Türkistan’dan Mısır’a işleyen gemiler

 

  • Evliya Çelebi’ye göre Bursa, Bolu, Kütahya, Amasya, Maraş birer Türkistan şehridir
  • Hakan Erdem  Hakan Erdem 

Eğer çağdaşı Osmanlıların dilinde “Türkistan” veya “Türk Eli” kelimelerinin işaret ettiği mücessem yerler vardıysa, 17. Yüzyılın yorulmaz seyyahı, büyük hikâyecisi ve hoşsohbet eğlendiricisi Evliyâ Çelebi’nin yolu oralara uğramamış mıdır?

iç uğramaz olur mu? Ama sorunumuz büyük. Sorun, Evliyâ Çelebi’ye göre cim karnında nokta bile olmayan Koçi Bey’deki tek Türkistan referansına karşılık, onun 10 büyük cildindeki referans bolluğu bile değil. Sonuçta, Yapı Kredi Yayınları’nın yayınladığı ve geniş bir ekibin emeğinin ürünü olan transkripsiyon kullanışlı bir indeks içerdiği için ne kadar “Türkistan” referansı varsa ufak bir çabayla erişmek mümkün. Sorun, Evliyâ Çelebi’deki Türkistan kullanımlarının gösterdiği çeşitlilik ve dolayısıyla zuhur eden yorumlama ihtiyacı.

Bu konuda yapılacak belki ilk gözlem, Evliyâ Çelebi’nin, “Türkistan” adını birden fazla yer için kullanmış olmasıdır. Onun, Batı İran’daki Rûmiyye/Urumiye için “Şehr-i Türkistan-ı Azerbaycan” veya “Türkistan-ı İran” nitelemelerinin kullanıldığını kaydetmesi ilginçtir. Ayrıca, Orta Asya’yı kastederek “Tataristan Türkistan’ı” da diyor.  Kelimenin sözlük anlamının basitçe “Türklerin yaşadığı yerler” olduğu düşünülürse, Çelebi de farklı coğrafyalarda nerede Türk nüfus varsa orasını Türkistan olarak görmüş olabilir.

Ne var ki, Evliyâ Çelebi, Osmanlı’nın Avrupa’daki toprakları için hiç Türkistan nitelemesini kullanmıyor. Bu toprakların adı onda Rumeli’dir. Muhakkak ki Rumeli’nde de Türkler vardı ama ülkenin, Türkler geldiğinde, onların dilinde zaten başka bir etnik addan, Rum’dan, türeme bir adı olduğu ve herhalde Türkler de bu yörelerde çoğunluk olmadıkları için o ad öylece kaldı. Dolayısıyla, bir yerin Türkistan sayılması için sadece Türk nüfusa sahip olmasının yetmediğini söyleyebiliriz.

Evliya Çelebi’nin zihninde “Türkistan” denince Rumeli’den farklı, belli bir coğrafyanın canlandığını ise, hem de Rumeli bağlamlarındaki kullanımlarından kolayca anlayabiliyoruz. “Iklık” adlı müzik aletinden bahsederken “Bu saz Arabistan’da ve Türkistan’da çoktur amma Rumeli’nde asla yoktur” diyor. Aynı şekilde, Sofya’yı överken “Bu diyarda ılıcaya ‘bana’ derler. Acem’de germâb, Arab’da humma, Türkistan’da ılıca, Yörükistan’da kaplıca derler” demekte ki mübarek adam başımıza bir de “Yörükistan” sorunsalı açıyor. Hiç girmeyeyim, isteyenler nerelerde “kaplıca” deniyor, onu kıstas alarak bulmaya çalışsın. Yalnız geçerken şunu belirteyim ki Çelebi’nin kendisi “Türkistan” asıllı, yoksa “ılıca” demezdi!

Suyun öte yakasında, Rumeli’nde olduğu için midir nedir, ama Evliyâ, imparatorluğun başkentini de Türkistan’dan saymıyor. İstanbul için Türkistan nitelemesini kullandığını hiç görmedim. Onun Türkistan’ı kesinlikle taşrada bir yerdeydi. Öte yandan Türkistan’a ulaşması için büyük mesafeler katetmek zorunda da değildi. Bakın, payitahtın burnunun dibinde sayılabilecek bir uzaklıkta olan Bursa Yenişehir’i için ne diyor: “Ve bu şehir cümle bin üç yüz kiremit örtülü hâne-i zîbâlardır. Ve âb ü havası ve sahrâ-yı mezraları ve fezâsı latif Türkistanşehirlerinden bir müzeyyen şehirdir.” Anlaşılan Çelebi, Yenişehir’in kiremit kaplı damlarını, süslü evlerini, havasını suyunu, tarlalarını çayırlarını çok beğenmiş ki diğer “Türkistan” şehirleri ve kasabaları için kullandığı küçümseyici dili kullanmamış. İki adım ötedeki İnegöl’den Tavşanlı’ya hareket ettiğinde ise “Türkistan olmakla refikler alıp (…) nehr-i Ilıca’yı atlar ile ubur [geçtik] ettik” dediğine göre, Türklerin ülkesinde bir güvenlik sorunu vardı ve fazladan yoldaşlar almak gereğini duymuştu.

Kendi atalarının toprağı olan Kütahya içinse övgüden başka bir sözü yok ama övgülerini kurgulayışında biraz tuhaflık var: “Gerçi Anadolu’da Türkistan vilayettir, amma ulemâsı ve fuzalâsı ve şu‘arâsı gâyet çokdur. Zirâ halkı safâ ve zevk ile alûdedirler.” Bir Anadolu şehrinde okuryazar kişilerin, oturup kalkmasını, eğlenmesini bilen insanların bulunmasında ne tuhaflık vardı ki Çelebi böyle diyordu?

Evliya Çelebi’nin metni incelendiğinde bu kurgunun sadece Kütahya için değil, diğer Anadolu şehir ve kasabaları için de geçerli olduğunu görürüz. Doğuya doğru ilerleyerek birkaç örnek daha vereyim. Bolu için, “Türkistan’da bu dahi bir şehr-i ganimettir” diyerek bolluğunu övüyor ve “Gerçi Türkistandır amma ayân u eşrafı ve tüccarı çokdur. Gerçekden bir mamûr ve âbâdan şehr-i muazzamdır kim (…) cümle üç bin tahta örtülü hane-i zibalardır” diyor. Bolu’nun zenginlerinin evleri ve hanlar ise kiremit örtülüymüş.

Lâdik (Amasya) için “Gerçi Türkistan şehirlerindendir amma farisü’l- hayl sipahileri ve erbâb-ı maârif yaranları çokdur. Vasatü’l-hâl olanları tüccar ve ehl-i hirefdir. Çuka ferace ve kontuş giyip gûnâ-gûn akça ve gökçe ve pakça esbab giyerler” diyor. Atlı askerlerinin ve okuryazar takımının çokluğu, orta hâlli takımının tüccar ve esnaf oluşu ve insanlarının çeşitli renklerde temiz pak giyinmesi Evliyâ için hoş sürprizler olmuşa benziyor. Çorum da “Gerçi Türkistan şehirlerindendir amma yine erbâb-ı maarifi ve nükte-şinâs çelebileri, ulemâ ve sulehâ”sı olan bir yerdir. Osmanlı’nın Rum vilayetinde olan Tokat ise “Gerçi diyar-ı Rum-ı behçet-rüsûm-ı Sivastan” imiş ama “yine Türkistan add olunup reaya ve berayası gayet koyu Etrak” olan bir yermiş. Son örneğim iyice doğudan, Kemah olsun: “GerçiErzene’r-rûm hâkinde Türkistan şehridir, amma garib-dost, sulehâ-yı ümmetten halûk ve selim âdemleri vardır.”

Bu yazıdaki asıl amacım Evliyâ’nın nereleri Türkistan olarak gördüğünü tesbit etmek ama Anadolu kentlerini överken takındığı “Türkistan olmasına rağmen” söylemine de çok kısa değineyim. Öyle görünüyor ki payitahttan yola çıkan bir çelebi, belki de oradaki diğer çelebilerden oluşan çevresinin ve okurlarının beklentileri doğrultusunda taşraya karşı ciddî önyargılar besliyor ve “Türkistan” dendiğinde cehaletin, yoksulluğun, düzensizliğin ve kaba-sabalığın hüküm sürdüğü, pejmürde kılıklı insanların yaşadığı bir yer anlıyordu. Mümkündür, diğer ülkelerde de payitaht/merkezin periferideki küçük kentler ve kasabalar hakkında böylesi önyargıları ve tepeden bakan görüşleri vardı. Tarihsel bağlamda bunun en aşırı örneklerinden biri Roma kentidir ama herhalde Doğu Roma’nın payitahtının da emperyal küstahlık vadilerinde hatırı sayılır bir yeri bulunuyordu.

Evliyâ Çelebi’nin yazdıklarından Anadolu’da olduğu iyice anlaşılan bu Türkistan’ın coğrafî- kültürel sınırları konusuna gelince, şanslıyız ki seyahatnamesi bu konuda da ufuk açıcı bilgiler içeriyor. Osmanlılarca fethinden sonra Ahıska’nın bir eyalet merkezi (Çıldır Eyaleti) yapılmasını Evliyâ: “Gürcistan ve Kürdistan, Türkistan ve Dağıstan ve Acem diyarının hudûdlarında intihâ-yı serhad” yani serhadin sonu olmasına bağlıyor. Buradaki Türkistan’ın Orta Asya Türkistanı olmadığı ve Anadolu olduğu, hiçbir şey değilse Anadolu’nun zikredilmemesinden anlaşılır. Eh, bu da bize “Türkistan”ın Kuzeydoğu sınırını verir. Bugün Gürcistan’da olan Ahıska’nın Türkiye sınırına sadece 15 kilometre mesafede bulunduğunu düşünürsek Evliya Çelebi’nin sınırında da büyük bir sapma olmadığını söyleyebiliriz.

Batı sınırı olan Rumeli’ni zaten gördük. Güneydeki Antakya içinse, bu kez Arabistan üzerinden giderek “hudut” çizmiş: “Meşhur Arabistan’ın ibtida hududu olmakla” diyor. Arabistan hududu Antakya’dan başlıyormuş. Şöyle devam ediyor: “Bu şehrin cânib-i garbı diyâr-ı Rum’dur. Bu şehir diyâr-ı Arabistan’ın ibtidâsıdır kim Irak-ı Arab yani şehr-i Haleb hududundadır.” Antakya, Halep hududundaymış ve batısında Rum ülkeleri varmış ki bundan da Anadolu ve Rumeli’yi birlikte anlamamız gerektiği kanısındayım. Halep’in kuzeyindeki Maraş içinse  “Bu şehirTürkistan şehirlerindendir” diyor. O dönemde Halep ve tüm Arabistan’ın Osmanlı yönetiminde olduğu düşünülürse buradaki sınırın siyasî bir karşılığının olmadığını daha çok dil ve kültür ekseninde çizilen bir iç sınır olduğunu söylemeliyiz ki bu, bugünkü Türkçe-Arapça dil sınırlarıyla da uyumludur.  Evliyâ Çelebi’nin zihniyet haritasında aynı imparatorluk içinde Arabistan, Türkistan, Rumeli gibi farklı memleketlere muhakkak ki bir yer vardı.

Üç aşağı beş yukarı bugünkü Türkiye sınırlarıyla büyük benzerlik gösteren bir bölgeye Evliya Çelebi’nin Türkistan dediğine dair örnekleri çoğaltmak, onun bu bölgenin adet, görenek, dil ve mimarî özellikleri hakkındaki görüşlerini alıntılamak da mümkün. Vurgulamak istediğim, henüz 17. Yüzyılda bir Osmanlının kafasında bir Türkistan olması ve daha da önemlisi bu coğrafyanın sınırları hakkında da gayet oturmuş görüşleri bulunmasıdır.

Evliyâ Çelebi’nin “Türkistan” dediğinde kesinlikle Orta Asya’yı değil Anadolu’yu kastettiğine dair bir örnekle bitireyim. Olur ya, tarihçiler de bazen bir şeyi kanıtlar. Çelebi, İskenderiye limanı için “Mısır’ın baş iskelesidir ve cümle kâfiristan veTürkistan gemilerinin ârâmgâhıdır [durağıdır]” diyor. O dönemde denize erişimi olmayan Orta Asya’yı ve henüz bir kanal olmadığı için Kızıldeniz tarafından gemi göndermesi imkânsız olan İran’ı diğer muhtemel adaylar olarak elersek, Anadolu’dan başka bir Türkistan kalıyor mu İskenderiye’ye gemi gönderecek? Osmanlılar son zamanlara kadar Türkiye diye bir mevcudiyetten haberdar değildi mi demiştiniz? “Türkiye” yerine “Türkistan” demelerine bakarak bu yargıya ulaşmamıştınız umarım.

herdem@karar.com

(Karar Gazetesi, 9 Ekim 2016)

Devami

Ko‘hna Toshkent darvozalari

Тошкент қадимий тарихга эга бўлиб, у ўтган давр мобайнида кўпдан-кўп босқинчилик ва шафқатсизликларни бошидан кечирди. Шу сабабдан шаҳар халқи озодлик ва мустақиллик йўлида узоқ йиллар қаҳрамонона кураш олиб борди. Тошкент қулай географик ўринда жойлашганлиги боис доим ўзга давлатларнинг эътиборини ўзига тортиб келган. Шаҳар ташқи душманлардан сақланиш учун ўша даврлардаёқ девор билан ўраб олинган эди. Тарихий маълумотларга кўра, 19 асрдаёқ Тошкент уч қатор айланма девор билан қуршаб олинган.

