.

Özbekistan :  31 milyon nüfus, 450 bin km2 yüzölçüm

Kazakistan :  17 milyon   ”          2.725 bin km2      ”

Türkmenistan: 6 milyon   ”            500 bin km2      ”

Tacikistan :    8.3 milyon   ”           150 bin km2      ”

Kırgızistan :  6 milyon       ”           200 bin km2      ”

K.Afganistan: 5 milyon      ”

Doğu Türkistan‘da   1820 bin km2 üzerinde yaklaşık 40 milyon Türkistanlı yaşamaktadır.

Büyük Türkistan yaklaşık 120 milyon nüfus ile 6 milyon km2 alana sahiptir.

escobar_1

 

Türkistan’ın Önemi

Türkistan, hicri 2. asırdan itibaren İslam’ın ilim ve irfan bayrağını devralmış önemli bir bölgedir. Asırlar boyunca yetiştirdiği alimler ve gönül erleri vasıtasıyla dünyayı aydınlatmıştır. Miladi 16. asırdan itibaren bu ışık zayıflamaya meyletmişse de bu miras günümüze kadar ulaşmıştır.

19. asır sonlarında, dünyayı paylaşmak isteyen emperyal devletler müslüman halklara insafsızca saldırmaya başlamış ve Türkistan da maalesef bundan payını almış; hatta en insafsız işgal, sömürü ve asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır. Şunu özellikle hatırlatmak isteriz ki, Türkiye’de uygulanan kültür emperyalizmi metodları Türkistan halkına da uygulanmıştır. Harf inkilabı, din eğitiminin yasaklanması, İslami kurumların kapatılması bunlara örnek verilebilir. Hem Türkiye’de hem de Türkistan’da bu uygulamalar neticesinde Müslüman Türk toplulukları birbirinden koparılmaya çalışılmıştır. Diğer bir büyük Müslüman unsur olan Arap kardeşlerimiz, yıllarca sömürgecilerin hakimiyeti altında kalmalarına rağmen umumi surette dillerinden ve alfabelerinden uzaklaştırılamamışlardır. Arap alemi içerisinde dil ve alfabe birliğinden söz edilebilir. Halbuki Türkiye ile Türkistan arasında bir alfabe birliğinden söz edilmesi bir yana dursun, Türkistan’daki topluluklar arasında dahi alfabe birliğinden söz etmek mümkün değildir. Alfabe farkı zamanla dil birliğinden uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Emperyalizmin kapitalist ve sosyalist kuvvetleri bu konuda eşine az rastlanır bir işbirliği örneği göstermişlerdir.

Türkistan’ın jeopolitik önemi, doğal kaynak zenginliği ve potansiyel insan kaynağı bu bölgede birçok oyunun tezgahlanmasında en önemli sebeptir.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda, ortak kaynaktan beslenen Türkiye ve Türkistan halkları arasındaki medeniyet, ilim, irfan ve gönül damarlarının canlandırılması, gerçekleştirilmesi gereken en önemli husustur. Şu unutulmamalıdır ki; Türkistan halkının en yakın dostu Türkiye’dir. Biz ortak sosyo-kültürel özelliklere sahip iki ayrı coğrafyada yaşayan tek bir milletiz.

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

Size bir gölün, daha doğrusu eski bir gölün öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Allah’ın (cc) var ettiği ve insanların yok ettiği bir göl öyküsüdür bu. Sözünü ettiğim Aral gölüdür. Orta Asya topraklarının ziyneti olan Aral gölü bugün tamamen öldü ve onun katilleri kendilerinde insanlıklarını öldürenlerdir. Başta size göl hakkında genel bilgiler sunacağım. Sonra sizleri Aral gölünün su damarı olan Seyhun ve Ceyhun, yani Sir Derya ve Amu Derya kıyılarına götüreceğim.

