Skip to content
Haberler >
  • TÜRKİSTANDER Olağanüstü Genel Kurul toplantısı
  • GÖÇ İDARESİ’NİN ZORLA GERİ GÖNDERDİĞİ GÖÇMENLERİ İŞKENCE VE ÖLÜM BEKLİYOR!
  • Özbekistan: 2023'te en çok konulan isimler
  • Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor -4
  • Özbekistan'da işkencede ölüm olayları artıyor-3
TÜRKİSTANDER
Banner Ads
  • ANASAYFA
  • HAKKIMIZDA
  • FAALİYETLER
    • FAALİYETLER
    • DUYURULAR
  • HABERLER
    • TÜRKİYE
    • TÜRKİSTAN HABER
      • Doğu Türkistan
      • O’zbekistan
      • Kazakistan
      • Kırgızistan
      • Türkmenistan
      • Tacikistan
      • Horasan
      • Güney Türkistan
    • DÜNYA HABER
  • DERSLER
    • İSLAM
      TARİH
      Мусулмоннинг мусулмон биродари устидаги ҳақ-ҳуқуқлари

      Мусулмоннинг мусулмон биродари устидаги ҳақ-ҳуқуқлари

      Qiyinchilik yetganda amal qilinadigan qoidalar

      Qiyinchilik yetganda amal qilinadigan qoidalar

      30 odimda farzand tarbiyasi (6 Odim)

      30 odimda farzand tarbiyasi (6 Odim)

      Бу намоздир!

      Бу намоздир!

      Türkistanlı kahraman Osman Batur

      Türkistanlı kahraman Osman Batur

      1942’de Hollanda’da 101 Orta Asyalı neden öldürüldü?

      Türkistan’dan Mısır’a işleyen gemiler

      Türkistan’dan Mısır’a işleyen gemiler

      Tarihsiz kelajak ildizsiz daraxtdir

      Tarihsiz kelajak ildizsiz daraxtdir

    • İSLAM
    • TARİH
    • Türkçe Dersi
  • TÜRKİSTAN
    • GENEL BİLGİLER
    • TARİH
    • Kazakistan
    • Kırgızistan
    • Özbekistan
    • Tacikistan
    • Türkmenistan
  • GALERİ
    • VİDEOLAR
    • FOTOGRAFLAR
    • .
  • YAZARLAR
    • Burhan Kavuncu
    • Dr. N. Normumin
  • İLETİŞİM

Kategori: Burhan Kavuncu

Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor -4

13 Eylül 202313 Eylül 2023

 

Sonuç

İşkence hiç bir zaman ve hiç bir yerde kabul edilemez, normalleştirilemez bir insanlık suçudur.

Güvenlik teşkilatlarının geçmiş dönemlerde, “zorunlu bir yöntem” olarak gördükleri işkence, suçlunun itirafta bulunmasını kolaylaştırabilir. Ama gerçekliğin üzerini ebedî olarak örter.

İşkence ve kötü yönetimle mücadele etmek, bir ülkeyi karalamak değil, belki en büyük iyiliktir.

Özbekistan’da işkence ve ölüm olaylarını ele aldığımız yazı dizisinde örnek olaylara, medyada bunlara gösterilen tepkilere, resmi yetkililerin açıklamalarına ve devletin ‘işkenceyle mücadelesi’ konularına yer verdik. 2016 öncesine (Kerimov dönemine) göre olaylarda bir miktar azalma olduğunu söylemekle birlikte, işkence olgusunun günümüzde de hız kesmeden devam ettiği görülmekte. Yetkililer “bununla dünyanın her yerinde karşılaşılabileceğini” söylemekle, işkencenin normalleşmesini ve kabullenilmesi gerektiğini kasdetmiyor umarız. Evet, kendine “medeni” diyen ülkelerde de korkunç işkence vak’aları oluyor. ABD’nin Guantanamo’da ve ülke içinde müslümanlara reva gördüğü işkenceler, Ömer Abdurrahman‘a  veya şu anda Afiye  Sıddıki‘ye yapılanlar asla affedilmeyecek zulümler. Almanya ve İtalya’nın bazı komünist militanları cezaevinde infaz ederek örgütlerini nasıl yok ettiği unutulmamalı. İşkence hiç bir zaman ve hiç bir yerde kabul edilemez, normalleştirilemez bir insanlık suçudur.

Güvenlik teşkilatlarının geçmiş dönemlerde, suçla ve suçlularla mücadelede “zorunlu bir yöntem” olarak gördükleri işkence, belki suçlunun itirafta bulunmasını kolaylaştırabilir. Ama iyi bilinmeli ki gerçekliğin üzerini ebedî olarak örter. Suçun kim tarafından işlendiğini veya bir suçun var olup olmadığını hiç bir zaman öğrenemeyiz. Nitekim, burada yer verdiğimiz, sadece son 1 yılda meydana çıkmış 10’dan fazla işkencede ölüm olayında, şüphelilerin hemen hepsi uyuşturucu, hırsızlık gibi olaylarla suçlanmış. Bazı sosyal medya aktivistleri, bloggerlar da dolandırıcılık, gasp gibi adi suçlardan yargılanmış, bazıları bunlardan hüküm giymiş. İşkence ve zorbalığın olmadığı adil bir yargılama yapılabilseydi bunlara inanabilirdik. Şimdi ise kolluk kuvvetleri tarafından bu kişilere muhtelif sebeplerle iftira atılmış olma ihtimali ile, ifadelerin zorla alındığı, delillerin uydurulduğu iddiaları hep devam edecek, yapılan yargılamaya ve sonuçlarına kimse inanmayacaktır. Adalete inancın olmadığı bir ülkede, hiç bir politika, hiç bir uygulama toplum tarafından benimsenemez. Toplumsal barış ve gelişme sağlanamaz.

Özbekistan’da işkence vak’alarının durdurulamamasında, sorumlulara verilen cezaların caydırıcı olmaması önemli bir etken. Bir çok olayda işkenceciler suçsuz bulunarak serbest bırakılırken, verilen cezalarda da da kısa süreli hapis ve işten çıkartmakla yetinildiği görülmekte. Bu örnekler, yönetimin işkenceyle mücadelede samimi olmadığını düşündürüyor.

İşkence ve kötü yönetimle mücadele etmek, bir ülkeyi karalamak değil, belki yapılacak en büyük iyiliktir. Özbekistan halkı, Türkistan tarihindeki itibarlı yeri, istiklal ve azadlık mücadelesindeki fedakarlıkları ile, bugün temiz bir toplum olmayı adil bir şekilde yönetilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Burhan Kavuncu (Türkistander Başkanı) 

  ….

Nukus olaylarında hukuka aykırı eylemde bulunan İçişleri Bakanlığı görevlileri cezalandırıldı

2022 yılı 1-2 Temmuz’da Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nde gösterilerin kanlı bir şekilde bastırıldığı olaylarda 18 kişi ölmüş, 200’den fazla kişi yaralanmıştı 

5 ağustos 2023 tarihli Kun.uz haberi

   Qaraqalpakistan nümayişleri

Üç görevliye İçişleri organlarında çalışma hakkından mahrum bırakma ve hapis cezası verildi.

Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nde 2022 yılının Temmuz ayında meydana gelen toplumsal karışıklıkların bastırılmasında  yasa dışı eylemlerde bulunan Özbekistan Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nda çalışan görevlilere cezai sorumluluk öngörüldü. Bu konuda Yüksek Mahkeme açıklama yaptı:

Kogon Şehir Ceza Mahkemesi’nin 4 Ağustos  2023 tarihli kararıyla 1996 doğumlu T. A. ve 1985 doğumlu X. S. Ceza Kanununun 235. maddesi (işkence yapmak ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve ceza biçimlerinin kullanmak), 3. fıkrada belirtilen suçu işlemekten suçlu bulunarak, her birini 2 yıl müddetle İçişleri organlarında çalışma hakkından mahrumiyetle bırakma ve 7 yıl azadlıktan mahrum bırakılma cezası verilmiştir.

Ayrıca, 1979 doğumlu J. M., Ceza Kanunu’nun 117. madde (tehlikeye sokma) 2. kısmı ve 238. madde (yalancı şahitlik) 1. kısımda belirlenen suçları işlemekten suçlu bulunarak, 1 yıl müddetle İçişleri organlarında çalışma hakkından mahrumiyetle 3 yıl azadlıktan mahrum bırakılma cezası verildi.

İlk derece mahkemesinin bu kararından razı olmayan tarafların, kanunla belirlenen usule uygun olarak Buhara Bölge Mahkemesine temyiz etme hakkına sahip olduğu kaydedildi.

2022 yılının 1-2 Temmuz günleri Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nin merkezi Nukus’ta karışıklıklar meydana gelmişti. Milli Gvardiya (Milli muhafız birliği)  görevlileri ile çatışmalarda 200’den fazla kişi yaralanmış, 18 kişi ölmüştü.

Kun.uz haberlerine göre Yüksek Mahkeme 5.06.2023‘te 14 kişinin cezasını hafifleştirilerek tutuklu bulunan 8’ini ve 12 Haziran 2023‘te de 21 kişini cezasını hafifleştirip 5’ini serbest bırakmıştı. Yani toplam 35 kişinin cezaları indirildi ve tutuklu bulunan 13 kişi serbest bırakıldı. Nukus’taki gösterileri organize ettiği iddia edilen Devletmurat Tajimuratov’un itirazları ise kabul edilmedi ve mahkeme kararının ilgili kısmı değiştirilmedi.

   ….

Blog yazarı Nefaset Allahşükürova 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı

(Gazeta.uz haberi)

Nafosat Ollashukurova.  Özbekistanlı blogger Şebnem (Nafosat) Ollashukurova

6 Eylül 2023
Mahkeme, blog yazarı Şebnem (Nafosat) Ollashukurova’yı iftira ve hakaretle ilgili kanun maddelerine göre 3 yıl hapis cezasına çarptırdı. Harezm bölgesinden ayrılması, iletişim araçlarını ve interneti kullanması yasaklandı.

Özbekistan Yüksek Mahkemesi basın servisinin “Gazeta.uz”a verdiği bilgiye göre, Harezm vilayeti Xonka ilçesi Ceza Mahkemesi, 25 Ağustos’ta yapılan duruşmada blog yazarı Şebnam (Nafosat) Ollashukurova’yı  üç yıl azadlığını sınırlama cezasına çarptırdı.

2019 sonbaharında Ollashukurova, gazeteci Mahmud Rajapov ve akrabalarının Harezm’den Taşkent’e yürüme kampanyasını takip ettiği için tutuklanmıştı. Daha sonra İdari Sorumluluk Kanunu’nun çeşitli maddeleri gereği 10 gün gözaltında tutuldu. İdari gözaltı sırasında açlık grevine başlamasının ardından Harezm vilayeti akıl ve sinir hastalıkları dispanserine yatırıldı.

Aynı yılın Aralık ayı sonunda serbest bırakıldı. Kendini güvende hissetmediğini söyleyerek ülkeyi terk etti. Ollaşukurova’nın Facebook sayfasında yer alan bilgiye göre bir süre Türkiye’de yaşadı.

Mahkeme kararında da belirtildiği gibi bu yıl 14 Mart’ta Harezm vilayeti Boğat ilçesinde tutuklandı ve 16 Mart’tan bu yana ev hapsinde tutuluyor.

Ocak ayında aktivist, “Şabnam TV” adlı YouTube kanalında, Jizzakh vilayetinde 6 yaşındaki bir kız çocuğuna üvey babası tarafından cinsel, fiziksel ve zihinsel şiddet uygulanma olasılığına ilişkin bir video yayınladı ve kolluk kuvvetlerine olayı soruşturma çağrısında bulundu. Adli tıp incelemesi sonucuna göre kızın vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmadı. Mahkeme kararında göre kızın ebeveynleri, Ollashukurova’nın ailenin itibarını zedelediğini belirtti.

Sanık suçunu kısmen kabul ederek, kızın anne ve babasının ev sahibi olan arkadaşından bilgi aldığını belirtti. Yayınladığı videoda anne ve babasının isim ve adreslerini belirtmediğini ve onları itibarsızlaştırmaya çalışmadığını ancak yetkililerden araştırma yapılmasını istediğini söyledi.

Nisan ayındaki başka bir videoda Nafosat Ollashukurova, Devlet Güvenlik Servisi’nin “gizli grubunu” blog yazarı Asal Khojayeva’yı (Asalhoney) öldürmekle suçladı. Haklarında ceza davası açılması halinde delil sunacağını söyledi. Mahkeme kararına göre, katilin başka bir şahıs olduğu tespit edildiğinden, kolluk kuvvetlerine yönelik bu bunlar “asılsız ve iftira niteliğinde” ifadelerdir.

Blog yazarı, Harezm vilayetinin Boğat ilçesinin içişleri departmanının kıdemli müfettişi V. B.’yi kasden adam öldürmekle suçladı. 11 Mart’ta, ona karşı iftira sebepli cezai soruşturmasını devam ettirmesi ve ev hapsinin süresinin uzatılması yönünde celp getirdiğinde onunla tartışmıştı. Mahkeme kararına göre Ollashukurova, görevliye hayasızca sözlerle hakaret etti ve iftira attı. Sanık, hamileliğin yol açtığı ruhi durum sebebiyle kendisine hakaret ettiğini söyledi.

Yargıç S. Hamrokulov, blogcuyu Ceza Kanunu’nun iftira ve hakaret hakkındaki iki maddesi uyarınca suçlu buldu ve 3 yıl müddetle azadlığı sınırlama cezasına çarptırdı. Buna göre saat 21:00’den 09:00’a kadar ikamet ettiği yerden (evden) ayrılması, halka açık ve diğer etkinliklere katılması, internet dahil iletişim araçlarını kullanması ve Harezm bölgesini terk etmesi yasaktır. Boğat ilçesi IIB denetimli serbestlik ekibinin izni olmada ikamet ve iş yerini değiştiremez.
Nafosat Ollashukurova’nın mahkeme kararına itiraz ettiği bildirildi

  ….

“Ölmemiş olmam bir mucize”

Tutuklu blog yazarı Abduqadir Mo’minov’un işkence gördüğü iddia edildi

(16 Ağustos 2023 –Ozodlik.org haberi)

                                                                                       İnsan hakları aktivistleri ve ağ kullanıcıları, Mominov’un tutuklanmasını Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in damatlarının işiyle ilişkilendiriyor.

Bu yıl 4 Ağustos’ta Özbekistan Ceza Kanunu’nun bir dizi maddesinden suçlu bulunarak 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan ünlü blog yazarı Abduqodir Mo’minov, soruşturma sırasında acımasızca işkenceye maruz kaldığını iddia etti. .

Mahkumun annesi Sabohat Abdullaeva Azodlik’e anlattı.

15 Ağustos’ta Taşkent şehrindeki 1 Nolu Soruşturma Gözaltı Merkezi’nde (Taşturma) oğlunu ziyaret eden Sabohat Abdullayeva, ilk olarak oğluna sağlık durumunu sordu, o  “Gördüğünüz gibi, ölmedim” diye cevap verdi.

Sabohat Abdullayeva‘ya göre, Abduqodir Mo’minov bu yılın 8 Şubat akşamı resmîlerin söylediği  gibi, usul tertiplerine göre gözaltına alınmadı, belki Taşkent’teki bir metan gazı dolum istasyonunda maske takan kişiler tarafından “elleri ve ayakları bağlanarak zorla bir arabaya bindirildi ve kaçırılarak götürüldü.”

Annesinin Abduqodir Mominov’un sözlerinden aktardığına göre, o, soruşturmanın ilk gününden itibaren Taşkent şehrinin İçişleri Baş Yönetimi IIBB’nin (emniyet Müdürlüğü) 3. katında bulunan 311 numaralı odada bir grup operasyon görevlisi tarafından kendisine işkence yapıldığını iddia ediyor.

“Oğlumu yerde süründürüp sol kaburgasına sürekli tekme attılar. Ayakkabılarının topuklarıyla cinsel organlarını bile tekmelediler. İşkence sonucu defalarca bilincini kaybetti, kendine getirip, yine vahşice işkence yaptılar” diyerek Abduqadir Mominov’un sözlerinden alıntılar yapıyor Sabohat Abdullayeva.