Ҳусниддин Нурмуҳаммедовнинг «Тошкентнинг қадимги дарвозалари» деб номланган асарида Тошкент девори ҳақида қуйидаги маълумотлар келтириб ўтилган: «18 асрнинг охирларида шаҳар мудофаа деворининг баландлиги салкам 8 метр, тепа қисмининг кенглиги 2 метргача бўлган. Девор айланасининг узунлиги 18,2 км., шаҳарнинг умумий майдони эса 26,4 кв. км.ни ташкил этган».

Тўхтовсиз урушлар натижасида шаҳар девори яроқсиз ҳолга келиб, қайта қуришни талаб қилгани боис ХIХ асрнинг ўрталарида Тошкент шаҳрининг беклар беги шаҳар деворини қайтадан таъмирлатади. Бу вақтда девор баландлиги 10 метрдан ошиб, деворнинг юқори қисмида душманга ўқ отиш учун кўплаб шинаклар очилган эди. Шаҳар мудофаа деворининг 12 та дарвозаси (Тахтапул, Лабзак, Қашқар, Қўқон, Қўймас, Беш­ёғоч, Камолон, Самарқанд, Кўкча, Чиғатой, Сағбон, Қорасарой) ва иккита қоф­қаси (яъни, 1 нафар отлиқ кириб чиқадиган туйнукчаси) бўлган.

Бу 12 дарвозанинг ҳаммаси катта йўл устида қурилган бўлиб, дарвозалар мустаҳкам, қаттиқ ёғоч – тоғ арчасидан ясалган ва уст томонига нақшинкор безаклар берилган. Ҳар бир дарвозада жуфт халқалар ва калитлар бўлган. Калитлар дарвозабонлар қўлида сақланган. Дарвозабонлар дарвозани тонгда очиб, қуёш ботганда беркитганлар. Дарвоза ёпилгандан сўнг, уни очишга ҳеч кимнинг ҳаққи бўлмаган. Фақатгина шаҳар ҳокимининг ўта зарур фармойиши бўлгандагина дарвозани очишга рухсат берилган. Дарвозадан ичкарига кирганда узун йўлак бўлиб, унинг икки томонида ҳужралар жойлашган. Ҳужраларнинг бири овқатланиш жойи бўлса, иккинчиси дам олиш хонаси бўлган. Дарвозабонлар вақти-вақти билан алмашиниб навбатчилик қилганлар. Шаҳарнинг ўн икки дарвозаси ортида ҳаёт қизғин давом этган.

Маълумотларга кўра, шаҳарда боғдорчилик яхши ривожланган. Бу ерда ёнғоқ, олма, нок, шафтоли, узум етиштирилган. Шафтолининг шундай бир машҳур нави бўлганки, унинг бир донасидан бир пиёла шарбат чиққан. Ёнғоқнинг, айниқса, ғалвир деб номланган нави кўп бўлиб, унинг мағзи кўриниб турган. Тошкент ўзининг ажойиб манзараси ва гуллари билан ҳам ажралиб турган. Гуллар орасида, айниқса, Тошкент лоласи машҳурдир. Лоланинг бу нави саккиз, ўн икки япроқли бўлиб, улар бир-бирига ўхшамайдиган турли ранглар билан қопланган.

Тарихчи Ҳамид Зиёэвнинг «Тарих – ўтмиш ва келажак кўзгуси» асарида 1741 йили Тошкентга келган татар савдогари Шубай Арслоновнинг Тошкент ҳақидаги маълумотлари келтирилиб, шаҳарнинг ўша даврдаги таш­қи ва ички манзараси қу­йидагича тасвирланади: «Тошкент шаҳри қалин пахса девор ва зовурлар билан ўраб олинган. Шаҳар катталиги жиҳатидан Қозон шаҳрига тенг келади. Унинг ўн икки дарвозаси бор. Бу ерда иморатлар тартибсиз ҳолда пахса девор билан қурилган. Шаҳарда боғ ва масжидлар кўп. Катта масжидларда кўпчилик бўлиб намоз ўқиганлар. Дарвозалар олдида алоҳида миршаблар туради. Уларда тўп йўқ, узоққа отадиган милтиқлар бор. Бундай милтиқлар Тошкентда ясалади. Шаҳарни ўн икки кишидан ташкил топган кенгаш бошқарган. Ҳукумат қароргоҳи Кўкча дарвозаси ёнидаги қалъада иш юритади. Тошкентдан Туркистонгача бўлган йўлни юк карвони олти кунда босиб ўтган. Иргиз дарёсидан Уфагача уч кун, Бухорогача ўн кун, Балхга йигирма кун, Бадахшонгача ўн беш кун юрилган».

1865 йил 16 июнда чор Россияси қўшинлари шаҳарни босиб олгандан сўнг, ўн икки дарвозанинг рамзий олтин калитларини генерал Черняэв 1865 йилда Петербургдаги ҳарбий музейга топширган. Калитлар 1933 йил 14 июнда Ўзбекистонга олиб келиниб, Ўзбекистоннинг Москвадаги доимий вакили Муҳиддин Турсунхўжаэв томонидан қабул қилинган ва улар ёдгорликларни сақлаш қўмитасининг раиси Низомиддин Хўжаэвга топширилган. Бу ҳақдаги далолатнома Ўзбекистон ­халқлари тарихи музейида сақланмоқда. Низомиддин Хўжаэв ташаббуси билан калитлар устида текширувлар ўтказилганда, тахмин қилинганидек, кумушдан ясалиб, устига олтин суви юритилган бўлмай, балки соф олтиндан ясалганлиги аниқланган. Ҳозирда бу калитларнинг ўн биттаси Ўзбекистон Республикаси Марказий Банкида сақланаётган бўлса, биттаси Ўзбекистон халқлари тарихи музейида кўргазмага қўйилган. Бу калитларнинг ҳар бирида ясалган вақти (ҳижрий 1282 йил) ва дарвозалар номи ёзиб қўйилган.

Шуниси эътиборга моликки, барча дарвозаларнинг чиқаверишида қабристонлар бўлиб, уларнинг аксарияти ҳозирги кунгача сақланиб қолган. Баъзиларидан бугунги кунда ҳозир ҳам фойдаланилади. Бу қабристонларга шаҳар мудофаасида қаҳрамонона кураш олиб борган юртнинг мард ўғлонлари дафн этилган.

————————-

Dunyoda shaharlar ko‘p – Rim, London, Moskva, Istanbul, Tehron, Madrid, Dushanbe, Nьyu-York, Toshkent… Ularning ro‘yxatini yana ancha davom ettirish mumkin. Bu shaharlarga turli xil ma’nolarni anglatuvchi ta’riflar berilgan. Rim – modalar shahri, London – tumanlar shahri, Parij – go‘zallar shahri, Lissabon – dengizchilar shahri… Vatanimiz poytaxti Toshkentni esa non shahri yoki devorlar qurshovidagi shahar deya e’tirof etishadi.

Toshkent qadimiy tarixga ega bo‘lib, u o‘tgan davr mobaynida ko‘pdan-ko‘p bosqinchilik va shafqatsizliklarni boshidan kechirdi. Shu sababdan shahar xalqi ozodlik va mustaqillik yo‘lida uzoq yillar qahramonona kurash olib bordi. Toshkent qulay geografik o‘rinda joylashganligi bois doim o‘zga davlatlarning e’tiborini o‘ziga tortib kelgan. Shahar tashqi dushmanlardan saqlanish uchun o‘sha davrlardayoq devor bilan o‘rab olingan edi. Tarixiy ma’lumotlarga ko‘ra, 19 asrdayoq Toshkent uch qator aylanma devor bilan qurshab olingan.

Husniddin Nurmuhammedovning «Toshkentning qadimgi darvozalari» deb nomlangan asarida Toshkent devori haqida quyidagi ma’lumotlar keltirib o‘tilgan: «18 asrning oxirlarida shahar mudofaa devorining balandligi salkam 8 metr, tepa qismining kengligi 2 metrgacha bo‘lgan. Devor aylanasining uzunligi 18,2 km., shaharning umumiy maydoni esa 26,4 kv. km.ni tashkil etgan».

To‘xtovsiz urushlar natijasida shahar devori yaroqsiz holga kelib, qayta qurishni talab qilgani bois XIX asrning o‘rtalarida Toshkent shahrining beklar begi shahar devorini qaytadan ta’mirlatadi. Bu vaqtda devor balandligi 10 metrdan oshib, devorning yuqori qismida dushmanga o‘q otish uchun ko‘plab shinaklar ochilgan edi. Shahar mudofaa devorining 12 ta darvozasi (Taxtapul, Labzak, Qashqar, Qo‘qon, Qo‘ymas, Besh­yog‘och, Kamolon, Samarqand, Ko‘kcha, Chig‘atoy, Sag‘bon, Qorasaroy) va ikkita qof­qasi (ya’ni, 1 nafar otliq kirib chiqadigan tuynukchasi) bo‘lgan.

Bu 12 darvozaning hammasi katta yo‘l ustida qurilgan bo‘lib, darvozalar mustahkam, qattiq yog‘och – tog‘ archasidan yasalgan va ust tomoniga naqshinkor bezaklar berilgan. Har bir darvozada juft xalqalar va kalitlar bo‘lgan. Kalitlar darvozabonlar qo‘lida saqlangan. Darvozabonlar darvozani tongda ochib, quyosh botganda berkitganlar. Darvoza yopilgandan so‘ng, uni ochishga hech kimning haqqi bo‘lmagan. Faqatgina shahar hokimining o‘ta zarur farmoyishi bo‘lgandagina darvozani ochishga ruxsat berilgan. Darvozadan ichkariga kirganda uzun yo‘lak bo‘lib, uning ikki tomonida hujralar joylashgan. Hujralarning biri ovqatlanish joyi bo‘lsa, ikkinchisi dam olish xonasi bo‘lgan. Darvozabonlar vaqti-vaqti bilan almashinib navbatchilik qilganlar. Shaharning o‘n ikki darvozasi ortida hayot qizg‘in davom etgan.

Ma’lumotlarga ko‘ra, shaharda bog‘dorchilik yaxshi rivojlangan. Bu erda yong‘oq, olma, nok, shaftoli, uzum etishtirilgan. Shaftolining shunday bir mashhur navi bo‘lganki, uning bir donasidan bir piyola sharbat chiqqan. Yong‘oqning, ayniqsa, g‘alvir deb nomlangan navi ko‘p bo‘lib, uning mag‘zi ko‘rinib turgan. Toshkent o‘zining ajoyib manzarasi va gullari bilan ham ajralib turgan. Gullar orasida, ayniqsa, Toshkent lolasi mashhurdir. Lolaning bu navi sakkiz, o‘n ikki yaproqli bo‘lib, ular bir-biriga o‘xshamaydigan turli ranglar bilan qoplangan.

Tarixchi Hamid Ziyoevning «Tarix – o‘tmish va kelajak ko‘zgusi» asarida 1741 yili Toshkentga kelgan tatar savdogari Shubay Arslonovning Toshkent haqidagi ma’lumotlari keltirilib, shaharning o‘sha davrdagi tash­qi va ichki manzarasi qu­yidagicha tasvirlanadi: «Toshkent shahri qalin paxsa devor va zovurlar bilan o‘rab olingan. Shahar kattaligi jihatidan Qozon shahriga teng keladi. Uning o‘n ikki darvozasi bor. Bu erda imoratlar tartibsiz holda paxsa devor bilan qurilgan. Shaharda bog‘ va masjidlar ko‘p. Katta masjidlarda ko‘pchilik bo‘lib namoz o‘qiganlar. Darvozalar oldida alohida mirshablar turadi. Ularda to‘p yo‘q, uzoqqa otadigan miltiqlar bor. Bunday miltiqlar Toshkentda yasaladi. Shaharni o‘n ikki kishidan tashkil topgan kengash boshqargan. Hukumat qarorgohi Ko‘kcha darvozasi yonidagi qal’ada ish yuritadi. Toshkentdan Turkistongacha bo‘lgan yo‘lni yuk karvoni olti kunda bosib o‘tgan. Irgiz daryosidan Ufagacha uch kun, Buxorogacha o‘n kun, Balxga yigirma kun, Badaxshongacha o‘n besh kun yurilgan».

1865 yil 16 iyunda chor Rossiyasi qo‘shinlari shaharni bosib olgandan so‘ng, o‘n ikki darvozaning ramziy oltin kalitlarini general Chernyaev 1865 yilda Peterburgdagi harbiy muzeyga topshirgan. Kalitlar 1933 yil 14 iyunda O‘zbekistonga olib kelinib, O‘zbekistonning Moskvadagi doimiy vakili Muhiddin Tursunxo‘jaev tomonidan qabul qilingan va ular yodgorliklarni saqlash qo‘mitasining raisi Nizomiddin Xo‘jaevga topshirilgan. Bu haqdagi dalolatnoma O‘zbekiston ­xalqlari tarixi muzeyida saqlanmoqda. Nizomiddin Xo‘jaev tashabbusi bilan kalitlar ustida tekshiruvlar o‘tkazilganda, taxmin qilinganidek, kumushdan yasalib, ustiga oltin suvi yuritilgan bo‘lmay, balki sof oltindan yasalganligi aniqlangan. Hozirda bu kalitlarning o‘n bittasi O‘zbekiston Respublikasi Markaziy Bankida saqlanayotgan bo‘lsa, bittasi O‘zbekiston xalqlari tarixi muzeyida ko‘rgazmaga qo‘yilgan. Bu kalitlarning har birida yasalgan vaqti (hijriy 1282 yil) va darvozalar nomi yozib qo‘yilgan.

