Dr. Namoz Normuminning radio suhbatları

Birinchi Suhbat:

Musulmanlar Fuqarolık jamiyatlarını shakllantırıshları lozim. Ushbu suhbatnı tınglang:

Намоз Нормўмин; «Мусулмонлар фуқаролик жамиятларини шакллантиришлари лозим»

İkkınchı Suhbat: Mısır saylovlarıga Munosabat: Ushbu suhbatnı tınglang:

Намоз Нормўмин Мисрда ўтаётган сайловларга муносабат

3. Suhbat:

Намоз Нормўмин; » Каримов Ўзбекистон мустақиллиги учун эмас ўзининг хавфсизлиги учун қайғуради»

Devami

Türkistanlık Kardeşlerime İttifak Çağrısı

Bismillahir Rahmanir Rahim

Kardeşlerim!

150 senelik Rus işgali ve 500 senelik cehalet,  hurafe ve bir birimize düşmen olma döneminden sonra bugün Türkistanlılar için İttifak olma imkanı açılmıştır. Bunun için önce Allah’a şükür etmeliyiz. Sonra biz böyle İttifaka mahkûm olduğumuzu anlamalıyız. Zira vatanımız Türkistan doğudan Çin, kuzeyden Rusya ve güneyden İran ile kuşatılmıştır. Tarihe baktığımızda böyle kuşatma bizi ümmetimizin önemli merkezlerinden ayrı bıraktığını görmekteyiz. Onun için ne Emeviler, ne Abbasiler, ne de Osmanlılar bize gerçek manada sahip çıkmamışlardır…

Bugün yine Türkistan yalnız, yine kendi aramızda anlaşmazlıklar, hatta düşmanlıklar mevcut… Tarihte üç mahalli hanlığa bölünen Türkistan topraklarında bugün kendi aralarında tam işbirliği yapamayan sözde beş bağımsız devletimiz bir de Çın zulmünden kan ağlayan Doğu Türkistan var…

Kardeşlerim!

Türkistan İslam ülkesidir ve bu tartışılmaz bir gerçektir.  Dolaysıyla bizim İttifakımız yine İslam’a, yani dinimizi doğru öğrenmeye, ona doğru inanmaya ve doğru uygulamaya dayanmalıdır. İslam akide olarak tevhidi, farz ibadetleri yerine getirmeyi,  siyaset olarak Allah’ın hükümlerini esas alarak işleri Şura ile yürütmeyi, Müslümanların yöneticilerini bu şuralarda seçmelerini, birey ve toplum olarak adaletli olmayı, ekonomi olarak helal kazancı, faiz ve yolsuzlukların yasaklanmasını, hukuk olarak insanın dini, canı, aklı, malı, nesli ve şerefinin dokunulmazlığını, eğitim olarak dini ve pozitif ilimlerin öğretilmesini öngörür. Yine İslam dini aileyi korur ve insanları iyi ahlaklı olmaya teşvik eder.

İşte bunlar bizim İttifakımızın esaslarıdır. Müslümanlar arasında var olan çeşitli ihtilaflar bizi bir birimizden ayırmamalı ve bir birimize düşürmemelidir. Bugün kavga günü değil, kardeşlik ve dayanışma günüdür. Ancak bu kardeşlik ve dayanışma nasıl gerçekleşir?

Önce her birimiz davamızın esaslarını öğrenmeliyiz ve başkaları bu davaya davet etmeliyiz. Çünkü Kuran’da “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”  denilmektedir. (Zümer süresi 9). Davamızın esasları sitemizde yayınlanmıştır. (Bkz: https://turkistanlilar.com/p1035/)

Meclis (toplantı) kültürünü öğrenelim

Biz Türkistanlılar için bu hayatı önem taşıyan konudur. Çünkü biz kendi aramızda konuşarak ve çeşitli görüşleri tartışarak birlik ve beraberlik olmayı başaramıyoruz. Oysa dünyada gelişmiş ülkelerde insanlar böyle toplantı kültürüne sahip oldukları için başaralı olmaktadırlar. Hepimiz Müslüman kardeşleriz ve hepimiz Türkistanlılar olduğumuzu esas alarak biz toplantı kültürüne sahip olabiliriz.

Şu unutulmamalı ki Müslümanlar arasında çeşitli görüşler ve ihtilaflar her zaman var olmuştur. Mesele bu ihtilaflara rağmen ittifakı koruma meselesidir. Eğer biz gerçek manada müminler isek bunu başarmaya mahkûm olduğumuzu anlamalıyız, diye düşünüyorum.

Sonra kendi aramızda çeşitli konularda işbirliğini yola koymalıyız. Böyle işbirliği ilmi, sosyal, hukuki, kültürel ve ticari konularda olmalıdır. Bu da bizim kardeşliğimizi artırır, Türkistanlıklar olarak vatanımızı özgür, güçlü ve ittifak halında görme gayemize bizi yakınlaştırır.

Allah (cc) yardımcımız olsun!

Dr. Namaz Normumin Muhammed

UTD-Der Başkan Yardımcısı

25.01.2014

 

 

Devami

Türkistan ayrılık pençesinde

Kokand Hnlğda Rus Askerler

Kokand’da Rus askerleri

 

09.01.2014 -Türkistan benim gözümde Muhammed (sav) ümmetinin kuzey vatanıdır. Yani Türkistan ilim, iman ve marifetin vatanıdır. İmam Buharı ve Tirmizi’nin Türkistan evlatları olması sözlerimin kanıtıdır. Ancak tarihte var olan Emevi, Abbasi ve Osmanlı devletlerinin hiç biri Türkistan’a tam manasıyla sahip çıkmadığı gibi, bu vatanın kendisi de tarihte toparlanıp ümmet hazinesinde bir cevher olamamıştır. İşte Türkistan böyle bir garip vatandır…

Günümüzde biz Türkistanlılar İslam ümmetinin merkezdeki (Orta Doğu bölgesindeki) zayıflığı ve dağılmışlığı ile teskin olamayız. Yani bölünen ve ezilen sadece Türkistan değildir diye kendimizi avutamayız. Çünkü bireyler ve topluluklar kendilerini ıslah etmedikçe Allah (cc) ümmetimizi ıslah etmeyecektir…

Sovyetler Birliğinin dağılması biz Türkistanlılar için yeni umutları doğurmuştur. En azından kendimizi tanımak ve durumumuzu değerlendirmek için imkân elde ettik. Zira asırlardır Türkistan hakkında onun evlatları değil, onu istila edenler konuşmuşlardır. Yani Türkistan’in ne olduğunu onun düşmanları tarif ve tayın etmeye çalışmışlardır.