Annesinin Azodlik’e anlattığına göre, Abdukadir Mo’minov kendisine işkence yapan üç sorgu görevlisinin ismini söylemiş. Taşkent İBB’de kendisini sorgulayan O.K., ayrıca İçişleri Bakanlığı’nda çalıştığı söylenen “Aziz” ve “İbrahim” isimli operasyon görevlilerinin fiziki ve manevi baskıları sonucu avukat tutmayı reddetmeye mecbur kaldığını söyledi.

Annesinin söylediğine göre Abdukadir Mo’minov, işkence altında kendisinin yazmadığı ifadeleri imzalamaya zorlandığını iddia etti.

“Her türlü işkenceyi uyguladılar. Ölmemiş olmam bir mucize” diye aktarıyor Sabohat Abdullayeva oğlunun sözlerini.

Onun söylediğine göre Abduqadir Mo’minov soruşturma sırasında her gün 1’inci kattan 3’üncü kata kadar emeklemeye zorlandığını, sol kasığına sert tekme atıldığını, birkaç ay boyunca ayakta durmakta zorluk çektiğini söyledi. Böbreğinde hâlâ ağrı olduğunu, ancak doktorlara görünmesine izin verilmediğinden şikayet etmekte.

“Beni en çok etkileyen şey oğlumun ‘Anne, siz neden karar duruşmasına gelmediniz?’ demesi oldu”. Sabohat Abdullayeva devam ediyor: “Ancak ben mahkeme salonundaydım. Görünmez bir yerdeydim, bir kadın gazeteciye “lütfen yer değiştirelim, oğlumu görmem lazım” diye rica edip en öne oturdum. Oğluma ima-işaretlerle cesaret vermeye çalıştım. “Korkma, güçlü ol, sana yardım edeceğim, her şey yoluna girecek” diyen sözlerimi ima-işaretle anlatmaya çalıştım. Bana başını salladı, iyi olacak der gibi göz kırptı. Dün kendisine “beni görmedin mi?” diye sorduğumda düşünüp kaldı “Anne kanımı kontrol ettirmek lazım” dedi. Yemeğine ilaç katıldığını tahmin ediyor, ben de aynı kaygıyı taşıyorum” diyor Sabohat Abdullayeva.

Özbek yetkililer, Abduqadir Mo’minov’un işkence gördüğü iddialarına henüz yanıt vermedi. Bu yılın 22 Şubat günü Özbekistan Başsavcılığı basın sözcüsü Hayat Şemsutdinov, Mo’minov’un soruşturma sırasında işkence gördüğü yönündeki haberleri yalanlamıştı.

Başsavcılık temsilcisi Abduqadir Mo’minov’un işkence sonucu öldüğü yönündeki haberleri, “Bu haber doğru değil. A. Mominov hayatta ve iyi durumda” diye yalanladı.

Geçtiğimiz 4 Ağustos günü Taşkent Mirabad İlçe Mahkemesi, YouTube’da 247 bin abonesi bulunan “Kozgu” kanalının sahibi Abduqadir Mo’minov’u Özbekistan Ceza Kanunu’nun özel hayatın gizliliğinin ihlali, gasp, dolandırıcılık, ticaret veya hizmet kurallarının ihlali ve rüşvete katılım maddelerine göre 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırdı.
Mahkeme, hapis cezası dışında Abduqadir Mo’minov’u 3 yıl boyunca gazetecilik (blogerlik) faaliyeti yapma hakkından da mahrum etti.

Karar uyarınca ayrıca mağdurlar lehine maddi ve manevi tazminatın sanıktan tahsil edilmesi öngörülüyor. Mo’minov vakasında aralarında çok sayıda iş adamının da bulunduğu 14 kişinin mağdur olduğu tespit edildi ve toplam meblağın 903,4 milyon som olduğu tahmin edildi.
Aralık 2022’de Abduqadir Mo’minov, kimliği belirsiz kişilerin kendisine saldırdığını, arabasının camlarını kırdığını ve dövdüğünü söylemişti. Taşkent şehri IIBB, Özbekistan Ceza Kanunu’nun 164. maddesi (“Soygun”) kapsamında ceza davası açtığını ancak bunun sonucu hakkında kamuoyuna bilgi verilmediğini bildirdi.
Mo’minov bu yılın Şubat ayında, Ekim 2021’de gerçekleştiği iddia edilen dolandırıcılık ve gasp şüphesiyle tutuklanmıştı.

  ….

Saidov: “Biz işkenceyle mücadele ediyoruz ama, bilgisiz bir görevli Özbekistan’ı tüm dünyaya rezil ediyor”

Özbekistan’da soruşturma ve ceza kurumlarında yaşanan işkence ve ölüm vakalarına değinen Âli Meclis Yasama Meclisi Başkan Vekili Akmal Saidov, bununla tüm dünyada karşılaşılabildiğini söyledi.

İşkencede ölüm olaylarının durdurulamadığı Özbekistan’da, önemli haber sitelerinden Ku.uz, Akmal Saidov’la bir  söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşiyi Özbek Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevirerek yayınlıyoruz.

                                                                                          Özbekistan Âli Meclis Yasama Bölümü Başkan Vekili Akmal Saidov

Uluslararası ortaklık girişimlerinin “Yeni Özbekistan: Kalkınma, Yenilik ve Aydınlanma Haftası” etkinlikleri Taşkent’te devam ediyor. Bugünkü (6 Temmuz) programda Âli Meclis Yasama Meclisi Başkan Vekili Akmal Saidov da bir konuşma yaptı.

Etkinlikte İnsan Hakları Millî Merkezi Başkanı da Kun.uz muhabirinin Özbekistan’daki soruşturma ve ceza infaz kurumlarında meydana gelen işkence ve ölüm vakalarının neden azalmadığına ilişkin sorusuna da cevap verdi.

“Ortaya çıkan her olaydan haberim var. Biz zaten neyle meşgul olduğumuzu, ne yapacağımız hakkında daha önce de yazılı rapor sunduk. Genel olarak, işkence sorunu küresel bir sorundur. Dünyada hiç bir devlet yok ki, ceza infaz müesseselerinde işkence yaşanmasın. Her yerde karşılaşılır. Çünkü ben geçen yıl işkence konusunda BM’de Özbekistan’ın beşinci raporunu hazırladım.

Elbette 2015-16 öncesi dönemde de ben Özbekistan’da işkence konusuyla meşgul olmuştum. Siz şimdi sadece Böke ve Andijan’ı hatırladınız. Ben ise Andican’daki geçen yılki veya daha önce Kaşkadarya’daki durumları anlatacağım.

En dehşete düşüreni ise, Andican’daki olaylarda İçişlerindeki 3 görevlinin henüz 24 yaşında olmasıydı. İçişleri Akademisi’nden mezun olduktan sonra ikinci yıldır çalışmaktalar. Bunlar neden böyle bir şey yaptılar sorusu ortaya çıkıyor. Bu korkunç.

Sorduğunuz soruya %100 katılıyorum.
Burada sorunun içişleri sisteminde mi yoksa bireylerde mi olduğu, her durumda büyük bir sorun. Ama biz bunları mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışıyoruz. Mesela Ceza Kanunu’nun 235’inci maddesini İşkenceye Karşı Sözleşme’nin birinci maddesine uyarladık. Daha önce bu tam olarak yansıtmıyordu. Bunu uluslararası uzmanlarla birlikte yaptık.

Kanuni esasını yani sorumluluğu güçlendirdik. Bizde 2016 yılına kadar işkence fiillerine ilişkin cezai sorumluluk yoktu. Ceza Kanunu’na özel bir madde ekledik ki, eğer çalışan bunu biliyorsa kendini sorumlu hisseder.

Ayrıca yöneticileri de işkence fiillerinde sorumlu tuttuk. Elbette işkence varsa bu sizin ve bizim çalışmalarımızdaki eksikliklerin olumsuz bir sonucudur. Bunun önünü almak gerek. Biz ne yaptık? İnsan hakları konusunda altı vilayette emniyet güçlerinden 350 görevliye eğitim verdik.

Bundan başka, ombudsman ve yabancı elçilik temsilcileri cezaevlerini ziyaret etmektedir. Mahpusların durumuyla ilgileniyorlar. Ayrıca mahkumların ombudsmana müracaatlarını iletebilmeleri için ayrı bir kutu oluşturuldu. Hapishanede onu kimse açamaz. Cezaevleri kolonisinin başkanı bile.

Elbette yasalar çıkarıyoruz. Lâkin işkence karşıtı standartları bilmeyen bir kişi, Özbekistan’ı tüm dünyaya rezil edebilir. Evet, daha önce bu vakaları kapatmak mümkündü ama artık sosyal ağlar gelişti ve internet aracılığıyla tüm dünya bunu hızla öğreniyor” dedi Akmal Saidov.

  ….

“Yükseliş Hareketi”, İçişleri Bakanlığı reformuna ilişkin derhal uygulamaya konulması gereken bir plan sundu

(Özbekistan’da devlet STK’sı niteliğindeki oluşumlardan “Yükseliş UmumMillî Hareketi” işkenceyi önlemek için bir program hazırladı. Dünyanın bir çok ülkesinde yürürlükte olan bu plan içeriğinin Özbekistan’da henüz uygulanmaması, durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Qalampir.uz haberini sunuyoruz.)

image

“Yüksaliş” milli hareketi, Özbekistan’da son zamanlarda İç İşleri Bakanlığı sisteminde sıkça rastlanan işkence vakalarına son vermek ve sistemin halkçılığını temin etmek için acilen hayata geçirilmesi gereken 10 maddelik planı ilgililere takdim etti. Yükseliş Hareketi Basın Servisi’nin haberi.

“Yüksaliş” raporunda ilk olarak Özbekistan’da son yıllarda insan hak ve özgürlüklerinin sağlanması açısından yapılan olumlu değişiklikler sıralandı. Ayrıca sahadaki olumlu reformlara rağmen son dönemde yaşanan işkence vakalarının Özbekistan’ın mevcut millî ve uluslararası imajını olumsuz etkilememesi gerektiği vurgulandı.

Bu doğrultuda “Yüksaliş”, kamuoyunu eğilimlerine ve alanın uzman değerlendirmesine dayanarak, işkencenin sona erdirilmesi için acilen gerçekleştirilmesi gereken şu önlemleri teklif etti:

1. Her şeyden önce, son dönem meydana gelen işkence vakaları hakkında İçişleri Bakanlığı yönetimi  ayrıntılı bilgi vermeli ve sistemdeki işkencenin sona erdirilmesine yönelik özel planlarını kamuoyuna sunmalıdır;

2. Bundan böyle, her bir işkence ve diğer insan şeref ve haysiyetini aşağılayan diğer durumlar hakkında İçişleri Bakanlığı yönetimi tarafından, düzenli olarak  ve şahsen kamuoyuna bilgi verilmesi uygulamasına geçilmesi;

3. Suç işlediği şüphesiyle yakalanan kişinin haklarının basit bir dille anlatıldığını belirten bir belge alınması uygulamasının getirilmesi;

4. Suç işlediği şüphesiyle yakalanan kişinin savcıyla görüşme talebinin derhal yerine getirilmesi hakkının yasal olarak güçlendirilmesi;

5. Hapse (cezaevine) alınanların resmi olarak cezaevi olarak tanımlanan yerlerde tutulmasını, onların kaldığı yerler hakkındaki bilgilerin akrabalar, arkadaşlar ve kamu kuruluşları da dahil olmak üzere ilgili taraflara açık olmasını sağlamak amacıyla çevrimiçi bir veri tabanının oluşturulması;

6. Bir kişinin tutuklanmasında “Miranda qaidesi”nin uygulanmasına ilişkin eylemlerin istenen seviyede yerine getirilmemesi halinde sorumluluk öngören bir yasa tasarısının derhal parlamentoya sunulması;

7. Millî önleme mekanizması çerçevesinde, İçişleri kurumlarının geçici tutma merkezleri ve gözaltı yerlerine, kamu temsilcilerinin izleme ziyaretlerini düzenlemek ve bunun daimi olarak uygulanmasına yönelik bir mekanizma geliştirmek;

8. İçişleri organlarında işe alma, görevlilerin işe hazırlanması ve peryodik eğitimi sisteminin gözden geçirilmesi, özellikle ilgili yapılarda çalışanların, cezası infaz edilenlerin haklarını öğrenmesi, görevlilerin psikolojik durumlarını stres testimden geçirme sisteminin ıslah edilmesi;

9. Yakalama ve hapse alma yetkisine sahip olan her devlet makamı bünyesinde halk kengeşlerinin kurulması, Kengeş tarafından ilgili kurumun faaliyeti sırasında insan haklarının sağlanması ve ihlal edilmemesi konusunda düzenli halkla istişare ve izleme mekanizmalarının geliştirilmesi;

10. İşkence, insan şeref ve haysiyetinin aşağılanmasına ilişkin, kamuoyunda yankı uyandıran ceza davaları hakkında açık ve gezici duruşmaların teşkili, kitle iletişim araçları aracılığıyla çevrimiçi yayınlanması faaliyetinin yaygın şekilde uygulanması.

(Siyah vurgular “Yükseliş Hareketi” sitesine ait)

 

 

 

Devami
Burhan Kavuncu, HABERLER, O'zbekistan, TÜRKİSTAN HABER, YAZARLARBurhan Kavuncu, gözaltı, İİB, İnsan Hakları, işkence, Özbekistan, Özbekistan Ceza Kanunu

Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor-2

31 Ağustos 20235 Eylül 2023

“İşkence ve ölümler semptomdur. Asıl sorun sistemde”

Özbekistan’ın önemli haber sitelerinden kun.uz‘da gazeteci İlyas Seferov, geçtiğimiz Kasım ayında işkence ve ölüm olaylarıyla ilgili bir söyleşi (sohbetleş) gerçekleştirdi. Konuşmacılar, İnsan Hakları “Ezgulik” (İyilik) Derneği Başkanı Abdurrahman Taşanov ile Âli Meclis Yasama Bölümü milletvekili Rasul Kuşerbaev. Röportajın kun.uz’de yayımlanan özetini Özbek Türkçesinden Türkiye Türkçesine tercümesini ederek olduğu gibi veriyoruz. (İnsan Hakları Ezgulik/ İyilik Derneği, Özbekistan’da yarı resmi olarak kurulup faaliyet gösteren bir kuruluş. Herhangi birisinin bir başka dernek kurup faaliyet yapması veya Ezgulik’te aday olup yönetime gelmesi söz konusu olamıyor. Buna rağmen Taşanov’un hak ihlallerine karşı eleştiriler yöneltmesi önemli).

Kun.uz muhabiri, Özbekistan’daki soruşturma ve geçici gözaltı merkezlerinde meydana gelen işkenceler, işkencenin nedenlerinin analizi üzerine bir röportaj gerçekleştirdi. Sohbetdaşlarımız İnsan Hakları “Ezgulik” Derneği Başkanı Abdurahmon Tashanov, Âli Meclis Yasama Meclisi Milletvekili Rasul Kusherbaev’di.

Daha önce Semerkant’ta 15 gün tutuklu bulunan bir gencin cezaevinden sağ çıkmadığını haber almıştık, ancak birkaç gün sonra Fergana vilayetindeki İçişleri kurumlarında 2 vatandaşın daha ölü bulunduğunu haber aldık.

Ancak şu ana kadar bu vakalarla alakalı olarak ne İçişleri Bakanı ne de teşkilatın bölgedeki başkanı ilgili bir açıklama ya da yorum yapmadı. Sanki bu gibi durumlar, insan ölümleri rutindir ve sık sık tekrarlanması gereken hallerdir.

Sorguda, nezarethanede adam ölüyor, yakınları merhumun işkence gördüğünü, vücudundaki yara izlerinin açık seçik görülebildiğini söyleyip şikayetçi oluyor, sosyal medya bunu haber yapıyor, kamuoyu endişelerini dile getiriyor ama hiçbir sorumlu bu feryatlara cevap vermiyor. Tam aksine ölenlerin  hangi hastalıktan öldüğüne dair sadece iki- üç satırlık malumatlar okuyoruz.