ÇÖL OLAN GÖL

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

BİRİNCİ YAZI

YAZAR HAKKINDA

Meşhur hadis âlimi İmam Tirmizi’nin hemşerisi olan yazar 1957 yılında doğdu. Sovyet döneminde ismi Namaz Normuminoviç Mamatkulov olan yazarımız Rusların baba ve soy adlara taktıkları “iç” ve “ov” eklerini atarak ismini Namaz Normumin oğlu Abdurrahman Muhammed olarak değiştirdi. Taşkent Tıp fakültesini bitirdikten sonra 13 sene cerrah olarak çalıştı. Sovyetlerin dağılma döneminde siyasi hayata başladı. “ERK” partisinin il başkanı ve MYK üyesi olarak memleketinin bağımsızlık mücadelesine katıldı. 1993 yılda Türkiye’ye gelen yazar burada siyasi faaliyetlerini sürdürmekle beraber İslam kaynaklarından kendi diline çeviriler yaptı. Şu anda Norveç’te istikamet eden yazarın “İmanın Şubeleri” isimli bir kitabi Türkçe olarak yayınlanmıştır. Üç çocuk babası olan yazar Özbek ve Anadolu Türkçesinin yanında Rus, Norveç dillerinde ve orta derecede Arapça ve İngilizce konuşmaktadır.

YAZARIN ÖNSÖZÜ

Size bir gölün, daha doğrusu eski bir gölün öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Allah’ın (cc) var ettiği ve insanların yok ettiği bir göl öyküsüdür bu. Sözünü ettiğim Aral gölüdür. Orta Asya topraklarının ziyneti olan Aral gölü bugün tamamen öldü ve onun katilleri kendilerinde insanlıklarını öldürenlerdir. Başta size göl hakkında genel bilgiler sunacağım. Sonra sizleri Aral gölünün su damarı olan Seyhun ve Ceyhun, yani Sir Derya ve Amu Derya kıyılarına götüreceğim. Burası tarihte Maverünnehir ya da Türkistan diye yâd edilen bölgedir. Yine size Türkistan mahalli beylerinin kısa öyküsünü anlatacağım. Çünkü İslam toprakları olan Maverünnehir işte bu beyinsiz beylerin yüzünden Ruslara esir düşmüştür. Aral gölünü öldüren Sovyetlerin Orta Asya’da uyguladıkları zülüm politikasından bahis edeceğim. Bir de Orta Asya Cumhuriyetlerinin bugün uyguladıkları politikaları ve Rusya’nın kendi içinde ve bölgedeki çıkmazlarından bahis edeceğim. Bu şekilde Aral gölü faciası örneğinde insanoğlunun kendisine ve çevresine ne kadar zülüm edebileceğini öğrenmiş olacağız.

Başarı Allah’tandır.

 

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

BİRİNCİ YAZI

ARAL GÖLÜ HAKKINDA TARİHİ VE COĞRAFİ BİLGİLER

Batı Türkistan’da Özbekistan ile Kazakistan arasında bulunan Aral gölü Asya’nın ikinci, dünyanın dördüncü büyük gölü idi. Gölün suyu çekilmeden önceki yüzölçümü 64.500 kilometrekare ile 68.700 kilometrekare arasında idi. Büyüklük sırasına göre; Hazar Denizi, Superior (Kuzey Amerika), Viktorya (Afrika) göllerinden sonra gelirdi.

Jeolojik “Diluvyal devirde” Aral Gölünün yüzeyi daha yüksekte olup güney tarafından Hazar Denizi (gölü) ile bağlantısı vardı. Karakum,Kızılkum ve Üstyurt çölleriyle çevrilidir. Gölün bulunduğu bölgede yazları çok sıcak geçen kurak bir iklim hüküm sürer. Akarsuların göle su taşımalarına rağmen buharlaşma, gelen sudan daha fazladır. Bu bakımdan göl gittikçe küçüldü.
Su ile dolu dönemlerde en derin yeri 68 metre idi. Geri kalan kısmının derinliği 20 metreyi geçmez. Gölün denizden yüksekliği 48, Hazar denizinden yüksekliği 78 metredir. Genişliği 228 ve uzunluğu 420 kilometre idi. Tuzluluk derecesi düşüktür (% 0,0103).