Türkistan hiç şüphesiz İslam’ın vatanıdır. Atalarımız gibi bugün de Türkistanlılar kendilerini Müslüman olarak tanımlarlar. Bağımsızlıktan sonraki dönem de Türkistan’ın yeni devletleri Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da İslam dini ciddi gelişme göstermektedir. Örneğin, Sovyetler döneminde sayısı yüzü geçmeyen mescit ve camiler sayısı bugün on bine ulaşmıştır…

Evet, Türkistan tarihte Kokand, Buhara ve Hive hanlıkları tarafından temsil edildiği gibi bugün beş devlete ayrılmıştır. Yani, ayrılık Türkistan’ın ana özelliği olmayı hale devam ettirmektedir. Peki, bu derdin hiç davası yok mudur?

Allah (cc) bir dert vermişse elbette şifasını da verir. Türkistan’ın dertlerinin devası her zaman olduğu gibi bugün de faydalı ilim, sahih iman, Müslüman halk evlatlarının kardeşliği, güçlü ekonomi ve akıllı siyasettir. Globalleşen bugünkü dünyamızda Türkistan kendi kendine yetmeyebilir, ama öncelikli vazifemiz yinede kendi aramızdaki sorunları yukarıda saydığım “ilaçlar” ile çözmektir.

İslam ümmetinin kalan topraklarında olduğu gibi günümüzde Türkistan Müslümanları da çeşitli gruplara ayrılmıştır. Kimi selefi, kimi hizipçi (Hizbüt Tahrir), kimi de tebliğci olmuştur. Üzerinden Sovyet kimliğini atamayan mahalli devlet yöneticileri ise böyle gelişmeden panikleyerek, (birde dünyada moda olan İslam fobisine uyarak) Müslümanlara karşı şiddet politikasını uygulamaktadırlar.

Sovyetlerden sonraki dönemde ekonomisi şoka olan, dünya değişse bile biz değişmeyiz diyen politikacıların zorbalığı devam eden, jeopolitik açıdan birleşmeye mahkûm olsa bile bunu başaramayan Türkistan halkları ve devletleri günümüzde çetin dini, politik, ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuşmaktadırlar. Bu vatanın göz bebeği olan Aral gölü Sovyetlerin pamuk politikası neticesinde kurumuş, çöl olmuş, ahali açlık ve sefalet içinde kıvranmakta, milyonlarca insanlarımız çareyi Türkistan’dan kaçmakta bulmuşlardır…

İşte Türkistan günümüzde böyle bir vatandır..

Günümüzde Türkistan bir devlet değildir. Bugünkü jeopolitik ve başka nedenlerden dolayı Türkistan’in bir devlet olması da önemli değildir. Önemli olan Türkistan halkları ve devletlerinin bütün konularda işbirliğini yola koymasıdır. Öncelikle devletlerimiz arasındaki sınırların, halklarımız arasında insani ve ticari yolların açılmasıdır. Devlet yöneticilerinin birbirlerine yakınlık göstermesi, dış siyasette işbirliği yapmaları da çok önemlidir.

Bizi umutlandıran Doğu Türkistan hariç mahalli devletlerimizin günümüzde bağımsız olmalarıdır. Komşularımızın  yeni  Avrasya (eski Sovyetler Birliği) ve Şanghay işbirliği gibi projeleri tarihi geriye çevirme girişimleri gibi görünse bile, artık taş yerinden oynamış ve Türkistan gemisi yüzmeye başlamıştır. Bize düşen yüz yıllardır kapalı olan yolun açıldığını anlamak ve bu yolda emin adımlarla yürümektir…

Dr. Namaz N. Muhammed

UTD-Der Başkan Yardımcısı

 

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (7)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

YEDİNCİ YAZI

KURTULUŞ REÇETESİ

YAZININ ÖZETİ

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Orta Asya’da son yıllarda İslam’ın gittikçe yayıldığına şahit olmaktayız. Evet, Müslümanlar dinlerinin iyi bilmemekteler, onu uygulamakta birlik ve beraberlik içinde değiller. Ancak şu var ki bütün dünya da olduğu gibi İslam bu bölge halklarının gündemine esaslı olarak yerleşmiştir. Çünkü denildiği gibi Orta Asya toprakları ve halkları İslam’la dünyaya tanınmış ve ancak ve ancak yine İslam’la yeniden ayağa kalkacaklardır. Bu öncelikle tevhid bayrağına sımsıkı sarılmakla gerçekleşir. İslam dini bölgedeki cahiliyet nazariyeleri ve uygulamalarını, bidat ve hurafeleri, kabile düşmanlıklarını ortadan kaldıracak tek çaredir

Bugün Doğu Türkistan halkı Çin diktatörlüğü tarafından insanlık dışı muamele görmektedir. Batı Türkistan’da ise yerli zalimler kendi insanlarına yapmadıklarını bırakmamaktadırlar. Oysa buralar yaklaşık 6 milyon km2 ye yakın dünyanın en zengin ve verimli topraklarıdır. Bölgede insan fıtratına uygun, gelişmiş ve madeni bir toplumun oluşması için bütün şartlar, yani doğal kaynaklar ve insan gücü mevcuttur. Başka sözle denildiğinde Orta Asya ilim, iman, irfan, maddi ve manevi gelişmenin merkezi olabilmesi için bütün gereken şartlara sahiptir.