 

Kun.uz:

— Önceki iki hafta içinde Özbekistan İçişleri idarelerinin “geçici gözaltı merkezlerinden” üç ceset çıktı. İçişleri Bakanlığı, merhumların ölümlerine çeşitli hastalıkların sebep olduğunu bildirdi, ancak ölenlerin vücutlarındaki izler ve yakınlarının verdiği ifadeler, merhumların hastalıktan değil, ağır işkence ve darbelerin etkisiyle öldüğünü gösteriyor gibi.

Bu üç olay hakkında sizin liderliğini yaptığınız İnsan Hakları “Ezgulik” Cemiyeti tarafından bağımsız araştırmalar yapma imkanı oldu mu?

        Abdurrahman Taşanov:

— Ben konu üzerinde biraz daha geniş durmak isterdim. Mesela, işkence nedir ve nasıl meydana gelmektedir? Bizde ne zamandan beri var? Bu konuda uluslararası sözleşmelerde neler söyleniyor, milli kanunlarımız ne diyor?

Özbekistan Cumhuriyeti İdari Sorumluluk ve Ceza Kanunu’nda işkence fiili hakkında ayrı maddeler bulunmaktadır. Bunlar, usul işlemleri sırasında hükümlülere, şüphelilere veya ceza alan kişilere yapılan işkencelerle ilgilidir.

Genel olarak dünyanın her yerinde bir işkence kavramı var. İnsanlık cemiyeti başladığından beri bunu önlemek için çaba sarf edilmiştir.

Özbekistan 1995 yılında “İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Ceza ve Muamelelere Karşı Sözleşme”ye katıldı. Biz bu onaya dayanarak her dört yılda bir BM İşkenceye Karşı Mücadele Komitesi’ne dönemsel raporlar sunuyoruz.

Sorunuzu yanıtlamak gerekirse, henüz bu gibi meselelerde bağımsız soruşturma yapma yetkimiz ve imkânımız mevcut değildir, buna izin de verilmemektedir.

KERİMOV DÖNEMİNDE YÜZLERCE KİŞİ İŞKENCEDE ÖLDÜ

Burada belirtmemiz gereken şu ki, biz otuz yıllık dönemde işkencelere alıştık. Meselâ, bu yıllarda birkaç yüz kişi öldü. Ancak ikinci idari dönemde (Kerimov’un öldüğü 2016 sonrası- çvrn) bu vakalar oldukça azaldı. Bunu da kabul etmemiz lazım.

Meselâ önceki dönemde hükümet işkencelerin varlığını kabul etmiyordu. Varlığını kabul etmedikten sonra onunla mücadele edilemez. Ölen insanlar ise hastalıktan, kalp yetmezliğinden ölmüş olurdu.

Şevket Mirziyaev ise bu işkence olayları meselesinde çok sert konuştu. Bu dönemde çok sayıda savcılar, içişleri memurları, işkenceye karışan başkaca çalışanlar işten çıkarıldı.

İşkence bir semptomdur. Yani görülen durum ateştir, vücuttan çıkan yaradır. Onun asıl sebebi ise bedende, yani sistemdedir. Ve sistem ise kendini zaman zaman bu şekilde ortaya çıkarıyor.

— Geçtiğimiz hafta haberini aldığımız üç ölüm vakasıyla ilgili gerçek soruşturmaların yapılıp, davaların açılacağına  inanıyor musunuz?

—  Emniyet kuvvetlerinin eylemlerine bakıldığında buna inanmıyorum. Şimdi sosyal medya aracılığıyla açıklamalar yapıyoruz ve bu açıklamalar en üst kademedeki yöneticilere ulaşırsa ve de onlar güçlü bir talepte bulunursa bu mesele farklı şekilde ele alınacaktır. O zaman bile asıl mesele kişilerle ilgili değil, belki sistemdedir. Bunlar bizim bildiklerimiz. Ama bilmediğimiz daha kaç vaka var.

— Qoqan’daki olayın suçunu orada tutulan iki çocuğa yıkmak istediklerini duyuyoruz. Böyle olması mümkün mü?   

— Evet, bu dünya deneyiminde var olan bir durum. Filmlerde gördüğünüz gibi, birisi suçu üstlenip hapsi boyluyor. Birileri haksızlık kurbanı olacak. Duyduğuma göre, o gün Qoqan’daki rehabilitasyon merkezi müdürünün eniştesi nöbetteymiş. Şimdi ise üst kuruluşlardan görevlilerin orada olduğu, herkesin işten çıkarıldığı söyleniyor.

Ümid ediyoruz ki, bu meselenin aslı ortaya çıkarılır. Bununla ilgili birkaç film yapıldı. İnsanı utandıracak bazı sahneler var. İki gün boyunca cenazeleri sahiplerine bile vermediler. Bu olaylara kamuoyu nasıl kayıtsız kalabilir? Düşünüyorum ki, bu meselelerin sonuna gelinecek. Eğer gelinmezse, utanç verici bir durumda kalırız.

— Neden Özbekistan’da işkence olayları durmuyor: Neden bizimkiler şüpheliyi öldürmeden soruşturma yapamıyor, sistemde işe giren kişi şahıs sıfatında insanlığını tamamen kaybediyor mu, sorgucular yeteneksiz mi, baştakiler sisteme hakim olamayıp, dizginleri elinden çıkarıp öylece oturuyor mu?

Sebebi ne? 

Rasul Kuşerbaev:

                                                                                     Rasul Кuşerbaev (milletvekili)

İŞKENCEYE KARŞI MÜCADELE GERÇEKTEN İSTENİYOR MU?

— Bir şeyin kabul edilmesi gerekir? Bizdeki güvenlik birimleri sahasının modeli nereden alındı? Bu, Sovyetler Birliği’nden miras kalmıştır ve biz hâlâ bu kalıbın dışına çıkamadık. Sovyetler Birliği döneminde devlet kavramı esastı. Sistem buna göre tasarlanmıştı. Acımasız baskılar kullanılması, aydınların kaybı, quloq kılınışı (Sovyetler Birliği’nde zengin köylüleri ifade etmek için kullanılan, Gulak toplama kamplarıyla özdeşleşen deyim-çvr). Mevcut sistem, işte bu devirden şekillenip geliyor. Biz müstakillik döneminde de aynı şablonu alıp kendi sistemimize uyguladık. Neredeyse hiçbir değişiklik olmadı. Araştırmalar yapılıyor, lakin araştırma sonucunda sistemin itibarının zedelenmesini ve değiştirilmesini, sistemin içinde bulunanlar istemiyor. Bu sebeple mevcut süreçler devam etmektedir. Biz açıklamalarımızda işkenceye karşı mücadele ettiğimizi sık sık tekrarlıyoruz. Peki işkenceyle kim mücadele ediyor, hangi kurum bundan sorumlu olarak belirlendi? Onu kim denetliyor? Bu organizasyonlar konusuna geri döneceğiz. İşkencelere karşı mücadele ile birlikte, bunu denetleyecek özel yetkili bir organ olmazsa netice almak zordur.

Güvenlik sisteminin işkenceye karşı mücadeleyi gerçekten isteyip istemediği sorusundan başlamak gerekiyor. Son zamanlarda meydana gelen olaylara bakınca, istemediği düşüncesi çıkıyor. Yanılmıyorsam 2019 veya 2020 yılındaki Ombudsman raporlarında bir şey dikkatimi çekmişti. Orada söylendiğine göre, 11 ay boyunca 139 mahpustan işkence olayları nedeniyle şikayet geldi ancak hiçbiri de doğrulanmadı. Burada 139 vatandaşa hakaret suçlaması yapılıyor. Sonra ben merak ettim, hakaretten dolayı herhangi bir kişi yargılandı mı diye sordum. Onlar bu konuyla ilgilenmediklerini söylediler. Daha sonra ben merak ederek bu sualin peşine düştüm.

İşkence yapıldığını belgeleyen ilk faktör, işkence kullanıldığını doğrulayan tıbbi muayene  sonucudur. Ancak muayeneyi gerçekleştirecek kuruluş aynı teşkilata bağlı. Neden Sağlık Bakanlığı veya bir başkasına bağlı değil? Buradan, tüm soruların cevabı kendi kendine çıkmaktadır. Hangi idare özünün suçunu açığa çıkaracak bir uygulamayı kabul eder?

Söyleşinin tamamını, youtube üzerinden izleyebilirsiniz.

Devami
Burhan Kavuncu, HABERLER, O'zbekistan, TÜRKİSTAN HABER, YAZARLAREzgulik, Fergana, İnsan Hakları, işkence, Özbekistan, Şavkat Mirziyoyev, Taşkent

Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor-1

26 Ağustos 202315 Eylül 2023

 

“Gözaltı merkezinden bir şüphelinin daha cesedi çıktı.  İçişleri Bakanlığı işkence yapıldığını yalanladı”

Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un 2016 yılında ölümünün ardından belirgin miktarda azalan işkencede ölüm olaylarının son zamanlarda arttığı bildiriliyor. Bunun sebebi olarak Kerimov dönemi kadrolarının halâ etkin durumda olması gösteriliyor.

2016’dan önceki olaylarda dinî ve siyasi muhaliflere yönelik işkence olayları daha yoğunken, son yıllardaki olaylarda adli suç zanlılarının adları daha çok geçiyor. Yine de bazı sosyal medya ‘blogger’ları, siyasetçi ve din adamları, sakal bırakan ve başörtüsü takan bir çok kişinin yanında Nukus’ta olduğu gibi sosyal taleplerle yapılan gösterilere katılanlara yapılan ağır işkenceler de  gündemde. Bu olayların artarak devam etmesi, halkın tamamının İİB (İçişleri Bakanlığı) ve DXX (Devlet Güvenlik Hizmeti-İstihbarat) gibi teşkilatların tehdidi altında olduğunu gösteriyor.

Bu yazı dizisinde son aylarda meydana gelen olaylardan bazılarına yer vereceğiz. Ayrıca Özbek medyasında yer alan haber ve yorumları, resmi ve sivil kurum temsilcilerinin açıklamalarını ve yasal süreçler hakkında malumat vereceğiz.

Bu tür haberleri vermekle, Özbekistan’ı küçük düşürdüğümüzü savunanlar oluyor. Halbuki ülkeyi asıl küçük düşürenler, kendi insanına bu muameleleri layık gören resmi görevlilerdir. Zulüm ve işkenceler teşhir edilip failleri hesap vermeden bir toplumun arınması mümkün değildir. Özbekistan Âli Meclis Yasama Bölümü Başkan Vekili Akmal Saidov‘un ifade ettiği gibi, bu iğrenç fiili işleyenler Özbekistan’ı dünya karşısında küçük düşürmekte:  “Tabii ki yasa çıkarıyoruz. Ancak işkence karşıtı standartları bilmeyen bir kişi, Özbekistan’ı tüm dünyaya şermende qılabilir. Evet, daha önce bunları kapatmak mümkündü ama artık sosyal ağlar gelişti ve internet sayesinde tüm dünya bunu hızla öğreniyor”.  (Akmal Saidov’la kun.uz’un gerçekleştirdiği sohbeti özet olarak vereceğiz.)

Araştırmalarımızda işkenceye karşı bir çok “önleme çabasının” gerçekleştiğini, çok sayıda işkence olayının resmi olarak soruşturulduğunu, bir çok failin görevden alındığını ve mahkemelerce tutuklanarak hapis cezalarına çarptırıldığını müşahade ettik. Buna rağmen vak’aların devam etmesi, önlemlerin işe yaramadığını düşündürüyor veya işkenceyle mücadeleye mi yoksa mücadele edildiği görüntüsüne mi önem verildiği sorusunu kaçınılmaz kılıyor. Olaylar, soruşturmalar, iddia ve açıklamalarla birlikte bu sorulara da cevap arayacağız.

 

Gözaltı merkezinden bir şüphelinin daha cesedi çıktı.  İçişleri Bakanlığı işkence yapıldığını yalanladı”

21 Ağustos günü azadlik.org sitesinde (1), organize suç örgütü üyesi olduğu iddia edilen Doniyorbek Usmanov‘un 13 Ağustos’ta öldüğü haberi yukarıdaki başlıkla duyuruldu. Haberin devamı şöyle: 

Bu yılın 13 Ağustos gecesi, Taşkent’teki IIBB gözaltı merkezinden bir şüphelinin naaşı çıkarıldı.

Resmi bilgilere göre 33 yaşındaki D.U.’nun Ceza Kanunu’nun 137, 165 ve 277. maddelerinde belirtilen suçları işlediğinden şüpheleniliyordu.

Sosyal ağlarda merhumun cesedi ve yakınlarının cesedi incelediğinin gösterildiği videoda, merhumun vücudunda kararmış ve morarmış yerler görülüyor.

Merhumun yakınlarının verdiği bilgiye göre D.U. 12 Ağustos günü saat 21.30 sıralarında Taşkent şehri IIBB Adli Soruşturma Dairesi görevlileri tarafından evinden alınarak götürüldü ve cesedi 14 Ağustos gecesi Taşkent şehir morguna teslim edildi.

Bazı sosyal medya aktivistleri ölen kişinin yakınlarına dayanarak, zanlının tutuklanma ve sorgu sürecine ilişkin video kayıtlarının imha edilmeye çalışıldığını iddia ediyor.

İİB işkencenin yapıldığını inkar etmeye çalıştı

Taşkent şehir IIBB basın servisi, Taşkent şehri hududlarında ciddi suçlar işleyen bir organize suç örgütünün suç faaliyetlerini ortaya çıkarmak için hızlı soruşturma çalışmalarının sürdüğünü bildirdi.

(Haberde İİB açıklamasına göre soruşturmanın ayrıntıları verildikten sonra:)

Taşkent Şehri İçişleri Genel Müdürlüğü’nün kolluk kuvvetleriyle işbirliği içinde gerçekleştirdiği bir dizi operasyon sonucunda, sabıka kayıtları bulunan U. D. ve F. X.’in bu organize suç örgütünün üyesi olduğu tespit edilerek yakalandı. Suç grubunun geri kalan üyelerinin tespit edilmesi ve yakalanması için çalışmalar devam etmekte.

Taşkent şehri IIB merkezi, D.U.’nun ölüm sebebini “ağır karaciğer sirozu, akut kalp yetmezliği” olarak açıkladı. Aynı zamanda Emniyet Müdürlüğü, Taşkent savcılığının merhumun ölümüyle ilgili adli tıp incelemesi talebinde bulunduğunu bildirdi.

Başsavcılık basın servisi de, olayda işkence olgusuna ilişkin ceza davası açıldığını bildiriyor.

Başsavcılığın açıklamasına göre; Taşkent şehir emniyet müdürlüğü binasında 13 Ağustos gecesi hayatını kaybeden D.U.’nun davasıyla ilgili bir takım soruşturma yapılması zarureti doğduğu için, 206 (Yetki veya yetki sınırlarını aşmak) ve 235 (İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da onur kırıcı muameleler yapmak) maddeleriyle ilgili olarak ceza davası açılmıştır.

Şu anda Taşkent Şehir Savcılığı tarafından ön soruşturma yürütülüyor.”

Ozodlık‘ın Taşkent şehir savcılığındaki kaynaklarına göre, olayla ilgili olarak Taşkent Emniyet Müdürlüğü Suç Soruşturma dairesi kıdemli operasyon şefi M.M. ve iki kişi daha gözaltına alındı.

İşkenceye Karşı Komisyon sessiz
Haziran 2021’de Âli Meclis İnsan Hakları Temsilciliği bünyesinde İşkenceye Karşı Ulusal Önleme Mekanizmalarının uygulanmasına yönelik bir grup oluşturulmuştu.

Hareket kabiliyeti sınırlı olan grubun üstlendiği görev, ceza infaz kurumlarında işkencenin önünü almak ve bunun sonuçlarını incelemekti.

Ancak işkenceye karşı eylem stratejisini koordine eden mezkur yetkili grup, şu ana kadar Taşkent Şehir Emniyet Müdürlüğü binasındaki ölüme ilişkin tutumunu açıklamadı.

Grubun başkanlığını yapan Özbekistan Cumhuriyeti Âli Meclisi insan hakları temsilcisinin, bundan bir hafta önce yayınladığı raporlara göre, cezaevlerinde hapsedilen kişilere yönelik zihinsel, psikolojik, fiziksel baskı veya diğer baskılara ilişkin 125 şikayet geldi.