Shunisi e’tiborga molikki, barcha darvozalarning chiqaverishida qabristonlar bo‘lib, ularning aksariyati hozirgi kungacha saqlanib qolgan. Ba’zilaridan bugungi kunda hozir ham foydalaniladi. Bu qabristonlarga shahar mudofaasida qahramonona kurash olib borgan yurtning mard o‘g‘lonlari dafn etilgan.

Devami

“Turon tarihiga bir nazar” (Kiril ve Lotın harflarida)

Ҳар бир киши ўз юртига бўлган меҳр-муҳаббатининг рамзи сифати, бу юртнинг тарихини ўрганади. Қўлидан келганлар эса, ушбу ўзи ўрганган нарсаларни келажак авлодларга ҳам қолдиришни ўйлайди, бунинг учун ҳаракат қилади.

Шундай уринишлардан бири Саййид Абдулмўмин ибн Саййид Акрамнинг “Турон тарихига ёғдулар” номли китобидир.

Китобнинг муаллифи Бухорода болшевиклар инқилобигача ҳукмдор бўлган манғит хонлари сулоласидандир. У кишининг отаси Саййид Акрамхон Музаффархон ўғли Бухоронинг охирги амири Саййид Олимхоннинг амакиваччасидир. Саййид Абдулмўмин ибн Саййид Акрамхон 1318 ҳ. санада отаси ҳоким бўлиб турган Ғузор вилоятида таваллуд топган. Ёшлигида мадрасани тамомлаб, сўнгра от чопиш, ўқ отиш каби ҳарбий машқларни ўрганди. Русияда коммунистлар давлат тўнтариши қилганда, қамоқлардан беш юз нафар австриялик асирлар қочиб, Бухоронинг шарқига келдилар. Уларнинг ичида харбий муҳандислар ҳам бор эди. Ўша ернинг ҳокими бўлган Саййид Акрамхон мазкур австриялик муҳандислардан бухоролик муҳандислар билан ҳамкорликда тўп-замбарак ясашни йўлга қўйишни таклиф қилади ва бу ишга ўз ўғли Саййид Абдулмўминни бош этиб тайинлайди. Иш юришиб, тўплар тажрибадан яхши ўтади. Муҳандисларни Амир Олимхон ишга таклиф қилади. Болъшевик-коммунистлар ҳужуми аввалида Саййид Абдулмўмин тоғда қамалда қолган аёллар ва ёш болаларни қутқаришга бош бўлади. Коммунистлар ҳужумини тўсиш учун истеҳкомлар қуришда иштирок этади. Ҳимоя чизиғига етиб келган Амир Олимхон Саййид Адулмўминга аёллар ва ёш болаларни Афғонистонга олиб ўтишни топширади. Афғонистонда бир қанча муддат яшагандан сўнг укаси Ҳошим билан кобуллик ҳожилар гуруҳида ҳажга боради ва ўша ерда яшаб қолади. Маккадаги Бухоро амирлиги тамонидан қилинган вақфларга нозирлик қилади. У киши яқинда Маккада вафот этди. (Аллоҳ ўз раҳматига олсин).

Ўзи билан керакли ҳужжатларни тўплаб юрган Саййид Абдулмўмин юртимиз тарихи тўғрисидаги араб, форс ва турк тилларидаги китобларни кўплаб мутоала қилади. Ушбу мутоала ва уринишлари самараси ўлароқ араб тилида, “Азвоу алот тарихи Турон” яъни, “Турон тарихига ёғдулар” китобини ёзди. Китобни Робитатул Оламул Исломий нашр этган. Китоб муқаддимаси машҳур олим, Аҳмад Муҳаммад Жамол тамонидан ёзилганлиги ҳам алоҳида эътибор касб этади.

Муаллифнинг ўзи эътироф этиб, мен тарихчи олим эмасман, аммо Турон юртининг бир фарзанди сифатида юртимнинг менда ҳаққи борлигини ҳис этганимдан, ватандошларимга ўзим тўплаган ва билган ҳақиқатларни китоб шаклида қолдирмоқни қасд қилдим, дейди. Дарҳақиқат, муаллиф тарихчи олим эмас, аммо у киши тўплаган маълумот ва келтирган гувоҳлигу далилларни ҳар қандай тарихчи ҳам қила олмайди. Бир неча тилларни билиб, уларда ўқиб-ёзиб, ҳужжатларни солиштиришга ҳамма тарихчи ҳам қодир эмас.

Менимча, Саййид Абдулмўмин раҳматуллоҳи алайҳининг ўз кўзи билан кўрган воқеаларни ҳикоя қилишлари алоҳида аҳамиятга эга. Аввало, бу шахсий гувоҳлик бўлса, қолаверса, ўша даврдаги ҳукмрон тоифанинг вакили сифатида фикр юритишлари ўзгача маъно касб этади. Чунки бизнинг тарихимизда ва уни ўрганишда айнан ўша нарса етишмайди. Коммунистик инқилоб ва ундан кейинги воқеалар ҳозиргача фақат бир ёқлама, ёлғон билан талқин этилинди. “Турон тарихига ёғдулар” китобида эса, ҳукмни коммунистлар куч билан тортиб олган тоифа вакилининг кўз қараши ифода этилади. Бу билан, олдин фақат ёлғон маълумотлар бор эди, энди юз фоиз ростини топиб олдик, деб ҳам айтмоқчи эмасмиз. Тарихга қайта назар солиб, уни илмий йўл билан, омонат билан халқимизга тўғри ҳолда тақдим қилиш тарихчиларимизнинг бурчи. Ана ўша катта ҳажмдаги ишда эса, Саййид Абдулмўминга ўхшаш азизларимизнинг асарлари ўзининг муносиб ўрнини топади, деб ўйлаймиз.

“Турон тарихига ёғдулар” китоби фақат муаллифнинг хотираларидан иборат эмас, балки кўрган, эшитган воқеаларга жуда оз жой ажратилган. Китобнинг аввалида Туроннинг қадимги тарихидан сўз кетади, унинг ҳақидаги жўғрофий маълумотлар берилади. Сўнгра Ислом давридаги тарих ҳақида, турк халқларининг Ислом учун қилган хизматлари, Турон тупроғида етишган алломалар тўғрисида маълумотлар берилади. Турон заминида ҳукм сурган давлатлар бирма-бир эсга олинади. Турк халқларининг заифлашиши ва давлатларнинг парчаланиб кетиши ҳам тилга олинади. Ниҳоят, рус истилосига етиб келинади. Сўнгра муаллиф ўз қабиласига мансуб манғитлар сулоласининг ҳукми ҳақида сўз юритиб, султон ва амирлар, уларнинг ҳукмдорлиги ҳақида тарихий тасансул ила маълумотлар келтиради. Ундан кейин коммунистлар босқинидан сўнг бўлиб ўтган воқеаларга тўхталади.

Советлар тўғрисидаги бобни муаллиф “Бобомиз Музаффархон давридан бошлаб Амир Олимхон давригача ўтган олтмиш уч йилни Бухоро давлати рус подшоси Александр билан тузилган шартнома асосида тинчлик ва омонликда ўтказди”, деган иборалар билан бошлайди.

Сўнгра, Ленин бошлиқ коммунистлар давлат тўнтариши қилганидан сўнг, вазият тамоман ўзгаргани, янги келганлар ҳам шартнома тузган бўлишларига қарамай, аҳдида турмасликлари, ёлғончи ва хиёнаткор эканликларини ҳужжат ва далиллар билан баён қилади.

“Турон тарихига ёғдулар” китоби муаллифи Саййид Абдулмўмин коммунист ҳукмдорларни, аҳдига вафоси ҳам йўқ, виждони ҳам йўқ, одамларнинг молу-мулкини тортиб олиш, уламолар, бой кишилар ва ақл заковатлиларни йўқ қилишдан бошқа мақсади йўқ кишилар, деб васф қилади. Коммунистлар сиртда Бухоро давлатига дўстликни даъво қилсалар ҳам, ичда алдамчиликни ва уни босиб олишни режа қиларди, дейди муаллиф.

Ҳозиргача халқимизга тақдим қилинаётган коммунистча тарихда, қизил армия Бухоро халқи талабига биноан мазлум меҳнаткашларни озод қилиш учун келганда, Амир Олимхон Афғонистонга қочиб қолди, дейилади. Аммо Саййид Абдулмўмин ўз китобларида бошқача маълумотлар беради. Кўпчиликни ушбу биз учун янгилик бўлган маълумотлардан хабардор қилиш мақсадида бир оз тафсилотларни келтириб ўтишни лозим топдик.

Саййид Абдулмўминнинг ёзишларича, 1336 ҳ. сана жумадис сони ойида Колесов бошчилигидаги қизил армия Когонга етиб келган. Аммо амирлик кучлари уларни тўсиб, қамалга олган. Шунда Ленин ўз вакилини юбориб, Бухоронинг мустақиллигини эътироф қилган, Чор ҳукумати босиб олган ерларни қайтаришга, шунингдек, Бухорога қурол-аслаҳа, ўқ-дори ва учқичлар беришга ваъда берган. Бухорога элчи ва Тошкентдан ўн бир дона тўп ҳам юборган. Аммо қизиғи шундаки, юборилган тўпларнинг ўқи йўқ экан.

Амир Олимхон коммунистларнинг ваъдаси ёлғон экани маълум бўлганидан сўнг, қўшни давлатлардан қурол сотиб олган, аскар тўплаб машқ қилдирган.

Русия ичидаги бўҳронлар тинчигандан сўнг коммунистларнинг муомиласи ўзгарган. Улар Бухородаги элчилари орқали бекорга буғдой ва гуруч беришни талаб қилишган. Шунингдек, коммунист жосуслари одамларни ушлаб қамашган ва бошқа иғволар чиқариб, Бухорога ҳужум қилишга баҳона чиқаришга уринганлар. Амир Олимхон эллик минг аскар тўплаб, темир йўл бўйлаб истеҳкомлар қурган.

Шунда Ленин тезда Тошкентдан ўзининг Тиронов номли вакилини юбориб, янги найрангларни бошлаган. Амир Олимхонга шартномага амал қилиш Русияънинг ички бўҳронлари туфайли кечикиб қолганига узр айтган. Ўзининг Бухоро билан дўстлик алоқаларини давом эттириш ниятида эканлигини ва бу алоқалардан кўплаб яхшилик кутаётганини айтган. Шунингдек, Бухоронинг нима талаби бўлса, бажаришга тайёр эканлигини билдириб, темир йўлдаги қамалда қолган қизил армияни қамалдан чиқаришни сўраган. Бундан сўнг икки тараф учинчи бор шартнома тузиб имзо қўйишган. Шартномага амал қилиб, Амир Олимхон ўз аскарларини темир йўлдан уч мил масофага узоқлаштирган, чегарачилар сонини камайтирган.

Аммо коммунистлар ўз одатларича яна навбатдаги хиёнатни қилганлар. 1338 ҳ. сана зул ҳижжа ойининг ўн беши, душанба куни кечаси соат ўн иккида ҳужум бошлаб, чегарачиларни асир олганлар, ҳаводан, ердан, турли қуроллар билан Бухорога бостириб кирганлар. Кутилмаган бу коммунистик ғоратда фақат кекса кишилар, аёллар ва болалардан эллик минг киши ҳалок бўлган. Бошқа талофатларнинг ҳисоби йўқ даражада эди.

Бундан тўрт кун кейин Амир Олимхон давлат аёнлари ва йигирма беш минг аскар билан Бухородан чиқиб, ўн кундан сўнг Қўрғонтепага етиб боради. Сўнгра Бойсунда истеҳкомлар қуради. Шу ерда коммунистлар билан бухороликлар орасидаги уруш олти ой давом этади. Сўнгра коммунистларга Московдан ёрдам кучлари ва янги қурол-аслаҳа келади. Улар бухороликларга янги ҳужум бошладилар. Ўн кун давом этган шиддатли жанглардан сўнг бухороликларнинг ўқ-дорилари тугаб қолади. Амир Олимхон Афғонистон подшоси Омонуллохонга одам юбориб, пулга бўлса ҳам ўқ-доридан ёрдам бериб туришини сўрайди. Омонуллохон эса, Амир Олимхоннинг ўзи келсин, дейди. Ўз аскарларига мулла Муҳаммад Иброҳимбек девонбеги ва Давлатмандбек девонбегиларни бошлиқ этиб тайинлаган Амир Олимхон 1339ҳ. сана, 22 жумадус сони, чоршанба куни Жайҳун дарёсидан Афғонистонга ўтади. Омонуллохон уни тантана билан кутиб олади ва ўз меҳмони, деб эълон қилиб, 12000 рупия ойлик тайин қилади. Шундан кейин Амир Олимхон Омонуллохоннинг хоин эканлигини тушуниб етади. Омонуллохон Ленин билан тил бириктириб, уни алдаганини англайди. Ушбу хиёнат натижасида Амир Олимхон қасрда қамалиб қолади. Унга ҳеч қаёққа чиқишга, ҳатто ҳажга боришга ҳам рухсат берилмайди.

Амир Олимхон Афғонистонда тутилиб қолгандан сўнг ҳам унинг аскарлари Иброҳимбек бошчилигида коммунистларга қарши курашни давом этдирадилар. Хусусан, Туркиядан Анвар Пошша келиб, ҳарбий ишлар режаси тузилиб, Бойсун, Ғузор, Шеробод ва Қарши каби жойлар озод қилиниши катта ғалаба бўлди. У ерларга истеҳкомлар қурилди. Атрофдаги шаҳар ва қишлоқларда ҳам коммунистларга қарши қуролли кураш бошланиб, Иброҳимбекдан қўмондонлар беришни сўрай бошлашди. Уларга ҳам ёрдам берилди.