Tarihte olduğu gibi bu bölgenin kaderini belirleyecek olan ana unsur İslam dini faktörüdür. Bölge halkları hayatının bütün yönleri İslam dini ile ilişkilidir. İnsanlar Allah’ın adıyla nikâh kıydırarak evlenmekteler. Yeni doğan çocuklarına İslam’a uygun isim vermekteler. Yemeklerinde helal ve harama dikkat etmeye özen göstermektedirler. Merhumları için cenaze namazı kılmaktadırlar. Yani bir asırlık dış ve iç kaynaklı esarete rağmen insanlar Allah’ın yolundan tamamen vazgeçmiş değiller. Orta Asya halkları faşizm ve komünizm gibi insanlık dışı rejimlerle bizatihi karşı karşıya gelmişler ve böyle zalim düzenlerin bir daha denenmesi bu bölgede söz konusu değildir.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bölgeyi yönetenler demokrasi adına iş görmeye çalışmaktadırlar. Gerçek hayatta ise demokrasi yerli diktatörlerin yobaz uygulamaları neticesinde lafta kaldığı gibi mahalli halk nezdinde de hiçbir değere sahip değildir. Demokrasi deneyimi Tacikistan’da iç savaşla sonuçlanmıştır. Türkmenistan’da böyle bir deneme söz konusu bile olmamıştır. Özbekistan’da bağımsızlık sonrası kısa süre halka tanınan hak ve hukuklar geri alındı ve memlekette çağımızın en acımasız zülüm rejimlerinden biri ortaya çıktı. Memleketlerini terk etmek mecburiyetinde kalan demokrasi yanlıları ise birlikte hareket etmek yerine olan bitenlerde birbirlerini suçlamakla vakit geçirmekteler.  Kazakistan’ın demokrasi deneyimi ancak piyasa ekonomisi vahşetine ve fuhşun yayılmasına neden oldu. Kırgızistan bağımsızlık kazandıktan sonraki 10-15 yılda demokrasi adası olarak nitelik kazanmıştı. Ancak bu devletin birinci Cumhurbaşkanı Asker Akaev turuncu devrim sonucu görevini bıraktıktan sonra “demokrasi adasının” gerçek yüzü de ortaya çıkmış oldu. Yıllar devamında bu memlekette övgü ile savunulan demokrasi deneyimi gerçekte kabile taassubunu kendinde barındırdığı Kırgızistan güneyinde yaşanan son vahşetlerle kanıtlandı. 2010 yılın yaz aylarında Öş ve Celalabad şehirlerinde yerli yöneticilerin desteğini alan Kırgız kalabalıklar memlekette azınlıkta olan Özbek asıllı insanları katliama maruz bıraktılar. Binlerce insanlar öldürüldü, genç kızlara tecavüz edildi ve insanların evleri ve iş yerleri ateşe verildi. Bunları gördükten sonra hele demokrasi lafını ağızlarında dolaştırmaya devam edenlere size yazıklar olsun demekten kendimi alıkoyamıyorum…

Bölgedeki genel durumu değerlendirirken iç oluşumlar kadar dış faktörlerin önemini de vurgulamak gerekmektedir. Yukarıda denildiği gibi Rusya bölgede kendi çıkarlarından vazgeçmiş değildir. Çin ise Orta Asya’daki yeni devletlerin zayıflıklarını kendi lehine çevirmek ve bölgede iç pazarı ele geçirmek peşindedir. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri Orta Asya’nın yeni devletlerini Afganistan savaşında kullanabilecekleri bir araç olarak görmektedirler. Göründüğü gibi sözde demokrasi ve insan haklarından yana olanlar buralarda da insanlar yaşadıklarını görmezden gelmekteler. Bu “süper güçler” kendi halklarını akıllı insanlar, kalanları ise yarı vahşi yaratılıklar olarak gördüklerini yeryüzünün her bölgesinde uyguladıkları politikaları ile göstermekteler. Allah’ın izni ile çok yakın zamanlarda bu süper gericilere Müslümanların insanlık dersi verecekleri günler yakındır…

Orta Asya’daki siyasi durumu Afganistan’da otuz yıldan fazla devam eden savaşlar doğal olarak etkilemektedir. Afganistanlı Müslüman kardeşlerimizim Sovyetler birliği ve ABD önderliğindeki batılı zorba devletlere karşı yürüttükleri mücadele takdire şayandır. Ancak şu var ki ilim ve marifeti esas almayan hiçbir mücadelede kesin zaferden söz etmek mümkün değildir.

Bölgede Türkiye’nin ve başka İslam ülkelerinin çabaları maalesef yeterli değildir. Gerçi Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi önemli bir deneyim olsa da esas yatırım bölge halkı içinde sağlam inançlı ve yetenekli insanlar yetiştirmekten ibaret olmalıdır. Bu konuda çaba gösteren çeşitli İslami kurumların zaafı onların bölgeye gelmeden önce kendi aralarında birlik ve beraberliği sağlayamamalarıdır. Bu konuda şu anekdot oldukça önemlidir: Orta Asya cumhuriyetlerinden birine gelen Türkiyeli Müslümanlar yerli kardeşlerine şu soruyu sorarlar: Bizden hangi cemaati daha çok beğendiniz?  Cevap ilginç olduğu kadar çok da manidardır: Siz en iyisi memleketinize gidin ve kendi aranızda anlaştıktan sonra bir cemaat halinde bizim yanımıza geri dönün. Burada Türkiyeli kardeşlerimizin çıkaracağı ciddi sonuçlar var diye düşünüyorum. Çünkü günümüzde tarihte olduğu gibi dünyanın dikkati yine Anadolu Müslümanlarının üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Ne var ki dışarıda memleketin önemi arttığı kadar içeride Müslümanların pervasızlığı ve vurdumduymazlığı artmaktadır. Memleket yönetiminde tavan güçlendikçe iman açısından taban giderek zayıflamaktadır. Dünyanın çeşitli köşelerinde Müslümanlar kan ağlarken Türkiye’de bazı kardeşlerimiz israf ve lüksü bayrak edinmekteler. Bu yetmediği gibi çeşitli cemaatler İslam’ı kullanarak aslında kendi gruplarının çıkarları için at koşturmaktan geri durmamaktadırlar. Benim burada diyeceğim şudur: Ey Türkiyeli kardeşlerim! Aklınızı başınıza alın. Tevhidi bayrak edinin ve zaman kaybetmeden bu bayrağın altında toplanın. Yoksa bu zaman ve imkân israfından dolayı başınıza bir belanın gelmesini mi beklemektesiniz?