Raporda, “bu şikayetlerin yüzde 64’üyle ilgili olarak çalışanların davranışlarına yönelik servis denetimleri yapıldı ve
soruşturma sonuçlarına göre savcılık tarafından yürütülen soruşturmaya kadar hiç birisi doğrulanmadı.” denilmekte.

Raporda aynı dönemde, işkenceye ilişkin 37 şikayetle ilgili ön soruşturmanın tamamlandığı kaydedildiği belirtiliyor.

Bunun dışında, 8 şikayete ilişkin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 83’üncü maddesinin 2’nci fıkrasına (suç unsurunun bulunmaması) dayanılarak ceza davası açılmasının reddine ilişkin kararlar Ombudsman’ın yazısı üzerine savcılar tarafından iptal edildi.

26 Haziran 2021’de Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in “Uluslararası İşkence Mağdurları Günü”nde işkenceyi önleme sistemini iyileştirme kararı ilan edildi ancak aktivistlere göre işkenceden ölümler bundan sonra da devam etti.”

(1) ozodlik.org haber sitesi ABD tarafından desteklenmektedir

 

 

 

 

 

Devami
Burhan Kavuncu, HABERLER, O'zbekistan, TÜRKİSTAN HABER, YAZARLARÂli Meclis, DXX, gözaltı, İİB, işkence, Özbekistan

AFGANİSTAN’DA TALİBAN ZAFERİ ÜZERİNE SORULAR- CEVAPLAR

31 Ağustos 20215 Eylül 2021

*ABD yenildi mi, yenilmedi mi?

*Taliban’ın ‘kolay’ zaferinin sebepleri: İşgal yönetiminin iflası, Mazlumiyet, Halkın huzur ve asayiş arayışı

*Uyuşturucu meselesi

*Halk Taliban’dan mı kaçıyor? 

*Göç olayı ve yalan haberler

*Taliban’ın iktidarla imtihanı

BURHAN KAVUNCU  Türkistander Başkanı

20 yıllık savaş sürecini yakından izlemeyenler Taliban’ın Afganistan’ı 10 gün gibi kısa bir süre içinde nasıl tümüyle ele geçirdiğini düşünerek şaşırıyor. Her zamanki komplo teorileri de eklenince 15 Ağustos 2021 Kâbil zaferi oldukça karmaşık görünebilir. Halbuki hiçbir savaşın 10 günde kazanılmayacağı, sadece öncesindeki yüzlerce cephe savaşı ve 20 yıl boyunca devam eden olaylar düşünülünce bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığı görülür. Son on günde 34 vilayetin büyük çoğunluğunun savaşmadan teslim olması, Taliban’ın ezici bir üstünlük kurmuş olmasının bir neticesi.  Peki Taliban bu üstünlüğü hangi dinamiklerle sağladı, bunun için 20 yılda yaşananlara kısaca bir göz atmamız gerekiyor.

Taliban’ın kesin zaferi ve NATO müttefiklerinin yenilgisinin sebepleri üzerinde durmadan önce, ABD gerçekten yenildi mi sorusunun cevabını arayalım.

1.ABD YENİLDİ Mİ YENİ BİR OYUN MU KURUYOR?

(Son dakika: 30-31 Ağustos 2021 Kâbil görüntüleri, ABD yenilgisinin tam bir hezimet olduğunu net olarak ortaya koydu. Biden’ın 11 Eylül tarihine rağmen Taliban’ın 31 Ağustos ültimatomuna boyun eğerek 15 günde telaş içinde bütün elemanlarını çıkarma çabaları ve havaalanı hangarlarındaki uçak, helikopter dahil bütün askeri malzemeyi imha etme görüntüleri, hezimetin belgesi olarak tarihe geçmiştir.)

ABD’yi ‘kadir-i mutlak’ bir güç olarak görenlerin söylediği  “Amerika aslında yenilmedi” tezleri aslında emperyalistlerin farklı alanlardaki üstünlüğüne bakılarak galibiyeti önemsiz  görme psikolojisidir. Elbette Afganistan halkının kayıpları çok büyük. Batılı kaynaklara göre savaş sırasında öldürülen Afgan sivil sayısı 47425, Taliban mensubu 52 bin (toplam 100 binden fazla) iken 66 bin de işbirlikçi Afganistan ordusu askerinin öldüğü kayıtlara geçmiş. Buna karşılık ABD’nin kaybı 2500, diğer NATO ülkeleri 1150, ABD’ye çalışan Afgan 3900 olmak üzere ölen toplam 173 bin kişiden 166 bini Afganistan halkından 7500’ü de işgal kuvvetlerinden olarak açıklanmış.  (1) Ülkenin yerle bir edilmesi, kaynaklarının talan edilmesi sonucu oluşan ekonomik kayıplar zaten malûm. Bundan önceki ABD’nin Vietnam (1975), İngiltere’nin Hindistan (1947), Fransa’nın Cezayir (1962) yenilgilerinde de insan kaybı, ekonomik kayıplar bakımından emperyalistlerin daha avantajlı olduğu, bağımsızlığına kavuşan ülkelerin büyük kayıplar verdikleri, ayrıca daha sonraki krizlerle başa çıkamadıkları gibi yorumlar yapılabilir. Rusya’nın 1989 Afganistan yenilgisinde de durum farklı değildi.  Ama bütün bunlar mazlum milletlerin emperyalist işgalciler karşısında şartları yerine getirdiklerinde zafere ulaşabilecekleri gerçeğini değiştirmiyor.

Afganistan’da Amerika gerçekten yenildi mi, yoksa planlı bir hamle ile bölgede yeni oyunlar mı kuruyor? Bu konuda, ABD’li yetkililerin 15 Ağustos öncesinde yaptıkları açıklamalara bakmamız yeterince bir fikir verebilir.

8 Temmuz 2021 günü Başkan Joe Biden, Beyaz Saray’da yaptığı basın toplantısında “Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirebileceğini beklemiyoruz. Dünya standartlarında donatılmış 300 bin Afganistan askeri 75 bin Taliban üyesine yenilmeyecek” dedi. Bir gazetecinin itiraz ederek “İstihbaratınızın değerlendirmesine göre Afgan Hükümeti çökecek…” dediğinde ise “Hayır, bu doğru değil. Böyle bir sonuca ulaşmadılar. Taliban’ın önüne çıkanları ezerek ülkede kontrolü ele geçirmesi ihtimaller dışında” cevabını veriyordu. Bu diyaloglar aslında Taliban zaferinin aylar öncesinden kapıya dayandığını gösteriyor. (2)Sahayı takip edenler ülkenin yarıdan fazlasının Taliban’ın kontrolüne girdiğinden haberdardı. ABD yönetiminin Taliban zaferini kabullendiğini, sadece sürecin daha uzun süreceğini tahmin ettiğini söyleyebiliriz.

Aynı gün (8 Temmuz 2021) Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki yaptığı açıklamada “Bu, 20 yıllık askeri olarak kazanılamamış bir savaş” ifadelerini kullandı. Psaki, Afganistan savaşı için bir zafer ilanı yapmayacaklarını vurguladı. (3)

ABD’nin Afganistan maslahatgüzarı (ABD’nin Kâbil Büyükelçisi konumunda) Ross Wilson yine 8 Temmuz günü Taliban’a “Harekatı derhal durdurması ve ateşkes” çağrısı yaptı. (4)

2020 Şubat ayında Katar’da (Doha) yapılan anlaşmaya göre ABD ve müttefiklerinin Mayıs 2021’e kadar Afganistan’ı terk etmesi gerekiyordu. 2021’de ABD Başkanlığını devralan Joe Biden  14 Nisan 2021’de, geri çekilmeyi 11 Eylül 2021 tarihine ertelediğini açıkladı. ABD’nin tek taraflı olarak anlaşmayı bozması, geri çekilme takvimini değiştirmesi ve hava saldırılarını artırması üzerine, Taliban da Mayıs 2021’den itibaren işgal kuvvetlerine saldıracağını açıkladı. Kâbil hükümeti güçlerine karşı da 14 aydır yavaşlattığı operasyonlarını yeniden şiddetlendirdi. Ross Wilson, ABD B-52 bombardıman uçaklarının durduramadığı Taliban’ı bu sözlerle tehdit ediyordu.

ABD Afganistan’dan geri çekilme kararını (2014)almadan önceki yıllarda ve sonraki 7 yılda, kurdukları kukla hükümete ve orduya büyük bir yatırım yapmıştı. Her türlü teçhizatını sağladığı 300 bin kişilik bu ordunun Taliban’ı uzun süre durdurmaya gücünün yeteceğini hesaplıyordu. Afganistan’ın Yeniden İnşası Özel Teftiş Heyeti (SIGAR),  Temmuz 2021 raporunda Afganistan ordusu için bu tarihe kadar 88 milyar $ harcandığını kaydetmiş. Raporda “yolsuzluğun yıpratıcı etkileri hakkında endişeler ve gerçek askeri güce ilişkin verilerin doğruluğunun kuşkulu olduğu” da belirtiliyor. (5)

Daha önce vilayet merkezlerine saldırmayacağını açıklayan Taliban, ABD hava saldırılarının sürmesi üzerine stratejisini değiştirerek 5 Ağustos’ta Kuzey vilayetlerini ele geçirmeye başladı. Sekiz vilayet merkezinin düşmesini müteakip Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki Taliban’ın Afganistan’daki hızlı ilerleyişinin farkında olduklarını, ancak burada asıl sorumluluğun Afgan güvenlik güçlerinde olduğunu ifade ederek, “Bizim görüşümüz şu ki Afgan ulusal güvenlik güçleri (Taliban’a karşı) savaşabilecek yeterli ekipman ve eğitime sahiptir ve bu durum onların masada elini güçlendirebilecek bir unsurdur. Afganistan’a istikrar ve barışı getirebilecek tek çözümün siyasi süreç olduğuna inanıyoruz.” dedi. Taliban’a karşı Afgan güvenlik güçlerine ve Kabil yönetimine her türlü desteği vermeye devam edeceklerini vurgulayan Psaki, “Fakat günün sonunda kendi geleceklerinin nasıl olacağına Afganlılar karar verecekler” diyerek durumdan pek de umutlu olmadığını ima ediyordu. ABD’nin bugüne kadar Afgan yönetimine ve güvenlik güçlerine hem silah ve eğitim hem de ekonomik destek anlamında ciddi katkı yaptığını anlatan Psaki, 2022 savunma bütçesinde de Afgan ordusuna 3,3 milyar dolar ayrıldığını söyledi. (6) Demek ki, bu ‘ordu’nun 2022’de de var olacağını öngörmüşler. ABD ‘aklı’ bu kadar parayı sokağa atmıştı.

ABD’nin Merkez Komutanlığı (Ortadoğu ve Afganistan operasyonları için kuruldu, 1983), Taliban’a karşı hava saldırılarını son güne kadar devam ettirdi.  Merkez Kuvvetleri Komutanı Org.Kenneth Mc Kenzie “ABD, Afgan güçlerini desteklemek için son günlerde hava saldırılarını artırdı ve Taliban’ın saldırılarını sürdürmesi halinde bu düzeyi artırılmış desteği gelecek haftalarda da sürdürmeye hazırız” dedi. Mc Kenzie’ye göre “Taliban’ın zaferi önlenemez değil” di . (7)

İlk ele geçirilen (6 Ağustos 2021) şehirlerden Şibirgan’a yapılan B-52 bombardımanında 200 civarında Taliban savaşçısı hayatını kaybetti. (8)  7 Ağustos günü Taliban kontrolüne geçen Kunduz şehrinin bombalanması sonucu büyük bir yangın çıktı. Bu saldırılarla Taliban’ı durdurmanın yanı sıra kukla hükümete de “arkandayız” mesajını canlı tutmayı amaçladılar. (9)- (10). Nitekim Taliban, savaşı sona erdirecek operasyonlarına hız verirken, “ABD’nin hava saldırılarını, Kâbil hükümetinin saldırılarını ve çok sayıda sivilin bu saldırılarda hayatını kaybetmesini” gerekçe olarak gösteriyordu.(11)  Doha anlaşmasına (Şubat 2020) aykırı olarak düzenlenen hava saldırılarında çok sayıda kayıp veren Taliban, bunun intikamını alacağını açıkladı. (12)

ABD’nin 2009’dan itibaren bu savaşın çıkmaz sokak olduğunu gördüğü ama 2010’dan sonra asker sayısını artırıp savaşı şiddetlendirerek son bir kere şansını denediği, daha sonra da bu işi (işgali) Afganistanlı ortakları üzerinden sürdürebilme ihtimali üzerinde çalıştığı anlaşılıyor. 2009’da İşgal kuvvetleri komutanı David McKiernan’ın  “durumun kötü olduğu ve ilave 30 bin askere ihtiyaç duyulduğunu” bildirmesi üzerine, Obama’nın Afganistan politikasını gözden geçirmeden önce, acilen 17 bin asker daha yolladığını hatırlayalım.(13)

2008-2016 arasında ABD başkanı olan Barack Obama Afganistan’daki asker sayısını önce (2010’da) 100 bine çıkardı (14) , sonra 2014’te “savaş misyonunun sona erdirileceği” iddiasıyla 10 bin civarına indirdi. (15)

Aslında ABD’nin Afganistan’da işgali sürdüremeyeceğini yani yenilgiyi fiilen kabul ettiği tarih, Obama’nın “savaş misyonu sona erdi” dediği 2014 yılıdır. Bu aynı zamanda Taliban’ın zaferinin başlangıcıdır. Nitekim bu tarihten itibaren ABD Taliban’la müzakere masasına oturmuş, Kabil’deki kuklalarının rahatsızlığına rağmen ‘Afganistan bataklığından kurtulmanın’ çarelerini aramaya başlamıştı. İşin en zor tarafı ‘başı eğik olarak çıkmamak’ ve ‘müttefiklerini ortada bırakan güvenilmez güç’ durumuna düşmemekti. Neticede ikisi de oldu.

Etnik ve mezhebî  fay hatları (Tacik, Özbek ve Hazaralar arasındaki düşmanlık) yeteri kadar derin olsaydı, 2021’den sonra Kuzey İttifakı kendisinden beklenen savaşı sürdürebilirdi.  2001 öncesinde aslında bu fay hatları çok keskindi ve geçmişte bir vahdete asla imkân vermemişti. Ama ABD işgal yönetimi mevcut bölünmüşlüğü etkisiz hale getirerek Afganistan halkını birleştirmeyi ‘başardı’.

Sovyet Rusya, on yıl işgal altında tuttuktan sonra 1989’da Afganistan’ı terk ettiğinde arkasında komünist Necibullah yönetimini bırakmıştı. Necibullah da 3 sene dayandı ve sonunda Taliban tarafından idam edilerek (1996) cezasını buldu.

ABD’nin Afganistan’ı işgali sırasında ve geri çekilirken açıkladığı hedeflerinin başında, Taliban’ı etkisizleştirmek ve güvenilir/ güçlü bir Afgan hükümeti bırakmak olduğunu biliyoruz. Askeri operasyonlarla Taliban’ı yenemedi, etkisizleştirmeyi başaramadı. Arkasında bırakmayı düşündüğü “güvenilir/ güçlü” Afgan hükümeti ise geri çekilme tarihi olan 11 Eylül’den bir ay önce ortadan kalktı. Yani ABD, Rusya kadar bile başarılı olamadı. Vietnam’da bile bu kadar büyük bir bozgun havası yoktu. Bugün (31.Ağustos 2012) itibariyle askerlerini ülkeden çıkarmak için zamanla yarışması, 11 Eylül demesine rağmen Taliban’ın 31 Ağustos ültimatomuna boyun eğmesi, havaalanında bekleyen işbirlikçilerini bırakarak kaçması ile ilgili görüntüler hafızalardan silinmeyecektir.

                                                                                    Kâbil havaalanı hangarında, kaçan ABD’lilerin tahrip ettiği askeri helikopterler

29 Şubat 2020’de Doha anlaşmasını yaparken, 2021’den sonra da kukla hükümetin işbaşında kalacağını öngörüyordu. Ama muhatabını yok sayan kibiri yüzünden anlaşmayı bozdu ve saldırılara devam etti. Hem kuklasını kaybetti, hem de Taliban’ın tartışmasız zaferine boyun eğmek zorunda kaldı. Müzakere sürecinde Eşref Gani’nin Geçiş Hükümeti modeline yanaşmaması, savaş ağalarıyla birlikte katliam, işkence ve soygunlara devam etmesi ve ABD’nin de hava saldırılarının sürmesi önemlidir. Barış süreci böylece tıkandı ve Taliban savaşarak zafere yürüdü. Allah Taliban Müslümanlarına kutlu bir zafer ihsan etti.