Ушбу ғалабалардан сўнг Иброҳимбек Омонуллохонга саккиз кишилик ҳайат юбориб, Амир Олимхоннинг озод қилинган ерларга қайтиб келишини таминлашни сўради. Аммо Омонуллохон турли баҳоналар билан ҳайатни қуруқ қайтарди. Амир Олимхонни яна саройда ушлаб қолди.

Амир Олимхон 1943 йил, 29 апрелда 64 ёшида Кобулда вафот этди.

“Турон тарихига ёғдулар” китобида бундан бошқа ҳам қизиқарли маълумотлар кўп. Тарихчиларимиз хоҳласалар, бу китобдан самарали фойдалинишлари мумкин.

Аллоҳ таоло барчамизни тўғри йўлга бошласин.

Манба: e-tarix.uz

———————————————————–

Har bir kishi o‘z yurtiga bo‘lgan mehr-muhabbatining ramzi sifati, bu yurtning tarixini o‘rganadi. Qo‘lidan kelganlar esa, ushbu o‘zi o‘rgangan narsalarni kelajak avlodlarga ham qoldirishni o‘ylaydi, buning uchun harakat qiladi.

Shunday urinishlardan biri Sayyid Abdulmo‘min ibn Sayyid Akramning “Turon tarixiga yog‘dular” nomli kitobidir.

Kitobning muallifi Buxoroda bolsheviklar inqilobigacha hukmdor bo‘lgan mang‘it xonlari sulolasidandir. U kishining otasi Sayyid Akramxon Muzaffarxon o‘g‘li Buxoroning oxirgi amiri Sayyid Olimxonning amakivachchasidir. Sayyid Abdulmo‘min ibn Sayyid Akramxon 1318 h. sanada otasi hokim bo‘lib turgan G‘uzor viloyatida tavallud topgan. Yoshligida madrasani tamomlab, so‘ngra ot chopish, o‘q otish kabi harbiy mashqlarni o‘rgandi. Rusiyada kommunistlar davlat to‘ntarishi qilganda, qamoqlardan besh yuz nafar avstriyalik asirlar qochib, Buxoroning sharqiga keldilar. Ularning ichida xarbiy muhandislar ham bor edi. O‘sha yerning hokimi bo‘lgan Sayyid Akramxon mazkur avstriyalik muhandislardan buxorolik muhandislar bilan hamkorlikda to‘p-zambarak yasashni yo‘lga qo‘yishni taklif qiladi va bu ishga o‘z o‘g‘li Sayyid Abdulmo‘minni bosh etib tayinlaydi. Ish yurishib, to‘plar tajribadan yaxshi o‘tadi. Muhandislarni Amir Olimxon ishga taklif qiladi. Bol’shevik-kommunistlar hujumi avvalida Sayyid Abdulmo‘min tog‘da qamalda qolgan ayollar va yosh bolalarni qutqarishga bosh bo‘ladi. Kommunistlar hujumini to‘sish uchun istehkomlar qurishda ishtirok etadi. Himoya chizig‘iga yetib kelgan Amir Olimxon Sayyid Adulmo‘minga ayollar va yosh bolalarni Afg‘onistonga olib o‘tishni topshiradi. Afg‘onistonda bir qancha muddat yashagandan so‘ng ukasi Hoshim bilan kobullik hojilar guruhida hajga boradi va o‘sha yerda yashab qoladi. Makkadagi Buxoro amirligi tamonidan qilingan vaqflarga nozirlik qiladi. U kishi yaqinda Makkada vafot etdi. (Alloh o‘z rahmatiga olsin).

O‘zi bilan kerakli hujjatlarni to‘plab yurgan Sayyid Abdulmo‘min yurtimiz tarixi to‘g‘risidagi arab, fors va turk tillaridagi kitoblarni ko‘plab mutoala qiladi. Ushbu mutoala va urinishlari samarasi o‘laroq arab tilida, “Azvou alot tarixi Turon” ya’ni, “Turon tarixiga yog‘dular” kitobini yozdi. Kitobni Robitatul Olamul Islomiy nashr etgan. Kitob muqaddimasi mashhur olim, Ahmad Muhammad Jamol tamonidan yozilganligi ham alohida e’tibor kasb etadi.

Muallifning o‘zi e’tirof etib, men tarixchi olim emasman, ammo Turon yurtining bir farzandi sifatida yurtimning menda haqqi borligini his etganimdan, vatandoshlarimga o‘zim to‘plagan va bilgan haqiqatlarni kitob shaklida qoldirmoqni qasd qildim, deydi. Darhaqiqat, muallif tarixchi olim emas, ammo u kishi to‘plagan ma’lumot va keltirgan guvohligu dalillarni har qanday tarixchi ham qila olmaydi. Bir necha tillarni bilib, ularda o‘qib-yozib, hujjatlarni solishtirishga hamma tarixchi ham qodir emas.

Menimcha, Sayyid Abdulmo‘min rahmatullohi alayhining o‘z ko‘zi bilan ko‘rgan voqealarni hikoya qilishlari alohida ahamiyatga ega. Avvalo, bu shaxsiy guvohlik bo‘lsa, qolaversa, o‘sha davrdagi hukmron toifaning vakili sifatida fikr yuritishlari o‘zgacha ma’no kasb etadi. Chunki bizning tariximizda va uni o‘rganishda aynan o‘sha narsa yetishmaydi. Kommunistik inqilob va undan keyingi voqealar hozirgacha faqat bir yoqlama, yolg‘on bilan talqin etilindi. “Turon tarixiga yog‘dular” kitobida esa, hukmni kommunistlar kuch bilan tortib olgan toifa vakilining ko‘z qarashi ifoda etiladi. Bu bilan, oldin faqat yolg‘on ma’lumotlar bor edi, endi yuz foiz rostini topib oldik, deb ham aytmoqchi emasmiz. Tarixga qayta nazar solib, uni ilmiy yo‘l bilan, omonat bilan xalqimizga to‘g‘ri holda taqdim qilish tarixchilarimizning burchi. Ana o‘sha katta hajmdagi ishda esa, Sayyid Abdulmo‘minga o‘xshash azizlarimizning asarlari o‘zining munosib o‘rnini topadi, deb o‘ylaymiz.

“Turon tarixiga yog‘dular” kitobi faqat muallifning xotiralaridan iborat emas, balki ko‘rgan, eshitgan voqealarga juda oz joy ajratilgan. Kitobning avvalida Turonning qadimgi tarixidan so‘z ketadi, uning haqidagi jo‘g‘rofiy ma’lumotlar beriladi. So‘ngra Islom davridagi tarix haqida, turk xalqlarining Islom uchun qilgan xizmatlari, Turon tuprog‘ida yetishgan allomalar to‘g‘risida ma’lumotlar beriladi. Turon zaminida hukm surgan davlatlar birma-bir esga olinadi. Turk xalqlarining zaiflashishi va davlatlarning parchalanib ketishi ham tilga olinadi. Nihoyat, rus istilosiga yetib kelinadi. So‘ngra muallif o‘z qabilasiga mansub mang‘itlar sulolasining hukmi haqida so‘z yuritib, sulton va amirlar, ularning hukmdorligi haqida tarixiy tasansul ila ma’lumotlar keltiradi. Undan keyin kommunistlar bosqinidan so‘ng bo‘lib o‘tgan voqealarga to‘xtaladi.

Sovetlar to‘g‘risidagi bobni muallif “Bobomiz Muzaffarxon davridan boshlab Amir Olimxon davrigacha o‘tgan oltmish uch yilni Buxoro davlati rus podshosi Aleksandr bilan tuzilgan shartnoma asosida tinchlik va omonlikda o‘tkazdi”, degan iboralar bilan boshlaydi.

So‘ngra, Lenin boshliq kommunistlar davlat to‘ntarishi qilganidan so‘ng, vaziyat tamoman o‘zgargani, yangi kelganlar ham shartnoma tuzgan bo‘lishlariga qaramay, ahdida turmasliklari, yolg‘onchi va xiyonatkor ekanliklarini hujjat va dalillar bilan bayon qiladi.

“Turon tarixiga yog‘dular” kitobi muallifi Sayyid Abdulmo‘min kommunist hukmdorlarni, ahdiga vafosi ham yo‘q, vijdoni ham yo‘q, odamlarning molu-mulkini tortib olish, ulamolar, boy kishilar va aql zakovatlilarni yo‘q qilishdan boshqa maqsadi yo‘q kishilar, deb vasf qiladi. Kommunistlar sirtda Buxoro davlatiga do‘stlikni da’vo qilsalar ham, ichda aldamchilikni va uni bosib olishni reja qilardi, deydi muallif.

Hozirgacha xalqimizga taqdim qilinayotgan kommunistcha tarixda, qizil armiya Buxoro xalqi talabiga binoan mazlum mehnatkashlarni ozod qilish uchun kelganda, Amir Olimxon Afg‘onistonga qochib qoldi, deyiladi. Ammo Sayyid Abdulmo‘min o‘z kitoblarida boshqacha ma’lumotlar beradi. Ko‘pchilikni ushbu biz uchun yangilik bo‘lgan ma’lumotlardan xabardor qilish maqsadida bir oz tafsilotlarni keltirib o‘tishni lozim topdik.

Sayyid Abdulmo‘minning yozishlaricha, 1336 h. sana jumadis soni oyida Kolesov boshchiligidagi qizil armiya Kogonga yetib kelgan. Ammo amirlik kuchlari ularni to‘sib, qamalga olgan. Shunda Lenin o‘z vakilini yuborib, Buxoroning mustaqilligini e’tirof qilgan, Chor hukumati bosib olgan yerlarni qaytarishga, shuningdek, Buxoroga qurol-aslaha, o‘q-dori va uchqichlar berishga va’da bergan. Buxoroga elchi va Toshkentdan o‘n bir dona to‘p ham yuborgan. Ammo qizig‘i shundaki, yuborilgan to‘plarning o‘qi yo‘q ekan.

Amir Olimxon kommunistlarning va’dasi yolg‘on ekani ma’lum bo‘lganidan so‘ng, qo‘shni davlatlardan qurol sotib olgan, askar to‘plab mashq qildirgan.

Rusiya ichidagi bo‘hronlar tinchigandan so‘ng kommunistlarning muomilasi o‘zgargan. Ular Buxorodagi elchilari orqali bekorga bug‘doy va guruch berishni talab qilishgan. Shuningdek, kommunist josuslari odamlarni ushlab qamashgan va boshqa ig‘volar chiqarib, Buxoroga hujum qilishga bahona chiqarishga uringanlar. Amir Olimxon ellik ming askar to‘plab, temir yo‘l bo‘ylab istehkomlar qurgan.

Shunda Lenin tezda Toshkentdan o‘zining Tironov nomli vakilini yuborib, yangi nayranglarni boshlagan. Amir Olimxonga shartnomaga amal qilish Rusiya’ning ichki bo‘hronlari tufayli kechikib qolganiga uzr aytgan. O‘zining Buxoro bilan do‘stlik aloqalarini davom ettirish niyatida ekanligini va bu aloqalardan ko‘plab yaxshilik kutayotganini aytgan. Shuningdek, Buxoroning nima talabi bo‘lsa, bajarishga tayyor ekanligini bildirib, temir yo‘ldagi qamalda qolgan qizil armiyani qamaldan chiqarishni so‘ragan. Bundan so‘ng ikki taraf uchinchi bor shartnoma tuzib imzo qo‘yishgan. Shartnomaga amal qilib, Amir Olimxon o‘z askarlarini temir yo‘ldan uch mil masofaga uzoqlashtirgan, chegarachilar sonini kamaytirgan.

Ammo kommunistlar o‘z odatlaricha yana navbatdagi xiyonatni qilganlar. 1338 h. sana zul hijja oyining o‘n beshi, dushanba kuni kechasi soat o‘n ikkida hujum boshlab, chegarachilarni asir olganlar, havodan, yerdan, turli qurollar bilan Buxoroga bostirib kirganlar. Kutilmagan bu kommunistik g‘oratda faqat keksa kishilar, ayollar va bolalardan ellik ming kishi halok bo‘lgan. Boshqa talofatlarning hisobi yo‘q darajada edi.

Bundan to‘rt kun keyin Amir Olimxon davlat ayonlari va yigirma besh ming askar bilan Buxorodan chiqib, o‘n kundan so‘ng Qo‘rg‘ontepaga yetib boradi. So‘ngra Boysunda istehkomlar quradi. Shu yerda kommunistlar bilan buxoroliklar orasidagi urush olti oy davom etadi. So‘ngra kommunistlarga Moskovdan yordam kuchlari va yangi qurol-aslaha keladi. Ular buxoroliklarga yangi hujum boshladilar. O‘n kun davom etgan shiddatli janglardan so‘ng buxoroliklarning o‘q-dorilari tugab qoladi. Amir Olimxon Afg‘oniston podshosi Omonulloxonga odam yuborib, pulga bo‘lsa ham o‘q-doridan yordam berib turishini so‘raydi. Omonulloxon esa, Amir Olimxonning o‘zi kelsin, deydi. O‘z askarlariga mulla Muhammad Ibrohimbek devonbegi va Davlatmandbek devonbegilarni boshliq etib tayinlagan Amir Olimxon 1339h. sana, 22 jumadus soni, chorshanba kuni Jayhun daryosidan Afg‘onistonga o‘tadi. Omonulloxon uni tantana bilan kutib oladi va o‘z mehmoni, deb e’lon qilib, 12000 rupiya oylik tayin qiladi. Shundan keyin Amir Olimxon Omonulloxonning xoin ekanligini tushunib yetadi. Omonulloxon Lenin bilan til biriktirib, uni aldaganini anglaydi. Ushbu xiyonat natijasida Amir Olimxon qasrda qamalib qoladi. Unga hech qayoqqa chiqishga, hatto hajga borishga ham ruxsat berilmaydi.