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Orta Asya’da son yıllarda İslam’ın gittikçe yayıldığına şahit olmaktayız. Evet, Müslümanlar dinlerinin iyi bilmemekteler, onu uygulamakta birlik ve beraberlik içinde değiller. Ancak şu var ki bütün dünya da olduğu gibi İslam bu bölge halklarının gündemine esaslı olarak yerleşmiştir. Çünkü denildiği gibi Orta Asya toprakları ve halkları İslam’la dünyaya tanınmış ve ancak ve ancak yine İslam’la yeniden ayağa kalkacaklardır. Bu öncelikle tevhid bayrağına sımsıkı sarılmakla gerçekleşir. İslam dini bölgedeki cahiliyet nazariyeleri ve uygulamalarını, bidat ve hurafeleri, kabile düşmanlıklarını ortadan kaldıracak tek çaredir. Yani bölgede istenen bazılarına göre ruhbanlığı, bazılarına göre ise ailevi krallıkları esas alan erozyonlu İslam anlayışı değildir. İnsanların arzu ettikleri bilinçli ve sorumluluk üstlenen Müslümanların sivil toplumunun ortaya çıkmasıdır. Tevhidi temel alan böyle düzen demokrasilerden farklı şekilde olsa bile yönetimin seçimini ve denetlenmesini, fikir ve ifade özgürlüğünü, din ve inanç hürriyetini, insan haklarının korunmasını temin etmelidir. Zalimler istemese de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır.

Bitti.

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

DÖRDÜNCÜ YAZI:https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-4/

BEŞİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-5-2/

ALTINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-5-3/

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (6)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

ALTINCI YAZI

RUSYA’NIN ÇIKMAZLARI

YAZININ ÖZETİ

Sovyetler Birliğinin dağılması ile Rus emperyalizminin maskesi da düşmüş oldu. Bu Mikhail Gorboçov’un meşhur Perestroyka (yeniden oluşum) siyasete neticende gerçekleşti. “Gorbi” bu yeni oluşumu fikir özgürlüğü (“Glasnost”) üzerine inşa etmek istemişti. Ancak böyle özgürlüğün köle edilmiş milletleri bağımsızlığa iteceğini elbette ki o tahmin edemezdi. Yani Sovyet rejiminin yeniden oluşumu imkânsızdı. Gorboçov’un fikir özgürlüğünü temel alan bu siyasetini son yüz yıllarda Rusya adına gerçekleştirilen en önemli müspet girişim olarak nitelemek mümkündür. Gerçi “Gorbi” Perestroyka ne anlama geldiğini kendisi bile anlamamış ve kimseye anlatamamıştı. Ancak bu fikir özgürlüğünün mazlum halklar bağımsızlığı ile sonuçlanması gerçekten muhteşemdi.  Bu manada Mikhail Gorboçov meşhur yazar ve aydın Tolstoy’dan sonra Rusların tarihlerinde övünebilecekleri sayılı kişilerden biridir.

Aral gölünün yok olmasının ana nedeni Rusya’nın beğendiği ve başka halklara zorla kabul ettirdiği komünist rejimin getirdikleridir. Rusların böyle insanlık düşmanı rejimi beğenmelerinin nedeni eski zamanlardan bu halkın kendi kimliğini belirlemekte yaşadığı çelişkilerdir. Bilindiği gibi Rusya ayılar ülkesidir. Birileri kurtları remiz, sembol edindiği gibi ayılar da Rusların sembolü haline gelmiştir. Sovyetler dağıldıktan sonra ayı Rusya’nın milli sembolü haline getirilmek istenmiş ancak Rusya Parlamentosu bunu kabul etmemişti. Şu anda memleketi yöneten “Birleşik Rusya” (Edinaya Rasia) partisinin bayrağında iri bir ayının resmi bulunmaktadır. Rusya’da son yıllarda yönetimi elinde bulunduran Vladimir Putin bu partinin temsilcisidir. Ancak ayının sembol olması sadece görünümdedir. Çünkü hakikatte Ruslar millet ve devlet olarak ciddi kimlik sorunu yaşamaktalar. Rusya’da son günlerde etnik milliyetçiliğe, daha doğrusu ırkçılığa dayanan ve insanların ölümü ile sonuçlanan olaylar yaşandı. Çok milletli ve kültürlü olan bu memlekette yaşanan bu tur olaylar yenilik sayılamaz.  Ruslar her zaman olduğu gibi millet ve devlet olarak büyüklük taslamaya devam etmektedirler. Ancak büyük olmanın gururunu yaşayamadıkları gibi, büyülük iddialarının içini de bir turlu dolduramıyorlar. Eski zamanlarda Kafkas bölgesini ele geçirdiklerinde esir aldıkları topraklara Vladıkafkas, yani Kafkas’ı sahiplenenler ismini vermişlerdi. Aynı mantığı Vladıvostok yani doğuyu sahiplen isminde de görmek mümkündür.  Rusların problemi kendi kimlik problemlerini bir tarafa bırakarak başkalarına ait olan yerleri ele geçirmek değil, sahiplendikleri yerlerde ne yapacaklarını şaşırmalarındadır. Daha derinliklere bakıldığında bu milletin kendi bünyesinde yol bulamamak gibi bir problemin varlığını görmek mümkündür. 19 yüz yılda kendilerine Çarlığı, yani krallığı uygun bulmayan Rus halkı, Marks ve Engelsin safsatalarını kural edinerek Bolşevik inkılâbını gerçekleştirdi. Bu inkılâbın şiarı bütün dünya proleterlerini (işçi ve köylüleri )birleştirmekten ibaretti. On milyonlarca insanin canına mal olan bu inkılâbın “bütün dünya proleterleri bizi af edin” şiarı ile sonuçlandığı malumdur.