ABD fırsatçılığı, yenilgi ve geri çekilme durumlarında bile fırsatlar yaratmayı gerektirir. Elbette bu yenilgi sonrasında da gelişmeleri lehine çevirmek isteyecek ve fırsatlardan yararlanmaya çalışacaktır.

 

2.Taliban zaferinin, halkın Talibanı İstemesinin Sebepleri:

a-BATILILARIN İŞGALİ ALTINDA GEÇEN YİRMİ YIL

Taliban’ın zaferini kolaylaştıran, hatta neticeyi tayin eden dersek mübalağa etmiş olmayız, 20 yıllık işgal yönetimidir.

ABD’nin Irak işgali bütün olumsuzluklarına rağmen başarılıdır. Çünkü Irak artık 2003 öncesine dönemeyecek şekilde parçalandı.  Irak’ta mezhebi ve etnik fay hatları (Kürt, Arap, Türkmen, Şii, Sünni unsurlar arası düşmanlık) ABD ve İngiltere tarafından başarılı bir şekilde derinleştirildi. Afganistan’da ise tam tersi oldu. Asla uzlaşamayan kabile ve mezheplerden oluşan halk (Peştun, Tacik, Hazara, Özbek, Türkmen, vd) 20 yıl boyunca devam eden olaylardan dolayı işgalcilerden ve kukla yönetimden nefret etmekte birleşti. Afganistan, tarihinin hiçbir döneminde birlik olmaya bu kadar yakın olmamıştı. Bunu başaran da ABD aptallığı “US stupidity”dir.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, 2001 yılında başlayan Afganistan işgal operasyonun baş sorumlusu ABD olmakla birlikte buna meşruiyet sağlayan BM GK (Çin ve Rusya dahil) kararıdır. Operasyona katılan diğer 35 ülke yani tüm Batı dünyası ve uluslararası emperyalist sistem,  Afganistan işgalinin sorumluluğunu birlikte paylaşmaktadır.

İşgalden kısa bir süre sonra, ABD’den getirilen Hamid Karzai başkanlığında kukla bir Afgan hükümeti kuruldu. Kukla yönetimi, devşirilmiş Peştun bireyler ile Kuzey İttifakı olarak adlandırılan Taliban karşıtı gruplar oluşturuyordu. Bu yönetimle birlikte Afganistan halkı, Batılılar- Avrupalılar tarafından yönetilmenin nasıl bir şey olduğunu yakından görmüş oldu. 20 yıllık yönetim süresince halkın hayatını iyileştirecek, refahını sağlayacak hiçbir gelişme olmadı. Ülkede son derece ilkel olan ulaşım, su, kanalizasyon, sağlık, iletişim ve üretim faaliyetlerinde bir iyileşme görülmedi. Ama kötü muamele, haksızlık, rüşvet ve yolsuzluklar, açlık, işsizlik ve sefalet aynen devam etti. Hatta durum daha da kötüleşti. ABD ve işbirlikçileri Afganistan’a bir çivi bile çakmadı denilse yanlış olmaz. Sadece askeri operasyonlar için gerektiği kadar yollar yapıldı. Küçük bir işbirlikçi zümreye belli bir miktar refah sağlandı. TV ve kuaförler açıldı. Kadın modernleşmesini adı altında bazı kurs, yarışma ve showlar düzenlendi. Batılıların Afganistan’daki 20 yıllık yönetimi sadece kokuşmuş bir düzen ile çürümüş bir işbirlikçi sınıf yarattı.

ABD ve müttefikleri sık sık ‘yanlışlık’ operasyonları da yaptılar. 20 yıl boyunca hastaneler, okullar, düğün evleri, konvoylar ‘yanlışlıkla’ bombalandı, binlerce sivil öldürüldü. Örnek olarak Eylül 2009’da Kunduz’da iki petrol tankerinden mazot alan siviller Alman komutanın talebi üzerine ABD uçakları tarafından bombalandı, 200’den fazla sivil öldü. Açılan soruşturmada Almanya Savunma Bakanı istifa etti, ama kimse ceza almadı. Mart 2012’de Kandehar’da üç evi basan ABD askerleri 9’u çocuk 3’ü kadın 16 kişiyi öldürdü. (16) (https://www.setav.org/afganistanda-bir-sivil-oldurmek-kac-dolar/ ) Avustralyalı askerlerin karıştığı 57 olayın soruşturmasında “savaş kültürünün utanç verici kaydı” Genel Kurmay Başkanı tarafından açıklandı. Rapora göre 39 sivil, atış eğitimi olarak keyfi biçimde öldürülmüştü (17) (https://www.aa.com.tr/tr/dunya/avustralya-askerlerinin-afganistan-da-39-sivili-oldurdugu-ortaya-cikti/2048646). Ekim 2015’te Kunduz’daki hastane bombalanmasında 42 sivil (18)- (19), Eylül 2019’da Helmend’de düğün salonu bombalanmasında en az 40 sivil, Eylül 2019’da Nangarhar’da tarlada çalışan 30 işçi (20), Nisan 2018’de Kunduz’da diploma töreni yapılan bir okulun bombalamasında en az 100 çocuk (21), Ekim 2018’de Kandehar’da düğün konvoyunun vurulmasında en az 5 sivil (22) hayatını kaybetti.  ABD’nin dünyanın başka işgal bölgelerinde de bu tür yanlışlıkları bol bol yaptığını hatırlayınca bunun geleneksel Amerikan aptallığı veya Batılı vurdumduymazlığı olabileceği düşünülebilir.(23) (https://www.mepanews.com/ingiltere-afganistanda-yaptiklarimizla-gurur-duyuyoruz-46452h.htm ).

Afganistan’da yaşayan farklı etnisitelerden bütün halkın Batılılar ve işbirlikçilerinden nefret etmesinin sebebini sadece bu “yanlışlık” operasyonları ile izah etmek doğru olmaz. Kötü, hatta çirkin ve zalimane yönetimin 20 yıl devam etmesinin doğurduğu nefret, bence “yanlışlık” katliamlarından daha etkili olmuştur. Kukla hükümetin önde gelenlerinin lüks yaşantıları, yurt dışına kaçırıldığı söylenen paralar, işgal yönetiminin kokuşmuşluğunun halktan gizlenemeyen boyutları küçümsenmemeli.

Yirmi yıl önce Taliban’a karşı olan ve Kuzey İttifakı’nı destekleyen Tacik, Özbek ve Hazaralar artık kendi liderlerinden ve işgalcilerden nefret ediyordu. Taliban’ın hiçbir zaman ele geçiremediği Tacik ağırlıklı Badahşan vilayet merkezi Fayzabad’ın, 2021’de savaşmadan nasıl teslim olduğunu görmek gerekir. Özbek nüfusun yoğun olduğu Kunduz, Meymene, Şibirgan şehirleri benzer şekilde kolayca Taliban’a geçti. Hemen hemen bütün il ve ilçe merkezlerinde vali ve komutanlar, “aksakallıların Taliban’a karşı savaşılmamasını istediğini” söyleyerek teslim oldular. Kuzey bölgelerde yaşayan Özbek ve Tacikler, hatta Şii Hazaralar bile Taliban tarafından yönetilmeyi tercih etti.

b-TALİBAN’IN MAZLUMİYETİ

Taliban’ın 1996’da Kâbil’i almasından 2001’de ABD tarafından şehir merkezlerinden çıkarılmasına kadar geçen beş yıllık dönem, dünyada birçok ülkede “dinî taassubun sert uygulaması” olarak görülse de, Afganistan halkının algısı farklıydı. 1992’de sona eren komünist yönetim sonrasında İslâmî hizipler arasındaki çatışmalar ve çözümsüzlük durumu öylesine bir kaos yarattı ki, halk “Ruslar- komünistler olaydı daha iyiydi” demeye başlamıştı. Otorite boşluğu nedeniyle artan hırsızlık, gasp, tecavüz olaylarına kendine mücahid diyen tiplerin de dahil olduğu görülüyordu. Farklı etnik grupları temsil eden hizipler halkı canından bezdirmişti. Böyle bir ortamda ortaya çıkan Taliban hareketi, kısa zamanda kabilecilik-hizipçilik ve asayişsizliğin alternatifi oldu. İlk olarak Kandehar’da huzurun sağlandığını duyan halk, diğer şehirlerden gelerek Taliban’ın kendilerini de yönetmesini istedi. Buna rağmen etnik kutuplaşmalar da etkisini sürdürdü ve özellikle Kuzey bölgelerde Taliban kontrolü tümüyle sağlayamadı. Bunda Taliban’ın “Peştun karakterli bir hareket” olmasının rol oynadığı söylenebilir. Peştun bölgelerde ortaya çıkması, kabileciliğe tepki olmasına rağmen mensupları arasında etnik ayrım yapanların da bulunabilmesi, medrese talebe ve hocalarından oluşan Taliban hareketinin bir kısım Tacik- Özbek ve Hazaralar tarafından “Peştun milliyetçisi” olarak algılanmasına sebep oldu.

2001 Ekim ayında ABD işgal hareketi başladığında Afganistan’ın %70’ten fazlasını yöneten Taliban, genel olarak halktan sempati görüyordu. Ama, ABD ordusunun yüksek askeri teknolojisi karşısında fazla direnemedi.  Aralık ayında Kabil ve büyük şehirlerden çekildi. Kendine “İslamî” diyen Kuzey İttifakı grupları ABD işgalini sevinçle karşıladılar. Çekilme sırasında işgalciler ve işbirlikçi gruplar tarafından esir alınan Taliban üyeleri, uzun sakalları çekiştirilerek hakarete uğratıldı. Taliban mensupları ve taraftarları her yerde gözaltı merkezleri,  toplama kampları ve hapishanelerde kötü muamelelere maruz kaldı. Özbek Cümbüş-ü Milliyi İslamî lideri Reşid Dostum yakaladığı 10 bin civarında Taliban, Özbekistan İslami Hareketi, Türkistan İslam Partisi üyesini Kunduz bölgesinde Tır konteynırlarında boğarak ve Kale-i Ceng’de topluca kurşuna dizerek öldürdü. (Leyli çölünde 7 bin, Cenk kalesinde 3 bin kişi). Dostum’un işlediği savaş suçu Deşt-i Leyli Katliamı olarak tarihe geçti. (Dostum son kez Afganistan’dan kaçmadan önce bu katliama atıfta bulunuyor. (24)https://www.mepanews.com/rasid-dostum-binlerce-kisiyi-oldurdugu-katliami-savundu-yine-aynisini-yapacagim-46397h.htm )

Taliban ve diğer örgüt mensuplarının bu şekilde katledilmeleri bir savaş suçu oluşturuyordu. ABD’li yetkililer Dostum hakkında bir soruşturma başlattıklarını açıklayarak kendilerini savundular. Soruşturma sonucunda bu kişinin cezalandırılmak bir yana CB yardımcısı, Savunma Bakanı ve Mareşal gibi rütbelerle ödüllendirildiği görüldü.

Batılı işgalciler ve işbirlikçi Kuzey İttifakı tarafından yapılan zulümler, kötü muamele  ve katliamlar 20 yıl boyunca devam etti. Taliban çevresindeki Müslümanların uğradığı bu zulümler, halk arasında bir “mazlumiyet” anlatısı oluşturdu.

c-ASAYİŞSİZLİK: SAVAŞ AĞALARI- ARBAKİLER

İşgalciler ülke yönetiminde, Kuzey İttifakı’nı oluşturan Özbek-Tacik-Hazara gruplarla ve zamanla aşiretlerden ayrışarak müstakil güçlere dönüşen savaş ağalarıyla birlikte hareket etti. Peştunlar içinde ise aşiret yapısının alt örgütlenmesi olan ama yapının dışında gelişen Arbakileri destekledi. Arbakiler hakkında gazeteci Levent Kemal Acta Fabula’da şunları yazıyor: “Bu güç temelde klasik dönemde aşiretlerin töresel meclisinin hükümlerini uygulamak için özel bir milis (arobaki-arabaki-arbaki) yapılanmasına dayanıyordu. Arobaki ya da arbakiler, meclisin koyduğu cezayı ihlal edenlerin cezalandırılmasından sorumluydu. Ancak bu durum daha sonra genel olarak yerleşik ve kentli, zengin ve tanınmış kişilerin geleneksel meclisten (jirgadan) farklı örgütlenmelerinin askeri gücüne dönüştü. (…) Tüm bu güçler Taliban’ın da bel kemiğini oluşturan Peştun aşiret sistemine bağlı sosyal, siyasal, askeri gelişmelerdi ve ABD Afganistan’ı işgalinden yaklaşık dokuz yıl sonra, 2010’da Peştun arbakileri Taliban’a karşı kullanmayı tercih etti. Bu girişim bir anlamda Peştun kökenli Taliban’a karşı aşiret hareketini tetiklemeyi hedefliyordu. Oldukça riskli bu planın arbakiler üzerinden uygulamaya konması ABD’nin beklediği sonuçları getirmedi. Arbaki milisleri yağma, tecavüz, işkence, hırsızlık, keyfi infazlar gibi pek çok suç işledi ve Taliban’a karşı hedeflenen yerel güvenlik sağlanamadığı gibi hiçbir kurumla resmi bağı bulunmayan arbakilerin liderleri konumundaki kişiler savaş ağaları olarak güçlendiler. Savaş ağalarına bağlı milis güçlerin kurumsallaştırma çalışmaları kapsamında Afgan Yerel Polis Gücü olarak tanımlandılar. Genel planda amaçlanan Peştunların, Peştunlara karşı olması idi. Ancak bu plan günün sonunda ABD desteğini yitirmesi ile güçlerinin büyük bir çöküş yaşadığı Kabil hükümetine bağlı çok sayıda Arbaki’nin görev aldıkları yerleşimlere yaklaşan Taliban karşısında dağılması ile sonuçlandı”. (25)

 

Bu çetelerin işlediği hırsızlık, soygun, tecavüz, cinayet gibi her türden suçlar NATO- ABD tarafından himayesinde yapılıyordu. Buna işgalci askerler,  işbirlikçi yetkililer ve yakınlarının yaptığı yargısız infaz, gasp, el koyma filleri de eklenince Afganistan yaşanması imkânsız bir ülke haline geldi.

Türkiye ve Batılı medyanın iddialarının aksine, Afganistan’dan göç olayının sebebi Taliban değil işgalcilerin oluşturduğu kaos, işsizlik ve korku iklimidir. İşgal yönetiminin yol açtığı fakirlik ve asayişsizlikten bıkan insanlar çareyi, ülkeyi terk etmekte buluyor.

İddia edilenlerin tam aksine, Taliban’ın güçlenmesine paralel olarak göç miktarında önemli miktarda azalma olmuştur. Taliban’ın kontrol altına aldığı bölgelerde suç oranının neredeyse sıfıra yaklaştığı, halkın kendini daha güvende hissettiği bilinmektedir. 2021’e yaklaşırken, 2001 öncesinden farklı olarak Özbek, Tacik ve Hazaralar da kendileri için Taliban yönetimini daha güvenli görmeye başladılar.

Taliban zaferinde arbakilerin, savaş ağalarının, resmi yetkililerin, işgal güçlerinin oluşturduğu güvensizlik ortamı büyük ölçüde etkili olmuştur.

4.UYUŞTURUCU MESELESİ

Taliban döneminde önce konrol altına alınmaya çalışılan, 2001’de de tümüyle yasaklanan haşhaş üretimi 2001’den sonra işgalciler tarafından tümüyle serbest bırakıldı. ABD- NATO işgali süresince uyuşturucu üretiminin onlarca kat arttığı BM kayıtlarında mevcut. (26)

Taliban’ın yasaklama kararı aldığı 2001 yılı (yeşil renk sıfır)  okla gösterilmiş

BM ve batılı medya 2001 sonrasında işgal yönetimi dönemindeki artışın daha çok Taliban kontrolündeki bölgelerde meydana geldiği iddia etmektedir. İşgalcilerin çok büyük miktarda uyuşturucu ticareti yaptığı iddialarına karşı bundan da Taliban’ı sorumlu tutma çabası komiktir.