Amir Olimxon Afg‘onistonda tutilib qolgandan so‘ng ham uning askarlari Ibrohimbek boshchiligida kommunistlarga qarshi kurashni davom etdiradilar. Xususan, Turkiyadan Anvar Poshsha kelib, harbiy ishlar rejasi tuzilib, Boysun, G‘uzor, Sherobod va Qarshi kabi joylar ozod qilinishi katta g‘alaba bo‘ldi. U yerlarga istehkomlar qurildi. Atrofdagi shahar va qishloqlarda ham kommunistlarga qarshi qurolli kurash boshlanib, Ibrohimbekdan qo‘mondonlar berishni so‘ray boshlashdi. Ularga ham yordam berildi.

Ushbu g‘alabalardan so‘ng Ibrohimbek Omonulloxonga sakkiz kishilik hayat yuborib, Amir Olimxonning ozod qilingan yerlarga qaytib kelishini taminlashni so‘radi. Ammo Omonulloxon turli bahonalar bilan hayatni quruq qaytardi. Amir Olimxonni yana saroyda ushlab qoldi.

Amir Olimxon 1943 yil, 29 aprelda 64 yoshida Kobulda vafot etdi.

“Turon tarixiga yog‘dular” kitobida bundan boshqa ham qiziqarli ma’lumotlar ko‘p. Tarixchilarimiz xohlasalar, bu kitobdan samarali foydalinishlari mumkin.

Alloh taolo barchamizni to‘g‘ri yo‘lga boshlasin.

Manba: e-tarix.uz

Devami

Qo`qon va Xitoy munosabatlari

O`rta Osiyo xonliklaridan Qo`qon xonligining Xitoy bilan munosabatlari ham do`stona emas edi. Bir tomondan, Sin imperiyasi 1755- 1759- yillar mobaynida Sharqiy Turkistonni o`ziga bo`ysundirib, Qo`qon xonligini kuchsizlantirishga urinardi. Ikkinchi tomondan, Qo`qon xonligi Sharqiy Turkistonda o`z hokimiyatini o`rnatishga intilib, Sharqiy Turkiston sari o`z chegarasini tobora kengaytirib borayotgan edi. Ayniqsa, XIX asrning 20- yillarida Qo`qon – Xitoy munosabatlari yanada keskinlashdi. Bunga Qo`qon xoni Muhammad Alixonning sharqiy turkistonliklarning Jahongirxo`ja boshchiligida Sin imperiyasiga qarshi 1825- yilda boshlangan milliy-ozodlik kurashiga aralashuvi sabab bo`ldi.

Xitoy hukumati 1829- yilda Qo`qonning Sharqiy Turkistonda yuritadigan savdo ishlarini taqiqladi, o`rta osiyolik savdogarlarning aksariyat qismini haydab, ularning mulklarini musodara qildi.

Bunga javoban Qo`qon xoni Muhammad Ali sharqiy turkistonliklarning Xitoyga qarshi ozodlik kurashi rahbari Jahongirxo`ja va uning ukasi Yusufxo`ja ixtiyoriga Haqquli boshchiligida qo`shin jo`natadi. Natijada, Yusufxo`ja Qashg`arni egallaydi va Yorkentni egallash uchun harbiy harakatni davom ettiradi. Bu hol Xitoy hukumatini qattiq tashvishga solib qo`yadi va Yusufxo`jaga qarshi katta qo`shin yuboradi.

Qo`zg`olonchilarning safida mustahkam birlik yo`qligi hamda Buxoro – Qo`qon munosabatlari yomonlashuvi oqibatida Qo`qon xonining Sharqiy Turkistonga yuborgan qo`shinini chaqirib olishi tufayli Yusufxo`ja mag`lubiyatga uchraydi.

Oqibatda, Yusufxo`ja Sharqiy Turkistonni tashlab chiqadi. U bilan 70 ming uyg` ur oilasi Farg`ona vodiysiga ko`chib keladi.

Qo`qon xonligi o`z chegaralarini tobora Sharqiy Turkiston tomon kengaytirish siyosatini davom ettirgan. Ayni paytda Sin imperiyasi moliyaviy qiyinchliklar tufayli Qo`qon xonligiga qarshi ochiqdan ochiq urush harakatlari olib borishga qodir emas edi. Natijada, 1832- yilda Pekinda Xitoy-Qo`qon shartnomasi imzolangan. Unga ko`ra, Qo`qon Jahongirxo`ja avlodlarini Sharqiy Turkistonga o`tkazmaslik majburiyatini olgan.

Xitoy esa Sharqiy Turkistonda qo`qonlik savdogarlar faoliyatini taqiqlashni bekor qilgan. Ikkinchidan, Qo`qon savdogarlariga Sharqiy Turkistonda boj to`lamasdan savdo qilish huquqi berilgan. Uchinchidan, Sharqiy Turkistondan Qo`qon savdogarlari chiqarib yuborilganda ulardan tortib olingan mol-mulklari evaziga Qo`qon xoniga tovon to`langan. To`rtinchidan, Sharqiy Turkistonda savdo qiluvchi o`rta osiyolik savdogarlar to`laydigan to`lovlarni yig`ib olish huquqi Qo`qon xonligiga berilgan.

Manba: eduportal.uz

Devami

Sharqiy Turkiston yoxud davrimiz Andalusiyasi

Sharqiy Turkiston Xitoy davlatining gʻarbiy hududlarida joylashgan.

Sharq oʻlkalarini fath qilish asnosida Islom qoʻshinlari Sharqiy Turkiston yerlarigacha yetib borishgan va bu oʻlka mashhur qoʻmondon Qutayba ibn Muslim al-Bohiliy boshchiligida fath qilingan. Oʻsha davrda bu mintaqa Qashgʻar deb nomlangan.

Fathdan soʻng oʻlka ahli musulmonlar bilan jizya toʻlashga kelishishgan. Biroz keyinroq ularning podshosi Islom dinini qabul qiladi va shundan soʻng Islom tezlik bilan yoyila boshlaydi.

Abbosiylar xalifaligi davrida (750-1258 yillar) Xitoy bu oʻlkani bosib oladi. Lekin, abbosiylar musulmonlarga madad qoʻlini choʻzadi va ularga harbiy yordam koʻrsatadi. Natijada ular Xitoy zulmidan xalos boʻlib, qudratli abbosiylar davlati himoyasi ostiga oʻtishadi.

Bu yerlarning tub aholisi turkiy xalqlardir. Turkiston musulmonlari Andalusiya taraqqiyoti bilan bellashgudek ulkan madaniy taraqqiyotni barpo qildilar, mintaqada madaniyat, tijorat va ishlab chiqarishning, ayniqsa qogʻoz sanoatining rivojlanishiga katta hissa qoʻshdilar.

1949- yilda kommunistik Xitoy hukumati Sharqiy Turkistonni bosib oldi va uni “Sinsyan”, ya’ni, yangi yer deb nomladi.

Xitoy hukumati hozirda oʻlkaning musulmon tub aholisini boshqa joylarga koʻchirish va xitoylik xanlarni bu oʻlkaga koʻchirib kelish siyosatini olib bormoqda. Shu bilan birga bosqinchilar islomiy osori atiqalarni yoʻq qilishga urinmoqda va muntazam ravishda oʻlkaning tabiiy boyliklarini tashib ketishmoqda.

Oʻlka tabiiy boyliklarga moʻl boʻlishiga qaramasdan, juda koʻpchilik musulmonlar kambagʻal-qashshoq hayot kechiradilar. Ustiga ustak, Xitoy hukumati musulmonlarning koʻpayishini ham cheklab qoʻygan va natijada 25 millionlik uygʻur xalqi bugunga kelib 15 millionga tushib qolgan. Musulmon millati qattiq jabr-zulm tufayli tobora kamayib borayapti. Undan tashqari, musulmonlarga islomiy ilmlarni oʻrganish, hatto Qur’on oʻqish taqiqlab qoʻyilgan.

Butun dunyo musulmonlari jimjit, vaholanki ularning koʻz oʻngida Andalusiya fojeasi takrorlanmoqda!

Manba: IslamNuri.com

Devami

OSMANLI-TÜRKİSTAN İLİŞKİLERİ -2-

Osmanlı-Türkistan İlişkileri

(16. yüzyıl ile 19. yüzyıl arası Rus işgali öncesi)

-Kanuniden III. Selim’e kadar-

II. Selim’in İran seferini anlatan minyatür

Şunu bilmekte fayda vardır : 16. yy. başında İran’da Şah İsmail’in çıkması ve 16. yy. ortalarında Kazan ve Astrahan’ın  Rusya tarafından işgal edilmesi,Osmanlı devleti ve Türkistan arasındaki coğrafi irtibatın kesilmesine neden olmuştur. Bu sebeple tarihi İpek Yolu’nun fiziken ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Osmanlı ve Türkistan arasındaki bu irtibatın kesilmesi, Osmanlı’nın duraklama devrine girmesinin, Türkistan’da ise medeni ve ilmi gerilemenin başlamasının en önemli sebeplerindendir. Coğrafi keşiflerin, İpek Yolu’nun önemini yitirmesinin tek sebebi olduğu anlayışı eksik bir anlayıştır çünkü İpek Yolu sadece transit bir güzergah değildir. İpek Yolu,  şehirler, kasabalar, ülkeler arasında ticaret, medeniyet ve ilim intikaline imkan veren bir ulaşım ağıdır. Türkistan bölgesinin hac güzergahıdır. Bunun sonucu Anadolu topraklarının, Türkistan’ın ilim, irfan ve fütuhat anlayışından mahrum kaldığı  söylenebilir. Türkistan açısından bu irtibatın kesilmesi, asırlar boyu sürecek yalnızlığının başlamasına sebep olacaktır.

1500 ‘lü yıllardan itibaren 150 yıl boyunca Osmanlı -Türkistan ilişkilerinde, her iki tarafı tedirgin eden İran’ın büyük rolü vardır. Osmanlı İran ile anlaşma yaptığı zamanlarda bu alaka azalmış, Osmanlı, Türkistan hanlıklarını himayeyi unutmuştur. Buna rağmen Hanlar Osmanlıya her zaman bağlı kalmış, onların her ricasını emir telakki etmişlerdir.

Türkistan’daki  Hanlıklar,  16. yy. boyunca Safevilere karşı, Osmanlı ile birlikte hareket etmişlerdir. Bu işbirliği  Yavuz Sultan Selim(1512-1520), Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566), II.Selim(1566-1574), III. Murat(1574-1595) dönemleri boyunca da sürüp gitmiştir. Kanuni zamanına kadar olan kısmı ilk yazımızda özet olarak bahsettik. Kanuni sonrası en önemli ittifak, Özbek Hanı II.Abdullah ile Osmanlı Sultanı III. Mehmet arasında İran-Safevi devletine karşı gerçekleşmiştir.

III. Murat

 

Burada Türkistan’daki Özbek hanı II. Abdullah’tan kısaca bahsetmek gerekmektedir. Muhammed Şeybani Han’ın torunu olan II. Abdullah Han (1560-1598) Hanlıklar döneminin en dirayetli hanı olarak kabul edilebilir. Siyasi olarak bölünmüş ve birbirleriyle sürekli çatışan Hanlığı, siyasi birliğe kavuşturarak başkenti Buhara olarak ilan etmiştir. (1583) Osmanlı Devleti’nin dostu ve müttefikidir.En önemli hedefi Türkistan’da siyasi birliği sağlamak, Şii İran’ı ortadan kaldırarak Osmanlı ile dostluğu ve ticareti artırmaktır.Hac ve ticaret yolunun açılması için iç karışıklık yaşayan İran’a hücum etmenin tam zamanı olduğunu Osmanlı’ya bildirmiştir. İşte tam bu zamanda 12 yıl sürecek Osmanlı-İran savaşları başlayacaktır. (1578-1590)

Padişah III.Murat ile II.Abdullah Han zamanında, Şii-Safevi Devletine karşı gerçekleştirilen, Osmanlı-Türkistan dayanışması etkili olmuştur. III. Murad İran’ı kıskaca almak amacı ile arkadan vurması için, II.Abdullah Han’ın Horasan tarafından harekete geçmesini istemiştir. II. Abdullah Han Horasanı İran’dan almıştır.Bu sebeple yüz yirmi top ve beş yüz kadar yeniçeri (Askeri Rumi) ile Bakü’den deniz yolu ile Hanlık’a göndermiştir ancak bu silah ve askerler II. Abdullah’a isyan edenlerin eline geçtiği için heba olup gitmiştir.

II. Abdullah Han

II. Abdullah Han

 

İran, hem doğudan hem de batıdan sıkışınca, büyük tavizler vererek 1590’da İstanbul Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Hammer  bu hususta, Osmanlı-Safevi barışının; Osmanlılardan ziyade Özbeklerin gayreti üzerine yapılmış olduğunu söylemektedir. Osmanlı Devleti, İstanbul Anlaşması’nda İran’ın Özbek Hanlığı’na yapılacak saldırıyı kendisine yapılmış sayacağı bildirmiştir ancak Safeviler anlaşmayı bozup Türkistan’a saldırdığında Osmanlı buna karşı duramamıştır. Osmanlı, Avusturya cephesindeki meşguliyetinden dolayı Türkistan’a yardım edememiştir. 1598’de II. Abdullah Han vefat etmiştir. İran Şahı Abbas, önce Özbeklere iki defa saldırarak Horasan’ı almıştır sonra da 1603’te Anadolu’ya hücum etmiştir.