Böyle yol kaybının dehşetli sonuçlarına eski Sovyetler Birliğini oluşturan bütün milletler katlanmak mecburiyetinde kaldılar. Büyük Rus abi, küçük kardeşleri sayılan Kafkas ve Orta Asıya halklarını maddi ve manevi yönden âdete delirmiş ayı gibi ezdi ve onları her yönden perişan etti. Bu küçük milletlerin dinleri tahrip edildi, kullandıkları harfler Rus (Kiril) alfabesine değiştirildi ya da esas yazı olarak kabul ettirildi. Rus olmayanların tarihi ile Rusya’nın tarihi birleştirildi ve bu şekilde “kardeş” tarih oluşturuldu. Kırım ve Misketi Türkleri, Çeçen ve İnguş halkları kendi topraklarından sürüldüler ve Orta Asya hududuna zorla yerleştirildiler. Sovyetlerin en korkunç uygulaması idare ettikleri insanları Kolhoz ve Sovhoz adını verdikleri devlet çiftliklerinde köle olarak çalıştırmaktan ibaretti. Bunu kendi din ve kültürlerini kaybeden milletleri top yekûn esir alma politikasının korkunç sonucu diye değerlendirmek mümkündür. Böyle esirlik neticesinde mesela Özbekistan Sovyetlerin pamuk üretim merkezine dönüştü. Neticede Orta Asya’ya doğallık sağlayan Aral gölü suları geri çekildi ve bu göl tarihte emseli görülmemiş zehirli atıklar çöplüğü haline geldi. Bunun nedeni Komünist yönetimin susuz kalan göl dibini zehirli biyolojik ve kimyasal atıklar ile doldurması idi. Neticede Özbeklerin beşte biri, yani yaklaşık dört milyon insan karaciğer çürümesi olan hepatit hastalığına yakalandı.

Sovyetler Birliğinin dağılması ile Rus emperyalizminin maskesi da düşmüş oldu. Bu Mikhail Gorboçov’un meşhur Perestroyka (yeniden oluşum) siyasete neticende gerçekleşti. “Gorbi” bu yeni oluşumu fikir özgürlüğü (“Glasnost”) üzerine inşa etmek istemişti. Ancak böyle özgürlüğün köle edilmiş milletleri bağımsızlığa iteceğini elbette ki o tahmin edemezdi. Yani Sovyet rejiminin yeniden oluşumu imkânsızdı. Gorboçov’un fikir özgürlüğünü temel alan bu siyasetini son yüz yıllarda Rusya adına gerçekleştirilen en önemli müspet girişim olarak nitelemek mümkündür. Gerçi “Gorbi”  Perestroyka ne anlama geldiğini kendisi bile anlamamış ve kimseye anlatamamıştı. Ancak bu fikir özgürlüğünün mazlum halklar bağımsızlığı ile sonuçlanması gerçekten muhteşemdi.  Bu manada Mikhail Gorboçov meşhur yazar ve aydın Tolstoy’dan sonra Rusların tarihlerinde övünebilecekleri sayılı kişilerden biridir. Aynı zamanda Gorboçov’un ortaya çıkmasını Rus halkının mesela batılı milletler gibi tamamen insanlık fıtratlarını yitirmediklerine de delil olarak gösterilebiliriz. Ruslar arasında az da olsa vicdanlı insanların varlığı da bundan dolayıdır. Ancak Rusların millet olarak problemleri kendilerini tanımlamada zorluk çekmeleri, aile hayatlarının ve ahlaki yapılarının olmaması, dinsizlik, zalimlik ve aşırı derecede alkol ve kumar bağımlısı olmalarıdır. Zira bir kişinin kendini alkole vermesinin nedeni kimlik probleminden kaynaklandığı bir gerçektir…

Bu açıdan Gorboçov yerine sarhoş Boris Yeltsin’in iktidara gelmesini doğal bir sonuçtur. Yeltsin sadece alkolden dolayı sarhoş değildi. Onun yaklaşık on yıllık iktidar dönemine bakıldığında bir turlu kendi siyasetini ortaya koyamadığı görünür. Bu yıllarda Yeltsin Rusya’yı iri ama korkunç “ayı” politikası ile yönetti. Zira bu dönemde memlekette neler olup bittiğine kimse bilemedi. Daha doğrusu bu kimsenin umurunda bile değildi. Sözde memlekette piyasa ekonomisi gerçekleştirildi. Devlete ait olan bazı iş yerleri özelleştirilmek istendi. Araya para hırsı ve Rus halkının bir turlu tedavi edemediği rüşvet girince böyle ekonomik politika iflasla sonuçlandı. Medya özgürlüğü fuhşu daha da yaygınlaştırdı. İçki zaten halk arasında yaygındı. İşte Yeltsin bu şartlar içinde karaciğer yetmezliğinden öldü.

Boris Yeltsin’in aklına başına alıp gerçekleştirdiği tek siyasi karar bağımsızlıktan yana olan Çeçen halkı ile anlaşmaya gitmesi idi. Ancak kendine varis olarak eski KGB ajanı olan Putin i seçmesi ile Yeltsin tarihe sarhoş ayı olarak karıştı gitti…

Vladimir Putin i siyasi sarhoşlukta ayıplamak haksızlık olurdu. O aklı başında olan, ama aynı zamanda acımasız ve zorba bir liderdir. Putin iktidara gelir gelmez hile yaparak ikinci Çeçen savaşını başlattı ve bu halka karşı tarihte görülmemiş zülüm siyaseti uyguladı. Bu savaşta öldürülen çocukların sayısı kırk bini aşmıştır. Yüz binlere varan ölü sayısını yine bu kadar kaçak insanlar izlemektedir. Rusya’nın şimdiki yönetimi kendi halkının problemleri ile uğraşmak yerine eski küçük kardeşlerini sindirmeye yönelik politikalar üretmektedir. Bunu Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna ile olan ilişkilinde olduğu gibi, Orta Asya Devletlerine karşı yürütülen politikalarda da görmek mümkündür. Örneğin, Kırgızistan’da yaşanan son Özbek katliamında Rusların parmağı yok demek basiretsizlik olurdu.

Rusya nüfuzunun beşte birini Müslümanlar oluşturmaktadır. Bundan dolayı Rusya İslam Birliği teşkilatına gözlemci olarak katılmaktadır. Rusya şu anda İslam’ın en yaygın şekilde kabul edildiği ülkelerden biridir. Ahlaki çöküntü, alkol ile ilgili problemler, ailelerde boşanma oranın yüksekliği, rüşvetin yaygınlığı Rusya’da insanlarının İslam’ı kabul etmelerinde önemli rol oynamaktadır. Bu problemleri ancak İslam dininin çözeceğini dikkate alarak Rus hükümeti İslam ve Müslümanlarla barışık bir politika izleyebilirdi. Ancak gerçekte bu böyle değildir. Memleket başkenti Moskova’da sadece üç caminin bulunması ve yeni camiler yapımının yetkililer tarafından engellenmesi buna delil olarak gösterilebilir.