Afgan halkı arasındaki uyuşturucu bağımlılığının rekor seviyelere yükselmesi de, işgalcilerin “sömürge ülkelerde halkı uyuşturma” genel politikasıdır.

 

5.GÖÇ OLAYI- YALAN HABERLER- HALK TALİBAN’DAN MI KAÇIYOR?

Uzun süredir Türkiye medyasında “Afgan göçmenlerin Taliban’dan kaçtığı” algısı oluşturuldu. Bunun arkasında iktidara yakın gazetecilerin “Kabil havaalanı muhafızlığı için gerekçe” bulma gayreti olduğu görülüyor. Tam tersine Türkiye’ye gelen Afganların büyük çoğunluğunun 2018 ve 2019’da giriş yaptığı, 2020 Doha anlaşmasından sonra göçün yavaşladığı tespiti, göçün Taliban’dan kaçışla ilgili olmadığını gösteriyor.

15 Ağustos günü Kabil Havaalanı’ndaki korkunç görüntüler de, halkın Taliban korkusuyla kaçtığı propagandalarına malzeme olarak kullanıldı. Havaalanına koşanlar içinde işbirlikçiler, işkenceciler, savaş suçlularının yanısıra, ekmek parası için işgal yönetiminde çalışan sıradan insanlar da vardı. Yirmi yıllık dönemde çok sayıda insanın ekmek parası için yönetimin hizmetinde çalışması tabiidir. Türkiye diplomatik temsilciliklerinde tercüman olarak çalışanlardan, diğer elçiliklere iaşe sağlayanlara kadar herkesi işbirlikçi olarak değerlendirmek doğru değil. Taliban bu nedenle “genel af” ilan etti. Ama yüzbinleri bulan bu insanların ‘hangilerinin işbirlikçi, hangilerinin ekmeğinin peşinde koştuğunun ayırt edilemeyeceği ve hesap sorulacağı’ korkusunun yan ısıra, gelişmiş bir ülkeye kapağı atmayı amaçlayanların da bulunduğunu düşünmek gerekir. 40 milyona yakın bir nüfus içinde ülkeden kaçmaya çalışan bir grubu, “halk Taliban’dan kaçıyor” diye göstermek, bir medya ahlaksızlığı idi.

FoxNews’un yalan haberini Hürriyet, Sözcü, Posta, HaberSOL, İndependent Türkçe olduğu gibi kullandı                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     Nitekim 2015’te Suriye’de meydana gelen bir infaz görüntüsünü “Burka giymeyen kadını infaz ettiler” diye yayınlayanlarınki de aynı ahlaki durumun sonucu. ABD’den FoxNews’un uydurduğu haberi Hürriyet’ten GazeteSOL’a, Haber Global’den Sözcü’ye ve İndependent Türk’e kadar bütün Türkçe medya aynı başlıkla verdi. Habere konu olan videonun çekildiği olay yerindeki bir duvarda, Arapça olarak “Tanzim-i el Kaide, Cephet-ün-Nusra” yazısı okunuyordu. Yani video el Nusra’nın bulunduğu Suriye’de, Nusra’nın el-Kaide’den ayrıldığı 2016 öncesinde çekilmişti. Afganistan veya Taliban’la bir ilgisi yoktu. Ayrıca videodaki konuşmalardan infaz edilen kadının “burka giymediği için” değil “fuhuş yaptırdığı” için cezalandırıldığı anlaşılıyordu. Bundan önce de Taliban imzalı “12- 45 yaş arası kadınların isim listelerinin istendiği, bu kadınların mücahitlerle evlendirilmek üzere götürüleceği”  yazılı metinler sosyal medyada paylaşılmış, bu iğrenç iddianın da düzmece olduğu daha sonra ortaya çıkmıştı.

 

“Afganistan İslam Emirliği” imzalı yazının Takhar’da dağıtıldığı, 12- 45 yaş arası Özbek kadın- kızların isimlerinin istendiği, mücahidlerle evlendirileceği, … gibi çirkin ifadeler içerdiği gibi i,ddialar Türkiye’de milliyetçi çevrelerde yayıldı.

 

 

 

 

 

 

6.TALİBAN BAŞARILI OLACAK MI?

Dünya Müslümanları Filistin’den Türkistan’a kadar Taliban’ın zaferini kutlarken, Türkiye ve bazı Arap ülkelerinde komplo teorileriyle malûl zihniyetler “ABD’nin aslında yenilmediği, Taliban’ın danışıklı olarak iktidara getirildiği” tezlerine sarıldılar. ABD’li yetkililer ve gazeteciler bile askeri mağlubiyeti kabul ederek yeni Vietnam sendromunu dillendirirken, ‘bizden’ bazılarının Afganistan müslümanlarının zaferine kara çalmaya yeltenmeleri, bizdeki problemin sonucu.

Bundan sonraki soru Taliban’ın kurduğu “Afganistan İslam Emirliği’nin” neler yapacağı? Elbette bu başarının da sonunda fiyaskoya dönüşmesi için her şey yapılacak. Önemli olan Afganistan Müslümanlarının basiret ve dirayeti.  Ama önce iyi niyet, sonra gerekli şartların yerine getirilmesi halinde Allah’ın yardımının muhakkak olduğuna iman ediyoruz.

Özellikle farklı etnik unsurlardan oluşan Afganistan toplumunda Özbek- Tacik- Hazara ve daha küçük toplulukların kavmî kimlikleri, ana dilleri toplumsal mutabakat metni olan anayasada, yasalarda yer almalı, sosyal ve kamusal alanlarda hiçbir engelle karşılaşmamalı, hatta mili birliğin güçlenmesi için farklı kültürlerin daha da geliştirilmesi sağlanmalıdır.

Üretim biçimi ve buna bağlı yaşama tarzı 100 yıl öncesinde olan bir ülkenin işi kolay değil. Teknoloji transferi, sınai üretim ve yatırımlarda gerekli sermaye birikimi için dışarıya ihtiyaç duyulacaktır. Emperyalist devletlerin bunu kullanması, ambargo veya ekonomik baskılar, bağımsız İslâmî Afganistan’ı zorlayacaktır. Dünyadaki diğer örnekler, Müslümanların iktidarla imtihanının pek başarılı olmadığını gösterdi.

Türkistanlı Müslümanların duaları, doğru hareket eden Müslümanlarla birliktedir.

 

 

  1. https://tr.euronews.com/2021/08/17/afganistan-da-20-y-ll-k-abd-isgali-doneminde-kac-kisi-oldu
  2. https://www.trthaber.com/haber/gundem/abd-istihbaratinin-kabil-sinavi-taktik-mi-fiyasko-mu-602628.html
  3. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/beyaz-saray-sozcusu-jen-psakiden-afganistan-isgali-itirafi/2298713
  4. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdnin-afganistan-maslahatguzarindan-talibana-ilerleyisini-durdurmasi-cagrisi/2297592).
  5. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58199039
  6. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/beyaz-saray-sozcusu-psakiye-gore-afgan-yonetimi-talibana-karsi-koyacak-guce-sahip/2330436
  7. https://www.dw.com/tr/abd-taliban%C4%B1n-zaferi-%C3%B6nlenemez-de%C4%9Fil/a-58638761
  8. https://www.milliyet.com.tr/dunya/afgan-kentleri-tek-tek-dusuyor-6569985
  9. https://tr.euronews.com/2021/08/04/abd-ucaklar-afganistan-da-taliban-n-silah-ve-muhimmat-deposunu-bombalad
  10. https://www.ntv.com.tr/dunya/abd-giderayak-talibani-bombaladi,3oHrd3gDEUG0Y3tbCzIepA
  11. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdnin-afganistandaki-taliban-hedeflerine-21-22-temmuzda-4-hava-saldirisi-duzenledigi-one-suruldu/2312597
  12. https://www.mepanews.com/abd-katar-ve-pakistan-uzerinden-afganistani-bombaliyor-46313h.htm)
  13. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/afganistana-ek-abd-askeri-42786)
  14. https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-afganistan-dan-cekilmeyi-erteliyor/3008866.html)
  15. https://tr.euronews.com/2016/07/06/obama-afganistan-da-8-bin-400-abd-askerinin-kalacagini-acikladi
  16. https://www.setav.org/afganistanda-bir-sivil-oldurmek-kac-dolar/
  17. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/avustralya-askerlerinin-afganistan-da-39-sivili-oldurdugu-ortaya-cikti/2048646
  18. https://tr.sputniknews.com/20160428/afganistan-kunduz-abd-hastane-bombalama-1022446501.html
  19. https://www.amerikaninsesi.com/a/nato-afganistan-da-hastane-bombaladi/2990233.html
  20. https://www.cnnturk.com/video/dunya/taliban-yerine-dugunu-vurdular
  21. https://www.yenisafak.com/dunya/medresede-vahsi-katliam-3192642
  22. https://www.mepanews.com/kabil-hukumeti-kandaharda-dugun-konvoyunu-vurdu-20426h.htm
  23. https://www.mepanews.com/ingiltere-afganistanda-yaptiklarimizla-gurur-duyuyoruz-46452h.htm
  24. https://www.mepanews.com/rasid-dostum-binlerce-kisiyi-oldurdugu-katliami-savundu-yine-aynisini-yapacagim-46397h.htm
  25. https://actafabula.net/afganistan-ve-talibana-dair-4-soru-4-cevap/
  26. https://www.bbc.com/news/world-asia-58308494

 

Devami
Burhan Kavuncu, DÜNYA HABER, Güney Türkistan, HABERLER, TÜRKİSTAN HABER, YAZARLAR

İÇİŞLERİ BAKANI SN. SÜLEYMAN SOYLU’NUN AÇIKLAMASI ÜZERİNE

17 Şubat 202117 Şubat 2021
17.02.2021

TÜRKİSTANDER (Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği) Başkanı Burhan Kavuncu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun Doğu Türkistanlı’larla ilgili yaptığı açıklamayla ilgili  Hertaraf Haber’e değerlendirmelerde bulundu:

Türkiye İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, Türkiye’nin Doğu Türkistan politikası hakkında 15 Şubat 2021 günü önemli bir açıklama yaptı. Belirtilen hususlar genel olarak doğrudur ve açıklama Türkistanlılar arasında sevinç yaratmıştır. Bir devlet yetkilisinin açıklayamayacağı bazı hususları ve gördüğümüz eksikleri de bizim ortaya koymamız gerekiyor.

Biz Türkistanlılar Türkiye’nin dış politika önceliklerini belirleme veya eleştirme durumunda değiliz. Her ülke içinde bulunduğu şartlara, stratejik dengelere ve milli menfaatlerine göre politikalarını oluşturur. Burada sadece durum tespiti olarak aşağıdaki hususların bilinmesinde fayda görüyorum:

1-Türkiye devleti, Doğu Türkistanlı muhacirlere sahip çıkmaktadır. Dünyada en fazla Doğu Türkistanlı sığınmacı Türkiye’dedir. Açıklamada belirtildiği gibi ikamet, vatandaşlık, göç hizmetleri gibi birçok konuda ayrıcalıklı yaklaşım gösterilmektedir. Hatta diğer Türkistan ülkelerinden gelen hemşerilerimiz kendilerine de benzer kolaylıklar gösterilmesini istiyorlar.

2-Doğu Türkistanlıların başka bir ülkeye iade edilmemesi yönünde bir uygulama mevcuttur. Geçmiş yıllarda (2018 ve 2019’da) yaşanan iki olayın, görevlilerin hatası yüzünden meydana gelmiş istisnai vak’alar olduğunu düşünüyorum. Yetkililerin vakıaları reddetmeleri, bu hataların inşaallah bir daha tekrarlanmayacağını gösteriyor. Nitekim başka bir iade olayının vuku bulmaması, bunu doğrulamaktadır.

3-Malezya, Tayland gibi ülkelere sığınan Doğu Türkistanlılara da Türkiye “taraf ülke” sıfatıyla sahip çıkmaktadır. Bu, 2000’li yıllardan önce Türkiye’de görülmeyen bir politikadır.

4-BM ve uluslararası platformlarda Türkiye “Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygurlar ve diğer Müslüman azınlıklar”ın haklarını savunmaktadır. Çin’in işlediği insanlık suçlarını kınamıştır.

5-BM’de Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmünü desteklemek için yayınlanan bildirilere, Türkiye imza atmamıştır. Sayıları 25’i bulan birçok ‘müslüman ülke’ Çin’in  ekonomik- siyasi baskılarına boyun eğdiği halde Türkiye’nin bunlar arasında yer almaması sevindiricidir.

Bunlar Türkiye’nin Doğu Türkistan politikasındaki olumlu göstergeler. Eksik veya yetersiz gördüklerimiz ise:

1-Türkiye dünyada Doğu Türkistan meselesine en fazla sahip çıkan ülkeler arasında değildir. Birçok batılı ülke “Uygur sorunu” olarak adlandırdıkları Doğu Türkistan’daki Çin soykırımını daha fazla gündeme getirmektedir. Finlandiya Başbakanı “her şey para değildir, bu bir soykırımdır ve sessiz kalamayız” derken, Kanada ve daha birçok Batılı ülke parlamentosunda Çin’i kınama kararları ilan edilmiştir. “Soykırım” gibi büyük bir insanlık suçu işlemekte olan Çin devletini kınamak için BM’de iki defa bildiri yayınlanmış, 22 ve 39 ülkenin imzaladığı bildirilere Türkiye imza koymamıştır.

2-Çin’in Doğu Türkistan halkına yönelik işlediği soykırım suçuna ortak olmamak ve kınamak için birçok ülke veya şirket, ticari kısıtlamalara başladı. Özellikle “Sincan Bölgesi”nden yapılan alımlar durdurulmakta. Türkiye ise, ihracatının 10 katı olan ithalatında ve diğer ticari ilişkilerinde herhangi bir değişiklik yapmamıştır.

3-2022 yılında Pekin’de yapılacağı söylenen Olimpiyatlara katılmama yönünde, birçok ülke açıklama yaptı. Türkiye bu konuda da başka ülkelerin gerisinde kaldı ve henüz böyle bir konu gündemde yer almıyor.

 

4- 2017 yılında Çin’le imzalanan “Suçluların İadesi Anlaşması” iki ülkenin meclislerinde yasalaştırılmak üzere bekliyordu. 2020’nin son günlerinde Çin meclisinin anlaşmayı onaylaması Türkiye’de geniş bir gündem oluşturdu. Biz Türkiye’nin hiçbir Türkistanlıyı Çin’e vermeyeceğine inanıyoruz. Lakin yine de böyle bir anlaşmanın yapılmasına tepkiliyiz. Çünkü Çin’le yapılacak “suç-suçlu-iade” kavramlarını içeren her türlü anlaşma, bütün dünyada soykırımcı olarak tartışılan bir rejimi meşrulaştırmak anlamına gelir. 21. Asrın bir apartheid (ırk ayrımına  dayalı zalim uygulamaları hukuk sistemi olarak kabul eden) ülkesi olarak öne çıkan Çin Komünist Partisi diktatörlüğü, bu tür anlaşmalarla masum olarak kabul edilmiş olmaktadır ki, bizim bundan razı olmamız düşünülemez.

5- Hepsinden önemlisi, Türkiye’de Doğu Türkistan konusunun gündeme getirilmesi, hükümet tarafından engellenmektedir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yaptığı resmi açıklamalarda, “Çin aleyhindeki yayınlara ve faaliyetlere izin verilmediğini/ verilmeyeceğini” bildirmiştir. Bu konu “dış politika önceliği” olarak kabul edilemez. Halkın ve STK’ların Doğu Türkistan duyarlılığına saygı gösterilmeli, engellemelerden vaz geçilmelidir. Örnek olarak Ankara ve İstanbul’da Çin temsilcilikleri önünde ailelerini arayan Uygurlara engel olunmaktadır. Yine ana akım medya ve STK’ların, Dışişleri Bakanı’nın açıkladığı hükümet baskısı yüzünden sessiz kaldıklarını tahmin ediyoruz.