 

kaş medrese

II. Abdullah Han tarafından yapılan Kaş Medreseleri (Buhara)

 

Osmanlı, ancak İran ile mücadelesinde Türkistan Hanlıklarını hatırlamıştır. Türkistan Hanlıkları her zaman Osmanlıya sadık kalmıştır. Osmanlı,  İran ile anlaşma yaptığı zamanlarda ise Türkistan Hanlıkları yalnız bırakılmıştır.Osmanlı, İran ile yaptığı anlaşmalarda Türkistan Hanlıklarına dokunulmayacağını akdedilmiş olsa da bu hiçbir zaman gerçekleşmemiş, Osmanlı, İran’ın Türkistan Hanlıklarına saldırılarına müdahale edememiştir. Bu durum III. Selim’den sonra Rusya ile yapılan mücadelelerde de aynı şekilde devam etmiştir.

Burada Türkistan Hanlıklarının birlik oluşturamamaları ve sürekli birbirleriyle savaşmaları da Osmanlının ilgisinin azalmasının en önemli sebebidir.

İran ise l8.yy.a kadar her fırsatta Türkistan’a saldırmıştır.

Dirayetli bir han olan II. Abdullah’ın ölümünden sonra yerine kendisine başkaldıran oğlu Abdülmümin geçmiş ancak o da 6 ay sonra öldürülmüştür. Abdülmümin’den sonra Şeybani hanedanlığı son bulmuştur. Bu dönemden sonra Türkistan’da hanlık içi ve hanlıklar arası iç çekişmeler dönemi başlamıştır. Şunu ifade etmek gerekir;  hanlıkların iç çekişmeleri ve diğer hanlıklarla birlik oluşturamamaları zayıflamalarına ve uzun vadede Rus ve Çin işgaline zemin hazırlamıştır.

IV. Murad (1623-1640) Revan ve Bağdat seferine çıkarken, Özbek Hükümdarı İmam Kulu Han (1608-1640)’a mektup yazarak, iki devlet arasındaki Şii İran’ı ortadan kaldırmak için birlikte hareket etmeyi teklif ettiyse de, Han’ın nasıl cevap verdiği bilinmemektedir.

18.yy başlarından itibaren Türkistan hanlıklarıyla Osmanlı arasında yazışmaların arttığı görülmektedir.  1710 da Hokand, ayrı bir hanlık olarak Buhara hanlığından ayrılmıştı. Her iki Hanlık Osmanlı’ya karşı ittifak etmede rekabete girişmiştir.Hatta Kokand Hanlığı’nın Osmanlı ile temasa geçmesine kızan Buhara Hanlığı Kokand’a savaş açmış, binlerce Türkistanlı bu savaşta ölmüştür.Buhara Hanlığı bununla da yetinmeyip Osmanlı sarayına mektup göndererek Hokand Hanlığının gayrimeşru bir hanlık olduğunu şikayet etmiştir.

Harezm Hanlığı ile münasebetler 18 yy başından itibaren gelişme göstermiştir. Hive hanı İran dan şikayetçi olmuş ve bunu bir mektupla Osmanlı’ya bildirmiştir ancak o zamanlar Osmanlı ve İran barış halinde olduğu için bu istek kibarca reddedilmiştir.

Alim Oktay ÇATKAL

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Devami

Doğu Türkistan’da devlet doğuran bir isyan: Kumul İsyanı

 

Doğu Türkistan’da devlet doğuran bir isyan: Kumul İsyanı

1911’de Sun Yat Sen’in gerçekleştirdiği bir devrimle Çin’de Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra, Çinli Han kökenlilerin bölgedeki tarım alanlarına yerleştirilmesi, Nisan 1931’de Kumul’da Niyaz Hacı ve Salih Darga liderliğinde girişilen ve bağımsızlığa uzanan bir isyanı tetikledi.

Bugün, Çin işgali ve zulmü altında bulunan ve Çinlilerin “Sinkiang-Sincan-(Yeni Sömürge, Yeni Toprak-Kazanılmış Toprak)” adını verdikleri “Doğu Türkistan”, tarih boyunca birçok devletin kurulduğu ve bağımsızlık mücadelesinin yapıldığı bir yer oldu. O mücadelelerden biri de 1933 yılında “Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti”nin ilanıyla sonuçlanan “Kumul İsyanı” idi. Doğu Türkistan tarihinde önemli bir yere sahip olan Yakub Beg’in kurduğu “Kaşgar Hanlığı-Atalık Gazi Devleti”nin, 1878’de Çinliler tarafından yıkılmasından sonra bölgede şiddetli bir zulüm, baskı ve işkence dönemi başladı.

Kaşgar’ı işgal eden Çin birliklerinin Yakub Beg’in mezarını açarak cesedini yakmalarıyla başlayan bu süreç, Mançu Hanedanlığı’nın atadığı fakat zamanla bağımsız hale dönüşen vali ve memurların, Doğu Türkistan’ı Çinlileştirme ve asimilasyon eğilimleriyle devam etti. 1911’de Sun Yat Sen’in gerçekleştirdiği bir devrimle Çin’de Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra, Çinli Han kökenlilerin bölgedeki tarım alanlarına yerleştirilmesi, Nisan 1931’de Kumul’da Niyaz Hacı ve Salih Darga liderliğinde girişilen ve bağımsızlığa uzanan bir isyanı tetikledi.

Ayaklanma, Ocak 1933’de Turfan’da Mahmud Muhiti, Şubat 1933’de Hoten’de Mehmed Emin Buğra, Altay’da Şeref Han Töre olmak üzere Musul Maksut, Hafız Beg, Sabit Damolla, Osman Beg, gibi liderlerin de iştirakiyle hızla bütün Doğu Türkistan’da yayıldı. İki yıl süren zorlu mücadele döneminde Rusların, Doğu Türkistan Valisi Jing Şu Ren ile anlaşarak vali güçlerine silah yardımı yapmasına ve desteğine rağmen hareket başarıya ulaştı. Böylece Çin’in 19. Eyaleti olarak saydığı Doğu Türkistan, İli vilayeti ve Urumçi’ye bağlı birkaç kaza dışında tamamen kurtarıldı. 12 Kasım 1933 yılında Cumhurbaşkanı Niyaz Hacı ve Başbakan ise Sabit Damolla olmak üzere Kaşgar’da “Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti” ilan edildi. Cumhuriyet’in devlet amblemi, hilal ve üç yıldız arasında bulunan Osmanlı tuğrası formunda bir kompozisyon ile beraber, Kur’an-ı Kerim’den ayetler, “İslamiyyet, Azadiyyet, Adalet, Uhuvvet” prensipleriyle bezeli “Yaşasın Türkistan Azadlığı, Kutluk Bulsun İslam Hâkimiyeti” sözünden oluşmaktaydı.

Türkistan’da önemli etkiler bırakan ve milli kimliğin pekişmesine katkı yapan bu yeni Cumhuriyet’in tanınması için Başbakan Sabit Damolla, Afganistan, İran, İngiltere ve Türkiye nezdinde girişimlerde bulundu, yardım talep etti ise de bir netice alamadı. Bu devletin varlığına tahammülleri olmayan Rusya ve Çin’in Doğu Türkistan’ın paylaşımı konusunda ittifakıyla 6 Şubat 1934’te, hiçbir yerden yardım alamayan“Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti” yıkıldı. Doğu Türkistan’ı yetiştirdiği en önemli mücahid ve devlet adamlarından ve Kumul isyanının baş aktörlerinden Niyaz Hacı ise önce Urumiçi’de kurulan Çin ordusunun komutanı Şen Şi Şey hükümetinde başbakan yardımcısı yapıldıysa da sonra tutuklanarak diğer bağımsızlık taraftarları ile birlikte 1942’de şehit edildi.

Kaynaklar:

Doç. Dr. S. Gömeç, Doğu Türkistan’da Yakub Han Dönemi Ve Osmanlı Devleti İle İlişkileri,Ankara Üniversitesi, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 9, Yıl: 1998.

http://maarip.org/tr/2013/11/13/dunyanin-ilk-islam-cumhuriyeti-80-yil-once-bugun-kurulmustu/

Gökbayrak Dergisi,  “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti Devlet Arması”, Yıl:7, Sayı: 40, Mart-Nisan, 2001.

http://www.dunyabulteni.net/

Devami

Osmanlı Türkistan İlişkileri -1-

OSMANLI-TÜRKİSTAN İLİŞKİLERİ

1.Bölüm

(13. yüzyıldan Kanuni’nin Vefatına Kadar)

 

Alim Oktay ÇATKAL

 

Onüçüncü yüzyıla kadar Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu’dan Türkistan’a kadar uzanıyordu. Moğol istilası ile birlikte Büyük Selçuklu Devleti yıkılmış, batıda kalan Türkler, Osmanlı Devleti ile zirveye çıkmıştır. Osmanlı devletinin gelişmesinde  ve toplum yapısının şekillenmesinde  Türkistanlılar’ın etkisi hiç kimse tarafından yadsınamaz. Alimler, Gönül Erleri, Horasan Erenleri bunlara örnek gösterilebilir. Anadolu’ya gelen Türk toplulukları ağırlıklı olarak Türkmen boylarından oluşmuşsa da içlerinde önemli oranda Kıpçak topluluklar vardı. Bu topluluklar anadolunun fethedilmesinde katkı sağlamışlardır.

Kırgız askerler İznik’te

İznik’teki Kırgızlar Türbesi buna örnek gösterilebilir. Orhan Gazi devrinde İznik’in fethinde Osmanlı ordusuyla birlikte savaşan ve şehit düşen Kırgız askerlerinin türbesi halen İznik’te bulunmaktadır.

Kırgızlar Türbesi

Bir diğer örnek Sultan 1. Beyazıt’ın hocası ve damadı Emir Sultan Buhari’dir. Emir Sultan, Buhara’da yetişmiş, Bursa’ya gelerek burada ilmi faaliyetlerde bulunmuştur. Genç yaşına rağmen 1. Beyazıt’ın dikkatini çekerek onun hocası olmuştur. Akabinde 1. Beyazıt’ın kızı ile evlenmiştir. Osmanlılar ile Timur arasında olacak muhtemel savaşı önlemek için çok caba sarfetmiştir. Beyazıt’a Timur ile savaşmamasını söylese de Beyazıt bu sözü tutmamış ve ağır bir yenilgiye uğramıştır.

***

Doğu Türkleri ise Timur ile en güçlü devrini yaşamıştır.

Bu iki gücü karşı karşıya getiren talihsiz bir hadise olan olan Ankara Savaşı, Osmanlı’da fetret devrine sebeb olmuştur. Fetret devri sonrası Osmanlı Devleti kendisini toparlamış, İstanbul’un fethi için hazırlıklara başlamıştır.

Timur’un Anadolu’yu istilası, Osmanlı’da Türkistan’a karşı hiçbir zaman kin ve düşmanlığa sebep olmamıştır. Bunun aksine Osmanlı Devleti, Timurlu Devletiyle siyasi ve askeri işbirliği yapmıştır.

Fatih Sultan Mehmet ile İlk Siyasi Temas

Ankara Savaşı’nda Timur’a esir düşen  Sultan 1. Beyazıt’ın torunlarından olan Fatih Sultan Mehmet ile Timur’un torunlarından olan Hüseyin Baykara, Akkoyunlu Devleti’nin başında olan Uzun Hasan’a karşı ittifak oluşturmuşlardır. Şunu ifade etmek gerekir ki, Fatih ile Hüseyin Baykara, ilim ve edebiyat bakımından birbirleriyle yarışır seviyededirler. Hüseyin Baykara’nın yakın dostu olan Ali Şir Nevai’nin Osmanlı edebiyatına önemli etkileri olmuştur. Semerkant medreselerinde yetişip Ayasofya Medresesi’nde müderrislik yapan ve Fatih’in büyük iltifat gösterdiği Türkistan’lı astronomi alimi Ali Kuşçu’yu burada zikretmeden geçemeyiz.

Timur’un padişah oğlu İstanbul’da

Timurlu Hükümdarı Hüseyin Baykara’nın oğlu Bedizzaman Mirza babasının ölümünden sonra bir müddet tahtta otursa da Timurlu devleti yıkılınca İran üzerinden İstanbul’a gelir ve Yavuz Sultan Selim’in misafiri olur. Yavuz, Bediüzzaman Mirza’ya büyük iltifatlarda bulunur. 1516 tarihinde bir salgın hastalıktan dolayı İstanbul’da vefat edene kadar büyük hürmet görür ki bir rivayette Yavuz Sultan Selim’in Bediüzzaman Mirza’yı  yanına koydurduğu bir tahtta oturttuğu söylenmektedir.

Yavuz Sultan Selim zamanında da Safevilere karşı Osmanlı ile Türkistan hanlıkları arasında bir ittifak yapılmıştır hatta zamanın Türkistan hakimi Şeybani Han, Şah İsmail’le giriştiği savaşta öldürülmüştür. Safeviler bir müddet Türkistan’da hakimiyet kurmuşlardır. Bu hakimiyete Özbek Hanı olan Körkünçü Han  son vermiştir(1510). Osmanlı ile Türkistan hanlıkları arasındaki ilk resmi yazışma da bu zamana rastlar. Bu ilk resmi yazışmada Yavuz Sultan Selim, Çaldıran zaferini bir name ile Körkünçü Han’a bildirmiştir.(1514)

300 Yeniçeri’nin Türkistan’da

Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman tahta geçince, Osmanlı ve Türkistan hanlıkları arasında siyasi ve askeri işbirliği daha da güçlenerek devam etmiştir.