Günümüzde Rusya yeniden büyümenin peşindedir. Ama Rus halkı kendi içinde küçülmeye devam etmektedir. Son veriler Rusya halkının gittikçe sayı olarak azalmakta olduğunu göstermektedir. Denilenlerden şu neticeye varmak mümkündür. Ruslara yönetilen siz aslında kimsiniz sorusuna onların derhal cevap vermeleri mümkün değildir. Ancak onların yüzlerini batıya çevirerek zehirli yılan olmaktansa akılsız ayı olmak daha iyidir demeleri hata sayılmasa gerek…           (Devam edecek…)

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

DÖRDÜNCÜ YAZI:https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-4/

BEŞİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-5-2/

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (5)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

BEŞİNCİ YAZI

ORTA ASYADA YENI “ÇIN” SETİ

YAZININ ÖZETİ

Dolayısıyla Sovyetlerin bölgeyi 5 özerk cumhuriyete bölmesinden daha doğal bir şey olamazdı. Ancak komünist Moskova bununla yetinmemiştir. Onlar işe milli aydınları yok etmekten ve İslam dinini öğrenmede esas olan Arap harflerini Slavlar için umumi olan Kiril harflerine değiştirmekle başladılar. Bunun yanına mecburi kolektif olma siyaseti eklediler ve yönetimde olduğu 70 sene içinde bölgeye yabancı olan Sovyet tipi insan yaratmayı nerde ise başardılar. Bu insan tipine sonradan unlu Kırgız yazar Çengiz Aytmatov tarafından mankurt ismi verilecektir. Bu tip insanların ortak özellikleri tarihlerini unutmak, bugün içinde bulundukları halden habersiz olmak ve yarın için düşüncelerinin olmamasıdır.

Halklar arasını bölen çeşitle duvarlar ya da setler mevcuttur. Bunlara örnek olarak yakın tarihte doğu ve batı blokları arasındaki Berlin utanç duvarını, İsrail’in Gazze halkına karşı inşa ettiği zülüm duvarını ve meşhur Çin setini gösterebiliriz.

Bilindiği gibi meşhur Çin seti Çinlilerın Orta Asya’dan gelen düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için yaptıkları, yaklaşık 4 bin kilometrelik bir duvardır. Bu duvar bir zamanlar Orta Asya’da yaşayan halkın ne kadar imkân ve güç sahibi olduğuna da bir delildir. Ama günümüzde durum farklıdır. Orta Asya Cumhuriyetleri, yani Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan ve bunlarla beraber Doğu Türkistan’da yaşayan soydaş milletler yüz yıllardır arkası kesilmeyen bir gerileme sürecini yaşamaktadırlar. Doğu Türkistan hariç Orta Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri günümüzde bağımsızdırlar. Ama bu bağımsızlık bu devletlerin (Türkmenistan dışında) Rusya ve Çinin önderlik ettikleri Şanghay güvenlik teşkilatına üye olması ile gölge altında kalmaya başladı. Bununla kendilerini kendi elleriyle eski “dostlarına” teslim etmiş oldular. Yoksa bu beş devletin kendi aralarında anlaşarak ortak bir siyaset oluşturmak imkânları var idi ve bu imkân hala mevcuttur. Gelin görün ki son gelen haberler bu istikamete begana (zıt, yabancı) şekildedir. Bu haberlere göre Özbekistan ve Kırgızistan sınırında bir duvar yapılması söz konusudur. Bu duvar sözde Özbekistan’ın istikrarı ve güvenini korumak için yapılmaktadır.

Özbekistan şüphesiz Orta Asya’nın kalbidir, merkezidir. Bu tarihi bir gerçek olduğu gibi, günümüzde de böyledir. Özbekistan’ın nüfuzu bölgede yaşayan insanların yarısına yakın bir kısmını oluşturur. Burası tarih de din, medeniyet ve siyaset dehalarının yaşadığı bir ülkedir. Ancak imam Buharı ve imam Tırmızı isimleri bu iddiaya delil olarak yeter.

Aynı zamanda bu bölgenin içindeki iki “bağımsız” devlet arasında güvenlik duvarı yapılması olağanüstü hal olarak de görülmemelidir. Orta Asya’da yaşayan millet ya da kavimlerin birlik beraberliğinden ne tarihte ne da günümüzde söz etmek oldukça güçtür. Mesele, Emir Timur zamanında böyle birlik söz konusu olabilir.  Ondan sonra Orta Asya’da merkezleşen bir devlet ortaya çıkmamıştır. Bunun yerine yerli hükümdarlar bir-birleri ile savaşmış, bu savaşlarda “galip” çıkanlar karşı tarafı acımasız cezalandırmıştır. Mesele, Özbek kolundan olan Şaybani han tarihte kendisinden daha parlak iz bırakan Babür Şahı yurdundan kovmuş ve Babür Şah bir daha memleketine dönememiş ve bunun yerine Hindistan’da dört yüz yıl sürecek Babüriler devletini inşa etmiştir…

Dolayısıyla Sovyetlerin bölgeyi 5 özerk cumhuriyete bölmesinden daha doğal bir şey olamazdı. Ancak komünist Moskova bununla yetinmemiştir. Onlar işe milli aydınları yok etmekten ve İslam dinini öğrenmede esas olan Arap harflerini Slavlar için umumi olan Kiril harflerine değiştirmekle başladılar. Bunun yanına mecburi kolektif olma siyaseti eklediler ve yönetimde olduğu 70 sene içinde bölgeye yabancı olan Sovyet tipi insan yaratmayı nerde ise başardılar. Bu insan tipine sonradan unlu Kırgız yazar Çengiz Aytmatov tarafından mankurt ismi verilecektir. Bu tip insanların ortak özellikleri tarihlerini unutmak, bugün içinde bulundukları halden habersiz olmak ve yarın için düşüncelerinin olmamasıdır. Yani Sovyet rejimi kendi insanlarının beyin ve kalpleri arasında bir “Çin” seti kurmayı başarmıştır.  İşte bölge günümüzde bu mankurt zihinli yöneticiler tarafından yönetilmektedir ve yeni “Çin” duvarı bu mankurt zemin üzerine kurulmak istenmektedir.