Halkın, STK’ların ve medyanın, Doğu Türkistan hassasiyetini serbestçe ortaya koyabilmesi, Türkiye’nin Dünya’daki imajını iyileştireceği gibi, Çin karşısında da elini güçlendireceği açıktır. Buna rağmen aksine bir politika takip edilmesi, bazı bazı Çin yanlısı çıkar çevrelerinin etkisi olarak görülmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Burhan Kavuncu

TÜRKİSTANDER (Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği) Başkanı

 

Devami
ALINTI YAZILAR, BASIN AÇIKLAMALARI, Burhan Kavuncu, Doğu Türkistan, YAZARLARBurhan Kavuncu, Çin, DOĞU TÜRKİSTAN, Soykırım, TÜRKİSTANDER, Türkistanlı, Uygur

Türkistander: İade anlaşması kabul edilemez

31 Aralık 202031 Aralık 2020
  • ÇİN’E GÖRE ‘SUÇLU’ BÜTÜN TÜRKİSTANLILAR, BELLİ DEĞİL Mİ?
  • 2017’de imzalanan “Çin-Türkiye Suçluların İadesi Anlaşması” TBMM’de de onaylanırsa yürürlüğe girecek!
  • Türkiye’nin bu anlaşmayı kabul etmesi mümkün değil, ama gündeme gelmesi bile ayıp!
  • Anlaşma metninde iadeyi zorlaştıran maddeler var, ama yine de kabul edilemez!

Geçtiğimiz hafta sonunda (26 Aralık 2020) Çin Meclisi, 2017’de iki ülkenin Adalet Bakanları tarafından imzalanan “Türkiye-Çin Suçluların İadesi Anlaşması”nı onayladı. Böyle bir anlaşmanın varlığı ve gündeme gelmesi, Türkistanlılar arasında endişeye, Türk halkının da büyük tepkisine sebep oldu.

2017 yılının Nisan ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Pekin’i ziyareti sırasında imzalan anlaşma dört yıla yakın bir süredir her iki ülkenin de meclislerinde bekletiliyordu. Bu bekletmenin, iki ülke arasındaki ilişkilerin zaman zaman gerilmesi ile ilgili olduğu tahmin ediliyor. Çin’in Doğu Türkistan’daki insanlık dışı uygulamaları 2019 yılı başından itibaren Türk resmi yetkilileri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş, buna karşılık Çin’li yetkililer Türkiye’yi “ekonomik ilişkileri bozmakla” tehdit etmişlerdi. Çin’in diplomatik sınırları aşan saygısız açıklamaları Türkiye tarafından karşılıksız bırakıldı. En son geçtiğimiz Ekim  ayında (2020) BM Genel Kurulu’nda konuşan Türkiye temsilcisi, Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinin devam ettiğini söyleyerek bu zulme son verilmesini istemişti.

Türkiye Dışişleri’nin açıkça “21. Yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkmasının utanç verici olduğunu” ve “terörle mücadelenin sivil halka baskı yapmaya dönüştüğü” ilan etmesinden sonra, böyle bir ülkeye değil “suçlu iadesi”, iade anlaşması bile yapmaması beklenirdi normal şartlarda. Bu anlaşmanın Türkiye’nin genel pozisyonuyla çeliştiği açık. Ama uygulamanın tam tersi yönde geliştiğini görüyoruz. 2019 Şubat’ında “Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Uygur Türklerinin ve diğer müslüman toplulukların temel insan haklarını ihlal eden uygulamaların ağırlaştığı”, “Uygur Türklerinin ve bölgedeki diğer Müslüman toplulukların etnik, dini ve kültürel kimliklerinin tasfiye edilmesinin hedeflendiği”, “keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türk’ünün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları”nı söyledikten daha 2 ay geçmeden Cumhurbaşkan’nının imzasıyla anlaşma metninin TBMM Başkanlığı’na sevk edilmesi akıl alır bir husus değil.

Cumhurbaşkanı’nın 12.04.2019’da TBMM’ye gönderdiği onay yazısı, 26.04.2019’da TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından kanun teklifi olarak Dışişleri ve Adalet komisyonlarına sevkedilmiş.  O tarihten bugüne 20 ay geçmesine rağmen komisyonların ve genel kurulun gündemine alınmamış. Bu bekletmenin, böylesi bir yasayı “Türkiye’nin içine sindiremediği” şeklinde yorumlamamız iyimserlik olarak görülmemeli.

Sonuçta Türkiye böyle bir anlaşmayı yürürlüğe sokmaz, sokmamalıdır. Aslında daha önce de Adalet Bakanı böyle bir tasarıyı imzalamamalıydı. Bu, Türkiye ve iktidar açısından büyük bir ayıp. Çin devletinin suç ve suçlu kavramlarından ne anladığı açıktır. Toplama kampları ve hapishanelerde bulunan 8 milyonu aşkın insanı, sadece Türk, müslüman, Tibetli, Budist, Moğol veya siyasi muhalif olduğu için “suçlu” olarak kabul eden bir devlettir. Çin’e göre bütün bir Doğu Türkistan hatta Türkiye’nin 83 milyon vatandaşı suçludur. (ABD’ye göre farklı mı, bütün müslümanlar potansiyel “terörist”).

Anlaşma metnindeki bir çok madde iade talebinin reddedilebileceğini öngörüyor. Bugün için Doğu Türkistanlı hemşerilerimizin paniğe kapılmasına gerek yok. Ancak iktidarda Doğu Perinçek zihniyetinde birilerinin olması durumunda (kaldı ki Perinçek’in “hükümetin rotası bizim elimizde” benzeri açıklamaları şimdiye kadar yalanlanmadı) pekala uygulanarak, masum Türkistanlıların Çin kasaplarına iadesi mümkün olabilir.

TÜRKİSTANDER olarak bu utanç belgesinin derhal geri çekilmesini, TBMM gündemine geldiği takdirde bütün üyelerin red oyu vermesini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yürürlüğe sokmamasını bekliyoruz. Çin’e iade anlaşmasının iyisi doğrusu olmaz. Bazı çevrelerin parti taraftarlığı gayretiyle anlaşma metnini masum göstermeye çalışmaları ciddi bir yanlıştır. Boraltan Köprüsü ihanetini unutmayan milletimiz, Çin’le iade anlaşması yapılmasını da affetmeyecektir.

BURHAN KAVUNCU

TÜRKİSTANDER BAŞKANI

Çin-Türkiye Suçluların İadesi Anlaşması Metni

Devami
BASIN AÇIKLAMALARI, Burhan Kavuncu, HABERLER, TÜRKİSTANasimilasyon, Çin, DOĞU TÜRKİSTAN, iade anlaşması, Toplama kampı, Türkistan, TÜRKİSTANDER, Uygur

ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ SOYKIRIMI DEVAM EDERKEN BM’DE BİLDİRİ SAVAŞLARI VE TÜRKİYE-Burhan KAVUNCU

9 Ekim 202024 Mart 2022

Geçtiğimiz günlerrde, çoğunluğunu Batılı ülkelerinin oluşturduğu 39 ülke, Çin yönetimine ortak bir mektup göndererek Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında zorla tutulan Uygurların derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu. Mektupta ise Türkiye’nin imzası yer almadı.

Konuya ilişkin ve Doğu Türküstandaki son gelişmelere ilişkin TÜRKİSTANDER Genel Başkanı Burhan KAVUNCU Hertaraf Haber’e değerlendirmelerde bulundu:

ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ SOYKIRIMI DEVAM EDERKEN BM’DE BİLDİRİ SAVAŞLARI VE TÜRKİYE-Burhan KAVUNCU

Geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu’nun 3. Komitesi’nde Çin devletinin yaptığı hak ihlalleri tartışıldı. Komite, 39 ülke tarafından imzalan yazılı bir metinle Çin’e “İnsan haklarına saygı göster, özellikle Tibet ve Sincan’daki etnik ve dini azınlıkların haklarına saygılı ol” çağrısı yaptı (06.10.2020). Akabinde, özellikle müslüman ülkelerde, mektubu imzalayan 39 ülke arasında yer alan ve almayan devletler tartışılmaya başlandı. Türkiye’de de “neden bu mektuba imza konulmadığı” sorgulanıyor. Geçen sene Çin’i “insan haklarını ihlalden vazgeçmeye” çağıran 22 imzalı bildiriyi nüfus çoğunluğu müslüman olan bir tek ülke imzalamazken, bu sene yayınlanan benzer içerikteki 39 imzalı bildiride iki müslüman ülkenin ismi de bulunuyordu: Bosna-Hersek ve Arnavutluk.

BM Genel Kurulu 3.Komitesi’nde açıklanan ve Çin’i “Tibet, Sincan Uygur ÖB ve Honkong’da hak ihlallerini durdurmaya çağıran” çağıran bildiriyi imzalayan ülkeler (06.10.2020)

Çin Anayasası’nda tanımlanan beş özerk bölgeden* ikisinde (Tibet ve Sincan Uygur Özerk Bölgeleri) yaşayan halklara yönelik çok ağır hak ihlallerinin devam ettiği, 39 ülkenin imzaladığı çağrı metninde vurgulanıyor.

Başta toplama kampları, aydınların ve din adamlarının uzun süreli hapis ve işkence altında tutulması, hapiste ve eğitim (toplama) kamplarında meydana gelen ölümler, ana dilin kullanımına getirilen kısıtlamalar ve dini ibadet/ eğitimin engellenmesi, zorla kısırlaştırma, çalışma kampları, “kardeş aile projesi” adı altında erkek görevlilerin evlerde kalması gibi… Bunlar, Çin yönetimi tarafından (dolaylı olarak da olsa) dünyaya meydan okurcasına kabul edilmiş durumda.

1949’dan beri her türlü baskı ve asimilasyon uygulamalarının devam ettiği bu özerk bölgelerde Çin yönetimi 21. yy’ın başından itibaren “yok etme- imha” safhasına geçmişti. Kendilerinin “Çinlileştirme” olarak adlandırdığı bu uygulamalar tek kelimeyle “imha siyaseti” olarak kabul edilmelidir. İlk olarak özerk bölgelerin en küçüğü olan Tibet’i ağır bir şekilde ezen Çin Komünist Partisi yönetimi, “zor lokma” olan Doğu Türkistan’ı (Sincan Uygur ÖB)  ikinci sırada ama daha korkunç bir şekilde hedefe koydu. 2016’dan itibaren, yaklaşık dört yıldan beri milyonlarca insan toplama kamplarında ağır işkenceler altında ‘eğitiliyor’.

İlk iki ÖB’deki (Tibet ve Doğu Türkistan) direnişin kırıldığı düşüncesiyle diğer iki ÖB’de yani Ningksia Hui ÖB  (Çinli Hui müslümanların yoğunlaştığı bölge)  ve İç Moğolistan’da da toplama kampları eşliğinde Çinlileştirmeye hız verildi. Özerk bölgelerde hem etnik hem de dinî temizlik yapılmaktadır. Tibet, İç Moğolistan ve Doğu Türkistan’da yaşayan Budist ve Müslümanların dini inançları ve uygulamaları kısıtlanır, tarihi camiiler ve mezarlıklar yok edilirken ana dillerinin  resmi işlemlerde ve eğitimde kullanılması da yasaklanmıştır. Çince konuşan ama İslam dinine mensup olan  Ningksia Hui ÖB halkı (müslüman Çinliler) ise dinî baskı altında “tüm dinlerin Çinlileştirilmesi” projesi kapsamında işkence görmektedir.

Uluslararası medyada daha çok Tibet ve Doğu Türkistan (Sican Uygur ÖB) gündemde yer aldığı için, diğer iki Özerk Bölge’de yaşananlar fazlaca bilinmemektedir. Bunlardan başka, ÖB’lerin dışında yaşayan çok sayıda Hui (Çinli) müslüman da aynı baskılara maruz kalıyor. BM çatısı altındaki çeşitli organlarda  zaman zaman “Tibet sorunu” ve “Uygur sorunu” başlıkları tartışılmakta ise de, Hui ve Moğolların yaşadığı sıkıntıları gündeme getiren yok maalesef.

İLK BİLDİRİ/ MEKTUP

İlk olarak 2019 yılının Temmuz ayında BM İnsan Hakları Konseyi, 22 ülkenin imzasıyla bir “mektup metni” açıkladı. Mektup’ta “Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türkleri ve diğer müslüman azınlıklara yönelik muamelesi” eleştiriliyor ve “kitlesel gözaltıların durdurulması” isteniyordu.

Metinde şu ifadeler de yer aldı: “Çin’i yasalara uymaya, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeye, Sincan ve Çin genelinde din ve inanç özgürlükleri de dahil olmak üzere insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı göstermeye çağırıyoruz. Çin’i Sincan’daki Uygur Türkleri ve diğer müslüman topluluklara mensup azınlıkları keyfi gözaltılardan, serbest dolaşım haklarını ellerinden almaktan uzak durmaya davet ediyoruz”.

Mektubu 22 ülkenin BM Daimi Temsilcileri imzalayarak İnsan Hakları Konseyi’ne göndermişti. İmzacı ülkeler Yeni Zelanda, Avustralya, Japonya ve Kanada’nın dışında 18 Avrupa ülkesiydi. Türkiye dahil hiç bir müslüman ülkenin bu metni imzalamaması özellikle Türkiye’de Doğu Türkistan konusunda hassas olan kamuoyunda büyük bir tepkiye neden oldu. Anadolu Ajansı (Türkiye’nin resmi haber ajansı) bir kaç gün sonra “bildirinin sadece BM İnsan Hakları Konseyi üyelerince imzalanarak yayınlandığını” duyurdu (11.07.2019). Bu açıklama tepkileri kısa bir süre yatıştırsa da, devletin resmi ajansının verdiği bilginin doğru olmadığı, bildiriyi imzalayan 22 ülkeden sadece 7’sinin BM İHK üyesi olduğu ortaya çıktı.

1.Almanya 6.Estonya 11.İspanya 16.Kanada 21.Norveç
2.Avustralya 7.Fransa 12.İsveç 17.K.İrlanda 22.Yeni Zelanda
3.Avusturya 8.Hollanda 13.İsviçre 18.Letonya  
4.Belçika 9.İngiltere 14.İzlanda 19.Litvanya  
5.Danimarka 10.İrlanda 15.Japonya 20.Lüxemburg  
         


BM Cenevre Ofisi’nde devam eden İnsan Hakları Konseyi 41. Oturumunda açıklanan ve Çin’in Doğu Türkistan politikalarını protesto    eden mektuba imza koyan ülkeler (Temmuz 2019)

ÇİN CEVAP VERİYOR

Çin asla beklemediği ve kendisine karşı bir cüret olarak gördüğü bu mektup metnine bir kaç gün içinde karşı bir mektupla cevap verdi. Alelacele 37 ülkeden imza toplanarak BM İnsan Hakları Konseyi’ne hitaben yazılan mektubu Çin yönetimi duyurdu. O kadar acelesi vardı ki, bilahare imza toplamaya devam etti. Ekonomik/ askeri sıkıntı yaşayan çoğu küçük ülkeler olmak üzere Çin’in baskısına karşı koyamayarak imza verenlerin sayısı bir kaç hafta sonra 50’ye çıkmıştı.

Resmi açıklamasında Çin “40’a yakın ülkenin BM’ye mektup yazarak teröre karşı mücadelelerinde kendilerine destek verdiğini” duyurdu. Açıklamada ayrıca şu ifadelere yer verildi: “Terörizm ve aşırılıkla ağır şekilde yüzleşen Çin, mesleki eğitim ve öğretim merkezleri kurmak da dahil olmak üzere Sincan’da bir dizi terörle mücadele önlemi almıştır”.

Duyanların inanamayarak hayret içinde kaldığı bir diğer husus da, Çin’e destek bildirisi’ni imzalayan 50 ülke arasında 25’inin “müslüman nüfuslu ülke” olmasıydı. Bangladeş, Pakistan, İran, Özbekistan, Türkmenistan, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Katar, Mısır, Sudan gibi farklı politik çizgilerde olan müslüman ülkeler Çin’i, hem de Doğu Türkistan’a karşı desteklemekte birleştiler. O zaman sosyal medyada “ümmetin vahdeti gerçekleşti, ama ne yazık ki cehennemde!” diye yazmıştım. Daha sonra Katar, bu utanç listesinden imzasını çekerek ihanet sürüsünden ayrıldı. Türkiye Cumhuriyeti bu zillet metnine de imza atmadı. Çin’in, elindeki baskı araçlarını kullanarak bütün ükelere tek tek nasıl baskı uyguladığı düşünülürse, Türkiye’nin bunun dışında kalması takdir edilmelidir.