Şah İsmail’in yenilmesine rağmen Safeviler bir güç olarak durmaktaydı. Kanuni, Özbek hanı Abdüllatif Han’dan Safavilere karşı hücum etmesini istemiştir. 1540’ta Abdüllatif Han (1540-1552), Kanuni’ye gönderdiği elçiler ve namelerle İranlılara karşı yaptıkları mücadelelerden söz ederek Osmanlı Devleti’nden yardım istemiştir. Osmanlı Devleti bu yardım talebine müsbet cevap vermiş, bunun üzerine Kanuni, 1552’de 300 Yeniçeri, topçu ve top göndermiştir.  Abdüllatif Han’ın vefatıyla ülkesinde taht kavgaları başlamış, Osmanlı yardımı da umulan sonucu verememiştir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın İran üzerine yaptığı  üç büyük sefer de bile Özbekler , Osmanlı Ordusunun Safevilere galip gelebilmesi için hem destek sağlamışlar hem de İran’la ilgili istihbari bilgileri, mektuplar göndererek bildirmişlerdir.

Kanuni Sultan Süleyman ,Safevilerin ortadan kaldırılamayacağını Nahçıvan Seferi(1553-1554) ile artık kabullenmişti. Böylece Osmanlı Devleti, varlığını resmen elli beş yıldır tanımadığı, Safevi Devleti ile 1555 yılında Amasya Andlaşmasını imzalamıştır.

İran Şahı Tahmasb’ı  Kanuni Sultan Süleyman ile barışa getirme konusunda Türkistan Hanları’nın büyük payı olmuştu. Çünkü Şah Tahmasb(1524-1576), Osmanlıdan kurtulup Türkistan Hanları;  Türkistan Hanlarından kurtulup, Osmanlı ile savaşmak zorunda kalıyordu. Amasya Andlaşması en çok Şah Tahmasb’ın işine yaramıştır. Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman, Amasya’da iken Özbek hanı Nevruz Ahmed Burak Han’a gönderdiği bir mektupla, iartık İran’a karşı kendisine yardımı gönderemeyeceğini, çünkü Şah Tahmasb’la barış yaptıklarını, ancak Şah Tahmasbın da Türkistan’a saldırmasına asla razı olmayacaklarını belirtmiştir.

Büyük Bir Kanal Projesi: İdil (Volga)-Don Kanalı

Kanuni zamanında  Astrahan’ın işgal edilmesiyle(1556) Rusya, Kafkasya ve Türkistan’a yayılmaya başlamıştır. Hac yolu kapanmış müslüman ahaliye zulüm başlamıştı. Rusya’nın Kırım, Kafkasya ve Türkistan’a yayılmasını önlemek ve İran’ı Hazar denizinden kuşatmak maksadıyla İdil(Volga) ve Don nehirleri arasına kanal açılması projesi Osmanlı hükümetince kabul edilmiştir.Bu kanal vasıtasıyla Karadeniz’den Hazar Denizi’ne gemi ile ulaşmak mümkün olacaktı.Bu sayede Türkistan ile Türkiye arasında  direk ulaşım imkanı olacaktı.

Bölgeye keşif heyeti gönderilmişti. Sokullu bu heyetin başındaydı ve bu projeyi gerçekleştirebilecek en kudretli kişiydi. Kanal projesi o dönemin teknik şartları sebebiyle gerçekleştirilmesi çok zor bir projeydi. Kanuni’nin Avusturya seferinde vefatı(1566) sonrası oluşan kargaşa sebebiyle bu projeden vazgeçilmiştir.  (Bu kanal projesi 1952’de Ruslar tarafından hayata geçirilmiştir.)

Adsız

 

 

Devami

Türkistan Tarihi Özeti

Alim Oktay Çatkal

(Ana Başlıklarıyla)

images (3)

Önsöz: Türkiye’de milli eğitim müfredat programında okutulmayan Türkistan tarihini oldukça kısa bir şekilde sunmaya çalıştık. Sitemizin “Tarih Dersleri” başlığı altında daha ayrıntılı konuları işlemeye devam edeceğiz. Bundan sonraki konu başlıkları: Türkistan Hanlıklarının Kısa Tarihi, Doğu Türkistan’da Kurulan hükûmet ve cumhuriyetler, Türkistan ve Türkiye (Osmanlı) İlişkileri, Doğu Türkistan Tarihi Mücadelesi,  Korbaşı (Basmacılık) Hareketi, 20. Asır Başında Türkistan’da Kurulan Milli Devletler, Türkistanlı Tarihi Şahsiyetler.

Harzemşahlar’ın Moğollar tarafından yıkılmasından sonra (1231) Türkistan’da Cengiz İmparatorluğu’nun bakiyesi olan Çağatay Ulusu hakimiyet kurdu. Çağatay, Cengiz’in oğullarından birisidir. Cengiz’in ölümünden sonra bu bölgeyi o idare etmiştir. Moğollar kısa zaman içerisinde Müslüman olmuşlar ve kültür olarak Türkleşmişlerdir. Çağatay Ulusu bir dönem sonra ikiye bölünmüş, Doğu Çağatay Ulusu ve Batı Çağatay Ulusu şeklinde devam etmişlerdir. Batı Çağatay Ulusu’nun hakimiyetine 1370 yılında Timur son vermiştir.

Timurlular Devleti’nin Türkistan’daki hakimiyeti 1507’ye kadar sürmüştür. 1507’de Özbekler, Timurlular’ın hakimiyetine son vermiştir. Timurluların soyundan gelen Babür ise Hindistan’a geçerek Büyük Babür İmparatorluğu’nu kurmuştur.

Doğu Çağatay Ulusu ise 1507 yılına kadar Doğu Türkistan ‘da hüküm sürmüştür. Son Doğu Çağatay hanı Ahmet Han, Özbeklere karşı yaptığı savaşta yenilmiş ve idam edilmiştir. Bu dönemden sonra Doğu Türkistan’da “Hocalar Devri” başlamıştır.

Özbek Hanlığı adını kurucusu olan Şeybani Han’ın dedesi olan Özbek Han’dan alır.

Özbek Hanlığı daha sonra Buhara Hanlığı adı altında hükümranlığına devam edecektir. Bu sırada Türkistan’ın batısında Şah İsmail tarih sahnesine çıkacaktır.  Özbek hanı Şeybani Han, 1510 tarihinde Şah İsmail tarafından yenilmiş ve öldürülmüştür. Safavi işgaline Babür de katılmış ve Türkistan’a gelmiştir. Türkistan halkının bu durumu soğuk karşılaması sonucu Babür bir daha gelmemek üzere Hindistan’a dönmüştür. Bir müddet sonra Buhara Hanlığı kendisini toparlamış ancak yine bu işgalin bir sonucu olarak bölünmek durumunda kalmıştır. Bunun sonucu olarak Hive (Harezm ) Hanlığı ortaya çıkmıştır.(1511)

Buhara Hanlığı’nda merkezi idarenin zayıfladığı bir dönemde (1709) Hokand Hanlığı ortaya çıkmıştır. Böylece hanlık 3 parçaya bölünmüş oldu: Buhara Hanlığı, Hive Hanlığı ve Hokand Hanlığı.

 Bu üç hanlık hiçbir zaman siyasi bir ittifak kuramamış, hatta zaman zaman birbirleriyle savaşmışlardır. 1557’de Astrahan’ın işgaliyle başlayan Rus istilası adım adım yaklaşmıştır. Bu üç hanlık, muhtemel Rus işgalini çok uzak bir ihtimal görmüşler ve hiçbir tedbir almamışlardır. 18. Yüzyılda dünyadaki tüm sömürgeci devletlerini taklit eden Ruslar 90 yıllık süre zarfında(1732-1822) bütün Kazak bozkırlarını istila etmişlerdir. Rus askerleri bu üç hanlığın sınır bölgelerine gelip dayandıkları zaman dahi bir ittifak oluşturamamışlardır. Ruslar bu üç hanlık arasındaki ihtilafları daha önce gönderdikleri casuslar vasıtasıyla iyi bir şekilde kullanmışlardır. Teknik üstünlüğe sahip Rus ordusuna karşı Türkistanlı mücahitler, yetmiş seneden daha uzun süre devam eden mücadelelerinden maalesef yenik ayrılmışlardır. 1853’de Akmescit, 1865’te Taşkent, 1870’te Buhara, 1876’da Kokand, 1884’de Merv işgal edilmiştir.

Bunun neticesi olarak Türkistan’da 19. Asrın sonuna gelindiğinde Kazak toprakları, Bozkır Valiliği olarak; Hokand Hanlığı ise Türkistan Valiliği olarak Rusya’ya bağlanmıştır. Buhara Hanlığı ve Hive Hanlığı ise ağır şartlar içeren anlaşmalar sonucu içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Rusya’ya bağlı muhtar bölgeler haline getirilmiştir.

1892’de İşanlar ayaklanması ve 1916’daki Büyük Ayaklanma, Rus istilasına karşı Türkistanlıların verdiği mücadeleye birer örnektir. 1916’da 673.000 kişi öldürülmüş, 168.000 kişi Sibirya’ya sürülmüş, 300.000 kişi de hicret etmek zorunda kalmıştır. 1916 ayaklanmasının kanlı bir şekilde bastırılması Türkistanlıları yıldırmamış, hemen akabinde Korbaşılar(Basmacılar) hareketi başlamıştır.(1917-1924)

1917 devrimi sonrası Türkistan’da kısa ömürlü Milli Cumhuriyetler (Buhara Halk Cumhuriyeti, Hive Halk Cumhuriyeti, Türkistan Milli Devleti, Alaş-Orda Milli Hükümeti) kurulmuştur.

1862 den 1924 tarihine kadar Türkistan’da Rus istilasına karşı mücadele sürmüştür. 1924’te Rusya’daki sosyalist rejim yerleştikten sonra Batı Türkistan’ın bölünmesi süreci başlatılmıştır.

1925 tarihinden sonra Bozkır Valiliği, Türkistan Muhtar Bölgesi, Buhara Halk Cumhuriyeti ve Hive (Harezm) Halk Cumhuriyeti lağvedilerek  beş cumhuriyet ihdas edilmiştir. (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan)

Doğu Türkistan’da ise Çin saldırıları 1755 yılında başlamıştır. 1755-1764 arasında 500.000 Türkistanlı katledilmiştir, buna rağmen Türkistanlıların mücadelesi devam etmiştir. 1873 yılında Yakup Bey tarafından Osmanlı Devletine bağlı olan bir hükümet ilan edildi. Yakup Bey’in ölümünden sonra birliği koruyamayan hükümet dağıldı ancak mücadele bitmedi. 1933 ve 1944’te Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyetleri kuruldu.

Çin ve Rus saldırıları karşısında Doğu Türkistan güçsüz düşünce, bu cumhuriyetler  dağılmak zorunda kaldı. Çin işgali altında kalan Doğu Türkistan, Sincan (Sinkiang) ismiyle özerk bir bölge haline getirildi. Çin Halk Cumhuriyeti özerk bölge statüsüne tanımış olduğu kanuni hakları çiğnemek pahasına, mütecaviz tutumuna devam etmektedir.

1991 yılından itibaren Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte beş Türk Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti. Ekonomik ve askeri açıdan bağımsız olamamış olan bu beş cumhuriyet, dünyadaki büyük devletlerin etkisinden tam olarak kurtulabilmiş değildir. Doğu Türkistan’da ise işgalci Çin zulmüne karşı mücadele devam etmektedir.

 

 

Devami

Abdürreşid İbrahim: Japonya’ya İslam’ı getiren Türkistanlı

Abdürreşid İbrahim Efendi (d. 23 Nisan 1857Sibirya – ö. 17 Ağustos 1944Japonya), Türk fikir adamı, seyyah ve yazar.

Japonya’ya İslam’ı getiren kişi olarak bilinir. Önce Rusya Müslüman Türklerini birleştirme çabalarıyla tanındı. Rusya’daki Türkleri Türkiye’ye göç etmeye özendirdi. Bu girişimlerinde büyük ölçüde başarı sağladı. Uzun seyahatlere çıktı ve çok maceralı bir hayat sürdü. Hayatını Müslümanlığı yaymak için seyahatler yapmaya adamıştı. 1912’de Osmanlı vatandaşı oldu. Seyahatlerini “Alem-i İslam” adlı eserinde Osmanlı halkına anlattı; verdiği konferanslar büyük ilgi gördü. Süleymaniye Kürsüsünde adlı ünlü eserinde şair Mehmet Akif’in halka hitap ettirdiği kişi, Abdürreşid İbrahim’dir[1].

Yaşamı

1857’de Tobolsk ilinin Tara kasabasında dünyaya geldi. Babası Buharalı Özbek bir aileden gelen Ömer Bey, annesi Başkurt Türklerinden muallim Afife Hanım idi[2]Çocukluğunda Rusya’daki medreselerde öğrenim gördü. 1879’da Orenburg’a geldi, bir zenginin hizmetkârlığını üstlendi ve 1880’de Hicaz’a gidişinde ona eşlik etti. Hac’dan sonra Medine’ye yerleşti; medrese öğrenimine devam etti. Beş senelik eğitiminin sonunda icazetnamesini aldı.