Orta Asya Cumhuriyetleri kendi aralarında iş birliği yaparak bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üretmeleri mümkün idi. Bölge halklarının ortak etnik yapısı, din ve dil ortaklığı, doğal kaynakların ve başka maddi imkânların yeterli olması, işçi gücünün ucuzluğu mevcüt sorunların çözümünü daha kolay hale getirebilirdi. Ancak bölgeni yöneten devlet başkanlarının kibri ve pervasızlığı neticesinde var olan imkânlar bile yok olmaya mahkûm edilmektedir. Neticede bölge halkları ve devletleri arasında gereksiz yere problemler yaşanmaktadır. Bu problemlerin sön örneği Tacikistan dağlarında inşa edilmesi planlanan Roğun elektrik santralidir. Yeterli derecede doğal gaz ve enerji kaynaklarına sahip olmayan Tacikistan bu santral yapıldıktan sonra bu alanda problemlerinin çözülebileceğini sanmaktadır. Ancak bu proje aynı zamanda Amu Derya sularının tamamen kesilmesi manasına da gelir. Yani bunun gerçekleşmesi Aral gölünün tamamen unutulmasına götürür. Şu unutulmamalı ki Orta Asya’da böyle saçma sapan projelerin ortaya konulması ve bölge halklarının birbirleri ile kavgaya sürüklenmesinin perde arkasında kötü niyetlerin olduğu bir gerçektir. Çünkü bölgenin devamlı olarak bıçak sırtında tutulması bir yandan yerli zalim yöneticilerin işlerini kolaylaştırdığı gibi burada çıkarları olan yabancı güçlerin de işine gelmektedir.

 

BÖLGEDE SOVYETLERDEN SONRAKI BAZI GELİŞMELER

 

Bu gelişmeleri yeni hükümdarların yaptıklarından anlatmaya başlayalım. Bölgenin mankurt yöneticileri Sovyet zamanında komünist parti polit burösu tarafından seçilmekte ve sıkı kontrol altında tutulmakta idiler. Sovyetler birliği dağıldıktan sonra bu hükümdarlar Moskova’dan bağımsızlık kazandılar ve gerçek bir kral makamına talip oldular. Hal şu dereceye ulaştı ki, Türkmenistan’ın birinci Cumhurbaşkanı olan Saparmurat Niyazov kendini peygamber ilan ederek, “Ruhname” adında bir kitap yazdı (yazdırdı?) ve bu kitabın Kuran-i Kerim ve İncil ile ayni derecede görülmesini kendi halkına emir etti…

Doğal olarak “hastalığın” en ciddisi bölgenin kalbi olan Özbekistan’da yaşanmaktadır. Bu devletin günümüzde kendi halkına uyguladığı zülüm tarihte hiç biz zaman görülmemiş ve hatta Rusların bütün bölge halkına yaptıkları zulmünü bile geçmiştir. Özbekistan’da devlet başkanı İslam Kerimov Stalin rejimini yeniden inşa ederek, bu ülkedeki dini ve siyasi muhalifleri ortadan kaldırmak için zülüm ve işkencenin bütün yöntemlerini kullanmaktadır.

Tacikistan’da bağımsızlıktan çok geçmeden iç savaş başlamıştır ve bu savaş sonunda “mankurtlar” düzeni ayakta kalmayı başarmıştır.

Kazakıstan ve Kirgizistanda bir kısım müspet gelişmeler görünse bile, bu devletlerdeki yöneticiler ve insanlar akidevi ve siyasi yönden gereken ilerlemeyi sağlayamamışlardır.

Bir de bölgede marifet konusunda yeni “Çin” seti ortaya çıkmıştır. Öyle ki Özbekistan ve Türkmenistan bağımsızlıktan sonra Latin yazısına geçmeye başlamış, kalan uç devlet ise Rus yazısını koruma kararı almıştır. Bu da zaten mankurt olan zihinleri kötüleştirmekten başka bir şey değildir…

Bölgedeki Müslümanların çabalarını ayrıca anlatmak isteriz. Günümüzde dini acıdan bölgede İslam ümmetinin bütün hastalıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum bölge Müslümanlarının cahiliyeti ve çeşitli fırkalara ayrılarak, kendi birlik beraberliği sağlayamamalarından kaynaklanmaktadır. Bölgede en etkili olanlar Hizbut-tahrir hareketi, tasavvuf ve tarikat üyeleri ve bir kısım cihat yanlılarıdır. En sondakiler Özbekistan İslami hareketi mensuplarıdır. Bu hareket üyelerinin Afganistan, Tacikistan ve Kırgızistan sınırlarını aşarak Özbekistan savunma güçleri ile yaptıkları çatışmalar bilinmektedir. Bundan yaklaşık bir sene önce Özbekistan ile Kırgızistan sinirindeki Hanabad ilçesinde yeni çatışmalar yaşanmıştır. Bu Özbekistan’ın Andican vilayetinde sivil halka karşı yaklaşık 3 sene önce yapılan katliamdan sonraki çatışmadır. Ama bu son çatışmada Özbekistan devlet milislerine saldıranların kimlikleri kesin değildir. Dolaysıyla fitne faktörü göz ardı edilmemelidir. Bu mankurt bir kafanın kendi bünyesini parçalayacak yeni bir “duvar” inşa etmesi manasına gelir.