Gölün batı kıyıları dik, doğu ve güney kıyıları düz ve yassı, kuzey kıyıları girintili çıkıntılıdır. Aral Gölüne Amu Derya (Ceyhun) ve Sir Derya (Seyhun) nehirleri dökülür. Ayrıca etrafındaki yüksek dağların su kaynakları ile beslenir. Etrafı çöl olduğundan göl kenarında şehir yoktur. Göle Taşkent-Orenburg demiryolu yakındır.
Aral Gölünde irili ufaklı pek çok ada ve adacıklar vardır. Eski günlerinde gölde bol miktarda balık bulunurdu. Bilhassa sazan balığı bakımından çok zengin idi. “Hazar’ı Aral’a Birleştirme Projesi” üzerinde çalışılmaktadır. Bu projeye göre, Obi ırmağının suları Aral’a akıtılarak, Aral Gölü ile Hazar Denizi bir kanalla birleştirilmek istenmektedir.
Aral Gölü etrafında nüfus yoğunluğu azdır. Bunlar da Aral gölünde balıkçılıkla uğraşanlardır. Amu Derya ve Sir Derya nehirleri aşırı derecede alüvyon taşıdıklarından göl dolmakta ve küçülmektedir. Karadeniz, Hazar Denizi ve Aral Gölü birbirine yakın ve aynı çizgi üzerindedirler. Aral Gölü çevresi beş bin senelik bir devrede Türkler için mühim bir yerleşim merkezi olmuştur.

Aral Gölü’nde çağımızın en büyük çevre felaketi yaşanmaktadır. Amu Derya ve Sir Derya

1960’lı yıllardan beri gölü yeterince besleyememektedir. Sıcakların da etkisiyle kuruyan gölalanı %80 oranında küçülmüştür. Göl suları150 km içeri çekilmiş durumdadır.

Gölün küçülmesiyle birlikte suyunun tuz oranı artması da ilerlemektedir. Bu tuzlanmadan dolayı birçok  balık türlerinin nesli tükenmiştir.

Dünyanın en büyük dördüncü gölü olarak bilinen Orta Asya’daki Aral gölü, son 50 yılda kuruyarak yüzde 90 oranında küçüldü.

Özbekistan ile Kazakistan sınırındaki Aral gölü, Sovyetlerin bölgedeki pamuk üretimini artırmak için gölü besleyen nehirlerin yönünü değiştirmesi üzerine 1960’lardan beri kurumaya başladı.
Sovyetler Birliği’nin devasa pamuk tarlaları oluşturma planı çerçevesinde, 1940’larda sulama kanalları inşa edilmeye başlandı ve 1960’lara gelindiğinde yılda gölden 60 kilometreküp su çekiliyordu. 1997 yılına gelindiğinde ise göl orijinal büyüklüğünün yüzde 10’u kadar kaldı, ikiye bölündü.
Gölün küçülmesi balıkçılığa darbe vururken, suların çekilmesiyle dipte kalan tuzlu kum tabakaları rüzgâr estiğinde İskandinavya veJaponya‘ya kadar uçuşuyor, yerel halkın sağlığını tehdit ediyor.
Kurumuş göl yatağı şimdi paslanmış eski balıkçı teknelerinin mezarlığına dönmüş durumda ve çocukların oyun sahası haline geldi. Gölün kuruması pahasına yetiştirilen pamuk, şu anda eski Sovyet cumhuriyetlerinin büyük bölümünün ana gelir kaynaklarından birini oluşturuyor

1960’lı yıllardan beri göl yeterince beslenememektedir. Sıcaklarında etkisiyle kuruyan göl alanı %80 oranında küçülmüştür. Göl suları150 km içeri çekilmiş durumdadır. Böylece 20 ile 60 km3 tatlı su başka tarafa yönlendirilir ve gölün su seviyesi: 1960’larda senede yaklaşık 20 cm , 1970’lerde senede 50-60 cm ve 1980’lerde senede 80-90 cm azalır. 1989’da ise Aral Gölü ikiye ayrılır: Göçük göl(kuzey) ve Büyük göl (güney). 1960’ta yüzölçümü 68.000 km2 Gölün küçülmesiyle birlikte suyunun tuz oranı artması da ilerlemektedir. Bu tuzlanmadan dolayı birçok balık türlerinin nesli tükenmiştir.

Sovyetler Birliği döneminde 1960’lı yılların başında, ekonomistler Özbekistan ve Kazakistan‘daki pamuk ekiminin yoğunlaştırılması kararını alırlar. Arazileri sulamak için, Aral Gölü’nü besleyen Ceyhun ve Seyhun nehir suları başka tarafa yönlendirilir. Bir sonraki yazımızda işte bu iki nehrin tanıklık ettiklerinden söz ederiz…

(Aral gölü ile ilgili bu bilgiler medyada yayınlanan kaynaklardan alıntıdır.)

Devami