“Çin’in Doğu türkistan’daki terörle mücadelesini destekliyoruz” diyen ülkeler (altı çizili olanlar Müslüman)- Temmuz 2019

ÇİN’DEN BİR HAMLE DAHA

İçinde bulunduğumuz 2020 yılının Temmuz ayında BM İnsan Hakları Konseyi oturumunda Çin bu defa daha atak davranarak yeni bir “destek mektubu” yayınlattı. “Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde teröre ve bölücü gruplara karşı mücadelesini destekleyen” mektubu Belarus devlet temsilcisi açıkladı. 46 ülke temsilcisinin imzaladığı metinde:

“Çin yönetiminin Sincan bölgesinde terörizm, bölücülük ve aşırıcılıkla mücadele etmek için aldığı önlemlerin bölge halkının insan haklarını güvence altına almasını takdir ediyoruz. Sincan’da son 3,5 yıldır hiç terör olayı yaşanmadı ve bölge yeniden huzur ve istikrara kavuştu” ifadeleri yer aldı. Ayrıca “Çin’e asılsız suçlamalarda bulunma girişimlerinin durdurulması” çağrısı yapıldı.

“Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde terörizm, bölücülk ve aşırıcılığa karşı aldığı önlemleri takdir eden” bildiriye imza koyan ülkeler (altı çizili olanlar nüfus çoğunluğu Müslüman olan ülkeler)- Temmuz 2020

Çin’in bütün baskılarına ragmen bu defa Özbekistan, Türkmenistan gibi Türkçe konuşan ülkelerin hiç birisi bildiriye imza vermedi. Bangladeş, Endonezya, Malezya, Katar, Kuveyt  ve Türkiye’nin de imzası yoktu. Ama bir çoğu fakir Afrika ülkesi olmak üzere Pakistan, İran, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn, Sudan gibi müslüman nüfuslu ülkeler (toplam 18 ülke) Doğu Türkistan’a ihanet  çizgisinde birleştiler.

TÜRKİYE’NİN DURUMU

Türkiye ne Çin’i eleştiren ve “hak ihlallerine, baskı ve işkencelere son ver” diyen ülkeler arasında, ne de “terör ve bölücülükle mücadeleye destek” çizgisindeki ihanet ittifakında yer aldı. 6 Ekim’de yayınlanan  39 imzalı bildiriye/ mektuba imza vermediği için eleştirilerin yükseldiği Türkiye, aynı günlerde BM 3.Komitesi Genel Kurul toplantısında söz alarak açıkça Çin zulmünü dile getiriyordu. BM’deki bir çok konseyin periyodik “ülke inceleme-raporlama” toplantılarında da Çin politikalarını net olarak eleştirmişti. Ancak anlaşılan eleştirilerini “Çin karşıtı kampta yer almak” noktasına getirmek istemiyordu. Nitekim 9 Şubat 2019 Dışişleri Bakanlığı açıklaması ile 29 Eylül 2020 günü Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik’in açıklamalarında, Türkiye’nin Doğu Türkistan konusunda eleştirileri açık bir şekilde ortaya konulmuştu. Bu resmi beyanlar, en azından Doğu Türkistan’daki soykırımı ifşa edenlerin maruz kaldığı “abartıyorlar, yalan söylüyorlar” karalamalarını durdurmaya yetecek mahiyettedir. Çin’e yapılan her eleştirinin ardından Ankara’daki Çin diplomatik misyonunun terbiye sınırlarını da aşarak cevap verdiği hatta ekonomik ilişkileri hatırlatarak sopa salladığı görüldü. Türkiye’nin, eleştirilerini belli bir ölçüde sürdürürken, Çin’le özellikle ekonomik işbirliğini riske atamadığı düşünülebilir. Bu aşırı ‘ihtiyatlı’ tutumun zaman zaman Çin’e “medyayı susturma sözü” verilmesine ve bunun uygulanmasına kadar, bazan da Doğu Türkistan savunucularına ağır hakaretler savrulması noktasına geldiğini de görmekteyiz.

Azerbaycan, Endonezya, Malezya, Katar, Fas, Tunus, Mali gibi bazı ülkelerin de Türkiye gibi davrandıkları, Çin karşıtı veya yanlısı kamplarda yer almadıkları görülüyor. Bazı ülkelerin ‘tarafsızlık’ politikalarında Türkiye’nin etkili olduğu düşünülebilir. Dünya’daki en büyük “Doğu Türkistan eylemlerinde” milyonlarca insanın cadde ve meydanları doldurduğu Endonezya ve Malezya Çin yanlısı bildirilere imza koymaktan imtina etti. Bu pasif tarafsızlığın kendi halklarını ne kadar ikna edeceği, önümüzdeki yıllarda belli olur.

Türkiye’nin “Çin zulmüne dur” diyen 39 ülke arasında yer almamasına tepkiler sürerken, Dışişleri Bakanlığı, BM’nin aynı oturumunda Türkiye adına yapılan bir konuşmanın videosunu ve metnini açıkladı. Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde bulunan açıklamayı aynen alıntılıyoruz:

ÜLKEMİZİN BM 75. GENEL KURULU III. KOMİTESİNİN 6 EKİM 2020 TARİHLİ TOPLANTISINDA UYGUR TÜRKLERİ KONUSUNDA ULUSAL BEYANI

Sayın Başkan,

Bu platformda da vurgulamakta olduğumuz gibi, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki insan hakları durumu endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir.

Sincan’daki Uygur Türkleri ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik uygulamalara ilişkin olarak uluslararası toplumun endişe ve beklentilerinin ele alınmasında BM’nin rolüne önem  atfediyoruz. İlgili BM organları, bölgedeki insan hakları durumunu kayda geçirme ve somut önerilerde bulunmada önemli bir rol oynamaktadır

Bu bağlamda, BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesinin 2018 Ağustos ayında Çin’e 8 tavsiyede bulunduğunu hatırlatmak isteriz. Komitenin dile getirdiği endişe ile tavsiyeler bugün de geçerliliğini korumakta ve bu konuda adımlar atılması gerekmektedir.

Sayın Başkan,

Çin’in toprak bütünlüğüne saygı gösterirken, ülkemizin, gerek uluslararası toplum gerek Çin makamlarınca gayet iyi bilinen beklentisi, Sincan’daki Uygur Türkleri ve diğer Müslüman azınlıkların Çin’in eşit vatandaşları olarak barış ve huzur içinde yaşamaları; ayrıca, kültürel ve dini kimliklerine saygı gösterilmesi ve bunların garanti altına alınmasıdır.

Uygur Türkleriyle etnik, dini ve kültürel bağları olan bir ülke olarak, son zamanlarda kamuoyuna yansıyan rapor ve haberlerde Sincan’daki Uygur Türkleri ve diğer Müslüman yönelik insan hakları uygulamaları bizi özellikle endişeye sevketmektedir.

Türkiye, bu meseleyi BM ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi çeşitli uluslararası platformlarda takip ederken, Çin ile ikili düzeyde doğrudan ve yapıcı diyaloğu sürdürecektir.

Nihai olarak, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserinin, Sincan’a, anlamlı, kapsamlı ve kısıtlama olmadan bir ziyaret düzenlemesi ve Çin’in bu konuda şeffaf davranması yönündeki beklentimizi muhafaza ediyoruz.

Türkiye’nin BM temsilcisinin Genel Kurulda’ki konuşmasının video kaydı da burada:

https://twitter.com/i/status/1313847246534979587

*Çin’deki beş özerk Bölge’nin en büyüğü Sincan Uygur ÖB (Doğu Türkistan). Resmi rakamlara göre buradaki 24 milyon nüfusun 14 milyonu Türkçe konuşan müslümanlar. Diğer Özerk Bölgeler Tibet (3 milyon) , Ningksia Hui (6,2 milyonun %20’si Çinli müslüman) ve İç Moğolistan (24 miyon nüfus içinde 4 milyon Moğol var).

 https://www.hertaraf.com/haber-cin-in-dogu-turkistan-daki-soykirimi-devam-ederken-bm-de-bildiri-savaslari-ve-turkiye-burhan-kavuncu-5420

Devami
Burhan Kavuncu, Doğu Türkistan, HABERLER, YAZARLAR

AÇIKLAMA

10 Şubat 201911 Şubat 2019

 

TÜRKİSTANDER Başkanı Burhan Kavuncu, Doğu Türkistanlı sanatçı Abdurrehim Heyit hakkındaki haberler ve Çin rejiminin bugün yayınladığı video ile ilgili aşağıdaki açıklamayı yaptı:
Doğu Türkistanlı koşuk sanatçısı Abdurrahim Heyit’in ölüm haberine gösterilen tepkiler üzerine Çin resmi kanalları bugün bir videoda, Abdurrahim Heyit’e ait olduğunu düşündüğümüz 26 sn’lik bir görüntü yayınladılar.
Konuşturulan kişi hapiste ve sağ-selamet olduğunu, hakkındaki soruşturmanın devam ettiğini, “baskı ve zorlama yapılmadığını” söylüyor. Video üzerindeki incelemeler devam etmektedir. İlk izlenim, gösterilen  kişinin Abdurrehim Heyit olduğu, ağır işkence görmüş olduğu hatta yüzünün bir kısmının kısmi felç gibi hareketsiz olduğu, çok kısa (26 sn) konuşturulmasındaki maksadın farklı bir şey söylemesini engellemeye matuf olduğu yönündedir.
Böyle bir videonun Çin rejimi tarafından yayınlanması, uzun süredir kayıp veya toplama kampında/ hapiste olduğu düşünülen ama haber alınamayan çok sayıda akademisyen, sanatçı, din adamı, gazetecinin durumunu da gündeme getirmelidir. Bundan önce Çinli makamlar tarafından öldüğü açıklanan ama cenazeleri ailelerine verilmeyen Abdulahad Berat Mahsum hacim, Muhammed Salih Damolla, Abdulveli Abdulkerim Qarim gibi din adamlarının durumu da aydınlatılmalıdır. Benzeri bir çok vak’ada, ziyarete giden yakınları ile görüştürülmeyen mahpuslarla ilgili, aylar sonra “öldüğü ve defnedildiği” bilgisi verilmektedir. Mesela Hoten şehrinde yukarıda adı zikredilen Abdulahad Berat Mahsum Hacim’in 2017 Kasım ayında öldüğü ve defnedildiği, ailesine 31.05.2018’de söylenmiştir. Ne cenaze ne mezar yeri gösterilmemiştir. Belki de o haber de yalandı. Yeterli tepki gösterilmediği için daha sonra öldürülmüş olabilir. Yine 3.12.2018’de “bir sene önce öldüğü” açıklanan Kerem Qari de belki hala ölmemiştir.
Çin rejimi bugün yayınladığı video ile Abdurrehim Heyit’in şahsında:
1-Sanatçıları hapse attığını,
2-Serbest konuşma imkanı ve izni vermediğini,
3-Mahpuslara sakat bırakacak derecede ağır işkence yaptığını
4-Aileleri ile aylarca görüştürmediğini, “öldü defnettik” diyerek yalan bilgi verdiğini,
5-Tepkiler gösterilmeseydi öldürebileceğini de teyit etmiş oldu.
Daha önce de Toplama kampları, Türkistanlı ailelerin evine Çinli erkek yerleştirilmesi, Bütün Din ve İnançları Çinlileştirme uygulaması haberlerini önce inkar ederken daha sonra kabul etmek zorunda kalmıştı.
Şimdi suçluluk telaşı ile “ölüm haberinin asılsızlığı” iddiasına sarılan Çin rejimi, bu video ile insanlığa karşı işlemiş olduğu suçlarını bir kere daha itiraf etmiş oldu.
Burhan Kavuncu
TÜRKİSTANDER BAŞKANI
YanıtlaYönlendir

 



































































Devami
Burhan Kavuncu, Doğu Türkistan, DUYURULAR, FAALİYETLER, TÜRKİSTAN, YAZARLAR

Ramazan Bayramı Tebriği – 2017 (Burhan Kavuncu)

25 Haziran 201723 Temmuz 2017



































































Devami
Burhan Kavuncu, FAALİYETLER, Video

Türkiye Kardeşlerine Sahip Çıkıyor!!Teşekkürler Türkiye!!!

27 Mayıs 201723 Temmuz 2017

Uygur Türklerine sahip çıkan Devletimize ve Devlet adamlarımıza Teşekkür ederiz.
Binlerce Uygur Türk’üne kolay şartlarla Uzun Süreki oturum izni kararını veren Başta sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Başbakan Yardımıcısı Numan KURTULMUŞ,İçişler Bakanımız, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve ekibi, Cumhurbaşkanı Başdanışmanları, Değerli Milletvekilleriniz,Türkistan meselesini dava edinip sıkıntılarımız ile bizzat ilgilenen Liderlerimizden sayın Devlet Bahçeli, Sayın Mustafa DESTECİ, sivil Toplum Kuruluşlarımızdan İHH, sivil Dayanışma Platformu, TGTV,İDSB,ULUSLARARASI HUKUKÇULAR BİRLĞİLİ, Mülteci Hakları Derneği, Akademisyenlerimiz ve Ticaret Üniversitesi Rektör yardımcısı Sayın Yücel Oğurlu ve isimlerini zikredemediğim bütün Türkistan dostu kardeşlerimize Halkımız adına minnet ve Şükranlarımızı sunuyoruz.
En kısa zamanda bütün muhabirlerimizin Türk vatandaşlığına alınması, Kanaat Önderimiz VE aksakalımız Abdülkadir YAPÇAN Hocanın evine ve Halkına dönmesini temenni ederiz.
TÜRKİSTAN-DER başkanı
BURHAN KAVUNCU

Otomatik alternatif metin yok.



































































Devami
Burhan Kavuncu, FAALİYETLER

Yazı gezinmesi

Daha eski yazılar

DUYURULAR

TÜRKİSTANLI MUHACİRLERE YARDIM ÇAĞRISI

Mübarek Ramazan ayına has RAHMET BEREKET VE MAĞFIRET ile hemhal olalım.

 

Facebook

Facebook

REHBER

ÖZBEKÇE TÜRKÇE RUSÇA

İletişim

  • Cibali Mahallesi
    Salihpaşa Caddesi 2/4 Unkapanı
    Fatih/İstanbul/Türkiye

Address

Telefon +90 212 523 23 80 cep fax +90 212 523 23 80

Son Yazılar

  • TÜRKİSTANDER Olağanüstü Genel Kurul toplantısı
  • GÖÇ İDARESİ’NİN ZORLA GERİ GÖNDERDİĞİ GÖÇMENLERİ İŞKENCE VE ÖLÜM BEKLİYOR!
  • Özbekistan: 2023’te en çok konulan isimler
  • Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor -4
  • Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor-3

FAALİYETLER

TÜRKİSTANLI MUHACİRLERE YARDIM ÇAĞRISI

Anavatan Türkistan’dan (Özbekistan, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan,...

“Canımızla, kanımızla Bir’iz!”

TÜRKİSTANLILAR KAN BAĞIŞINDA Türkiye’de yaşayan Türkistanlı muhacirler Kızılay’a...

TÜRKİSTANDER Enver Paşa’yı andı

TÜRKİSTANDER üyeleri ve gönüllüleri, şehadetinin 95. yılında Enver...

DUYURULAR

TÜRKİSTANDER Olağanüstü Genel Kurul toplantısı

Önümüzdeki 24.11.2024 Pazar günü saat 14.00’te Kayabaşı Mah...

GÖÇ İDARESİ’NİN ZORLA GERİ GÖNDERDİĞİ GÖÇMENLERİ İŞKENCE VE ÖLÜM BEKLİYOR!

TÜRKİSTANDER Başkanı Burhan Kavuncu, son günlerde “zorla sınırdışı...

TÜRKİSTANLI MUHACİRLERE YARDIM ÇAĞRISI

Anavatan Türkistan’dan (Özbekistan, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan,...

KATEGORILER

Yandex.Metrica

© TURKİSTANDER 2023