1884’te memleketine dönen Abdürreşid İbrahim, Tara’da müderrisliğe başladı; aynı yıl evlendi. Bu evlilikten Münir, Kadriye, Fevziye adlarında üç çocuğu dünyaya gelmiştir[2]. Müderrisliğe başlamasından 6 ay sonra öğrencileri ile birlikte tekrar hacca gitti; onları bir medreseye yerleştirdikten sonra memleketine dönüp modern okullar açmakla meşgul oldu.

1890’da 10 öğrencisiyle İstanbul’a geldi, onları Darüşşafaka ve Dar-üt tedris okullarına yerleştirdikten sonra memleketine döndü. Rusya’nın her bölgesinde Müslümanlar İstanbul’a öğrenci yollaması için kendisine başvurmaya başlayınca Rus hükümeti rahatsız olarak faaliyetlerine kısıtlama getirdi.

1891’de Ufa şehrine geldi; kadı olarak görevlendirdi. Rusya’daki Müslümanların en büyük mahkemesinin kadısı olmuştu. Resmi görevlerinin yanı sıra fakir ve yetimler için dernekler kurmakla meşgul oldu. Müslüman halkın dertlerine çözüm bulmak için başkent St. Petersburg’a giderek içişleri ve eğitim bakanları ile görüşmeler yaptı. Rejim yanlısı müftüler tarafından hükümete şikâyet edilince canı tehlikeye girdiğinden 1895’te İstanbul’a gitti.

İstanbul’daki faaliyetleri

İstanbul’da iken bastırdığı ve gizlice Rusya’ya soktuğu broşür ile Rusya’da yaşayan Müslümanları Osmanlı Devleti’ne göç etmeye davet etti. Bu broşür, 70 bin Müslüman Türk’ün Anadolu’ya göçmesine vesile oldu[2]. İstanbul’da kaleme aldığı ve gizlice Rusya’ya soktuğu ünlü “Çoban Yıldızı” adlı eserinde Rusya’nın yönetimindeki Müslüman halklara yaptığı zulümleri anlattı.

İstanbul’da iki yıl boyunca kımızcılık ve ziraatçilik ile geçimini sağlayan[2] Abdürreşid İbrahim, 1896’da Avrupa’ya gitti. İsviçre’de tanıştığı Rus sosyalistlere Müslüman halkların sorunlarını anlattı.

İlk Büyük Seyahati

Abdürreşid İbrahim, 1897’de ilk büyük seyahatine çıktı. Seyahati 3 yıl sürdü. Önce memleketi Tara’ya giden seyyah, bir süre kaldıktan sonra Japonya’ya gitti. Kısa bir süre sonra 1900’de St. Petersburg’a döndü ve bir dergi çıkardı. 1902-1903 arasında tekrar Japonya’da bulundu. Rusya ve Japonya arasındaki ilişkileri inceleyip İstanbul’a aktardı. Japonların Müslümanlığa yatkın olduklarını Abdülhamit Han’a bir mektupla bildirdi[2] ve Müslümanlığın yayılması için yardım istedi. Rus karşıtı faaliyetleri nedeniyle Rusya’nın ricası üzerine kendisinden Japonya’dan ayrılması istenince İstanbul’a döndü[2].

Rusya’da yaşayan Müslümanlara yönelik kitaplarından ötürü Rusya, Osmanlı Devleti’nden de sınırdışı edilmesini talep etti. 1904’te Rusya’ya teslim edildi. Odessa’da 2 hafta hapsedildikten sonra Rusyalı Türklerin büyük baskısı sonucu serbest bırakıldı.

Yayıncılık Hayatı

Tahliye olduktan sonra St. Petersburg’a yerleşti, bir matbaa kurdu. Dini ve siyasi eserler yayımladı. Amacı, Rus egemenliği altındaki Türkler arasında bir birlik kurmaktı. “Ülfet” adlı bir Türkçe dergi yayımladı ve büyük ilgi gördü[3]. Dergi, 85. Sayısında kapatıldı. 1906’da “Tilmiz” adlı Arapça bir dergi çıkarmaya başladı. O da 1907’de kapatıldı. Bunun üzerine Kazak şivesiyle yayın yapan “Serke” adı dergiyi çıkarmaya başladı[3].

Rusya Müslümanlarının birlik olması için aydın ve zengin kesimin katıldığı bir toplantı organize etmeye çalışan Abdürreşit İbrahim, bu konuda da Rus idaresinin engelleri ile karşılaştı. İlk toplantıyıOka Nehri üstünde bir gemide gizlice gerçekleştirmeyi başardı[2]. Petersburg’a döndüğünde Müslümanların birlik olmasının önemini anlatan “Bin Üç Yüz Senelik Nazra” adlı eserini yayımladı. İkinci toplantı 13 Ocak 1906’da gerçekleştirildi ve kendisinin hazırladığı “ittifak nizamnamesi” oybirliği ile kabul edildi[2]. Rus Müslümanlara özerklik verilmesi konusunun Duma’da Müslüman milletvekilleri tarafından sürekli gündeme getirilmesi sağlandı. Abdürrreşit İbrahim, “Aftonomiya” adlı broşürde bu konuda görüşlerini dile getirmiştir. Rusya’da tüm bu faaliyetleri mümkün kılan özgürlük ortamı fazla uzun sürmedi. Yeniden baskı yönetimi başlayıp pek çok aydın sürgüne ve hapse gönderilince hayatının tehlikede olduğunu gören Abdürreşit İbrahim, Rusya’yı terk etti[2].

İkinci Büyük Seyahati

Abdürreşid İbrahim’in 3 yıl sürecek ikinci büyük seyahatinde amacı İslam aleminin durumunu görmek, tarihe tanıklık etmekti. Seyahatini kaleme alarak gelecek nesillere aktardı. Bir sene boyunca Batı ve Doğu Türkistan’ı gezdi. Rus hükümetine karşı ortak hareket edilmesi için ileri gelenlerle görüştü; yeni usul okulların açılmasına çalıştı. Memleketi Tara’da kısa bir süre kaldı. Ailesini yanına alıp Kazan’a yerleştirdi. Kazan’da yeni bir Müslüman Kongresi’nin gerçekleşmesini organize etti. Bu kongrede alınan karar gereği bölgede, öğretmenlik yapabilecek yaştaki gençlerin eğitim almak için İstanbul’a gönderilmesi gerekiyordu. Bu sayede İstanbul’a gelip eğitim alan çok sayıda genç oldu[2].

1908 Eylül’ünde yolculuğuna devam etmek için Kazan’dan yola çıktı. Rusya içinde Moğolistan’a kadar gitti. Budistlerin lideri Dalay Lama ile görüştükten sonra gemi ile Japonya’ya gitti[2].

Japonya’da bulunduğu süre içinde Tokyo’da kaldı ve Japonca öğrendi. İmparator ailesi ile dostluk kurdu. Japon eğitim sistemini inceledi. Üst düzey Japon devlet adamlarının bir kısmının Müslüman olmasına vesile oldu. Uzakdoğu halkları arasında yardımlaşma ve İslam’a davet amacını güden Asya Gikay Derneği’ni kurdu[4] . Dernek, Tokyo’da bir cami inşası için girişimlerde bulundu.

Haziran 1909’da Kore’ye gitmek üzere Japonya’dan ayrıldı. Bir hafta Kore’de kaldıktan sonra Çin’e gitti. Kore ve Çin’de Müslümanlara vaazlar verdi. Ardından Singapur’a ve Hindistan’a gitti. İngilizler, sömürgeleri Hindistan’da kendisinin varlığından rahatsız olunca ülkeyi terk etmeyi uygun buldu. 1910’da Hicaz’a gidip hac ziyareti yaptı.

Osmanlı Başkentinde

Seyahatini ve hac ziyaretini tamamladıktan sonra Hicaz Demiryolu ile Beyrut’a, ardından İstanbul’a gelen Abdürreşid İbrahim, Osmanlı vatandaşlığına geçmek için başvurdu ve 1912’de Osmanlı vatandaşı oldu[3]. Gezdiği ülkelerdeki Müslümanların durumunu Osmanlılar’a aktaran vaazlar verdi. İstanbul’da SultanahmetAyasofyaŞehzadebaşı camilerindeki bu vaazlarda binlerce kişi kendisini dinledi. Mehmet Akif ile tanışıp dost oldu. Büyük şair, vaazlardan birisini şiirleştirdi ve “Süleymaniye Kürsüsünde” adıyla yayımladı[5].

Sultanahmet’te bir eve yerleşen seyyah, bir dergi çıkarmaya başladı. “Tearüf-i Müslümün” adlı dergide Müslüman dünyasının birbirini tanımasını amaç ediniyordu. Anıları, İstanbul’da Eşref Edip Bey’in çabası sonucu “Alem-i İslam” adıyla kitaplaştırıldı ve büyük ilgi gördü.

Savaşlarda

1911 yılında Trablusgarp’in İtalyanlar tarafından işgali üzerine Osmanlı Devleti’nin İtalya ile yaptığı Trablusgarp Savaşı’na katıldı. Trablusgarp’ta beş ay kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. Trablusgarp Savaşı hakkında çok ilgi gören konuşmalar yaptı[2].

1912’de başlayan Balkan Savaşı’nda Edirne’nin Osmanlı hakimiyetinden çıkması üzerine Müslümanları cihada çağıran yayınlar yaptı. 1914’te Kuzey Anadolu Rus işgaline uğrayınca Osmanlı askerine moral vermeye gitti. Enver Paşa’nın verdiği görev doğrultusunda; Rus ordusunda iken Almanlar’a esir düşen askerleri örgütleyip Osmanlı ordusuna kattı[2]. 1918’de Osmanlı istihbarat örgütünden aldığı görevle, Rusya Müslümanlarını savunan bir büro açmak için İsviçre’ye gitti[2].

Üçüncü Büyük Seyahati

1918’de İstanbul’dan başlayan bir yolculuğa çıktı. SibiryaUkraynaAlmanyaLitvanyaDoğu Türkistan ve Rusya’yı dolaştı. Bolşevik idarenin kanlı yönetimi karşısında Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldı.

İnziva Dönemi

Üçüncü seyahatinden sonra Konya’nın Cihanbeyli ilçesi Böğrüdelik Köyü’ne yerleşti[6] 1925’ten itibaren bir süre gönüllü sürgün hayatı sürdürdü. 1933’e kadar bir rençber olarak yaşadı. Zaman zaman hacca ve dostu Mehmet Akif’i görmek için Mısır’a gitti. Aklı, Japonya’nın İslamlaştırılmasında kalmıştı. 1933’te 76 yaşında iken tekrar Japonya’ya gitti.

Japonya Yılları

12 Ekim 1933’te Japonya’ya vardı. Japon basını kendisine büyük ilgi gösterdi. Tokyo’da yaşayan Tatar halkının sorunlarıyla ilgilendi. Arsa temini çok zor olan Tokyo’da cami yaptırmak için büyük çaba gösterdi[7] Tokyo Camisi’nin planlarını hazırlatıp temelini attırdı. Cami, 1937’de ibadete açıldı. İlk imamı Abdurreşid İbrahim oldu. 1939’da İslamiyet’in Japonya’da resmi din olarak tanınması ve teşkilat kurma hakkı kazanmasında rol oynadı[7].

17 Ağustos 1944 günü Tokyo’da hayatını kaybetti. Tokyo yakınındaki Müslüman mezarlığı’na (Tamareien) defnedildi[8].

Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BCrre%C5%9Fid_%C4%B0brahim

 

 

UZTOZ ABDURRASHID İBROHİM HOTİRASİGA

 

Uztozni o’zimga oynai jahon deb bilaman,

Siymosiga boqib cheksiz hijolatda turaman.

 

Sizku dunyoni ko’rdingiz imonu hizmat bilan:

Ey voh men qachon qo’zğalaman ve qachon yuraman.

 

Siz ko’rdingiz dunyoning ğarbini va sharqini

Siz ko’rgan u yo’llarni bilmam qachonlar ko’raman.

 

Sizga boqib shohsadi aqlim mening,

Hindga qachon boramanu Japonga qachon boraman.

 

Allohning marhamati yer yuzuni sayohat

Men esa o’zimni bahona ila o’raman.

 

Ne qilay bir zolimga bo’ldim zamondosh,

Ne qilay ğofillarla turmasdan ovvoraman.

 

Bir niyat qilay men ham imonning hizmatiga,

Alloh nasib aylasa borgan joyingizga boraman…

2012

Namoz NORMUMİN

 

УСТОЗ АБДУРАШИД ИБРОҲИМ ХОТИРАСИГА

Устозни ўзимга ойнаи жаҳон, деб биламан,

Сиймосига боқиб чексиз ҳижолатда тураман.

 

Сизку дунёни кўрдингиз, имону хизмат билан

Эй, воҳ мен қачон қўзғаламан ва не замон юраман.

 

Чину Ҳиндни фатҳ этдингиз илму маърифат билан

Мен жоҳил шижоатга қачон юзимни бураман.

 

Сиз кўрдингиз дунёнинг ғарбини ва шарқини,

Сиз кўрган у йўлларни билмам қачонлар кўраман.

 

Сизга боқиб шошади ақлим менинг,

Ҳиндга қачон бораману, Японга қачон бораман.

 

Аллоҳнинг марҳамати ер юзини саёҳат,

Мен эса ўзимни баҳона ипи билан ўраман…

 

Не қилай бир золимга бўлдим замондош,

Не қилай ғофилларла турмасдан оввораман.

 

Бир ният қилай мен ҳам имоннинг хизматига,

Аллоҳ насиб айласа, борган жойингизга бораман….

Намоз НОРМЎМИН

2012

 

Devami