Çin duvarının 4 bin kilometre uzunluğunda olduğunu soylamıştık.  Özbekistan ve Kırgisiztan arasında yeni inşa edilecek duvar 6 ya da en fazla 16 kilometre olacaktır. Aradaki fark bölgenin şu andaki akidevi, siyasi ve manevi durumunun de bir ölçüsü sayılabilir… (Devam edecek)

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

DÖRDÜNCÜ YAZI:https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-4/

 

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (4)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

DÖRDÜNCÜ YAZI

BAĞIMSIZLIK ÇİLELERİ

YAZININ ÖZETİ

Memleket yönetimi kendinin gösterişte olsa bile özgürlüklerden yana olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Bu şekilde 1991 yılın sonunda Özbekistan’da muhalefette olan ERK partisinin lideri Muhammed Salih’ın katıldığı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirildi. Seçimin favorisi memleket yönetimini ve bütün medya kurumlarını elinde bulunduran İslam Karimov idi. Buna rağmen seçim yarışının başa baş gittiği bir gerçekti. Onun için önce muhalefet adayının oyları yüzde kırk oranlarında açıklandı. Sonradan bu oran resmi olarak yüzde 12 yakın bir rakam olarak belirtildi. Bu seçime hile karıştığında kimsenin şüphesi yoktu.

Sovyetler Birliğinin dağılması insaniyet tarihine şaşırtıcı, yani sürpriz bir olay olarak geçmiştir. Hele Orta Asya halklarının bağımsızlığı bölgede yaşayan insanların rüyasına bile girmemiş denilse yanlış olmayacaktır. Çünkü bölgede komünist baskı son ana kadar devam ettiği gibi mahalli komünist yöneticiler Moskova onları geri çevirse bile kendi bağımsızlıklarını değil, Sovyetlerin varlığının korunması için çaba göstermişlerdir. Örneğin, Baltık Cumhuriyetlerinin ve başka halkların milletvekilleri son Sovyet parlamentosunun oturumlarına katılmayı reddederken, Orta Asya milletvekilleri parlamentonun boş koltuklarında olmayacak oturumu beklemekte idiler.

Gorboçov’un başlattığı “Perestroyka”  (yeniden oluşum) ve “Glasnost” (Açıklık, fikir özgürlüğü) siyaseti Baltıklarda, Kafkaslarda, Doğu Avrupa’da, hatta Rusya’nın kendi içinde geniş yankı bulurken Orta Asya cumhuriyetleri bu konuda derin uykuda idiler. Ancak Sovyetlerin dağılmasına doğru örneğin Özbekistan’da 1989 yılda ilk milli hareket olan “Birlik” ortaya çıkmıştır. Maalesef, bu hareket doğar doğmaz kendi içinde çelişkiler yaşamış ve sonradan parçalanmıştır. Tacikistan’da başlayan milli uyanma hareketi İslam taraftarları ve komünist hükümetin kavgasına dönüşmüş ve bu şekilde başlayan iç savaşta yüz binlerce insan öldürülmüştür.

Sovyetler Birliğinin dağılmasını istemeyen komünist rejim 1991 Mart ayında halk oylamasına gitti. Baltık Cumhuriyetleri Litvanya, Latvia ve Estonya halkları oylamaya katılmayı reddederken, Birliğin korunması için yüzde yüze yakın oy oranları Orta Asya bölgesinde görünmüştür. Ben bu olayların bizatihi şahidi olarak bunları yazıyorum. O zor dönemlerde Özbekistan’ın güneyinde vatanimizin bağımsızlığı için az olsa da gayret etmeye çalışıyorduk. ERK partisinin hazırladığı bağımsızlık broşürünü insanlara dağıttığımız için yerli komünist yöneticilerin çeşitli baskılarına maruz kalmıştık. Böyle durumlarda zalimlerin kullandığı yöntem düzen muhaliflerini çalıştıkları iş yerlerinden kovarak onları ve ailelerini aç bırakmaktan ibaretti. Çünkü bütün iş yerleri devletin kontrolünde olduğundan iş yerinden atılanların bunu yapanlara karşı koyacakları hiçbir şey yoktu.

Sovyetlerin gittikçe zayıfladığını gören aşırı komünist güçlerin buna karşı bir şeyler yapması gerekirdi. Nitekim Sovyetlerin üst askeri ve istihbarat (KGB) yetkilileri Gorboçov’un yardımcısı Yanaev başkanlığında bir cunta oluşturdular. Bu hain cunta ortaya çıkar çıkmaz Sovyetler Birliği hududunda iktidara el koyduğunu ilan etti. Cunta yönetimi Gorboçovu Kırım’da bir evde hapse attılar. Olay bütün dünyada geniş yankı bulurken, özgürlükten yana olan herkes cuntaya itaatsizlik bildirileri yayınladı. Ancak olay karşısında şok yaşayan Orta Asya Cumhuriyetlerinin komünist yöneticileri cuntaya destek çıkmada gecikmediler. Hatta mahalli rehberlerden birinin o tehlikeli günlerde “Bizim olağanüstü yönetimin (cuntanın) direktiflerini yerine getirmemize gerek yok. Çünkü bu sıkı direktifleri bizler önceden uygulamaktayız” dediğini asla unutamam. Komünist cunta o zamanlar Rusya yönetiminin başında olan Boris Yeltsin’nin girişimleri ile üç günde son buldu. Gorboçov özel uçakla Moskova’ya getirilirken Rusya, Ukrayna ve Belarus önderleri Minsk’da bir araya gelerek Sovyetler Birliğinin yerine Bağımsız Devletler Birliğinin tesis edildiğini ilan ettiler. Milli bağımsızlıktan yana olan bizler sevinçten gözyaşları dökmekte idik. Gorboçov durumu kurtarmak için gayret ediyordu. Bir de cuntayı destekleyenlerden intikam alınması söz konusu idi. İntikam alınacakların başında ise Orta Asya cumhuriyetlerinin liderlerinin olması şüphesizdi. İşte Gorboçov’un intikamından kurtulmak için bu liderler bir biri ardına kendi cumhuriyetlerinin bağımsızlığını ilan etmek mecburiyetinde kaldılar. Yani onlar bunu vatanlarını sevdikleri için değil, kendi canlarını kurtarmak için yaptılar…

Vatanımızın bağımsızlığından yana olan bizler sevinçten havada uçuyorduk. Artık bizim de öz vatanımız vardı. Artık milli değerleri yaşama koyma zamanı gelmişti. Olanlardan şokta olan komünist yönetim ne yapacağını şaşırmıştı. Ama yine de uyanık idiler. Artık komünizmin ömrünün bittiğini bildikleri için mensubu oldukları partinin adini Halk Demokratik Partisi olarak değiştirdiler. Bağımsızlığın çilesini bizler çektik ama bir anda eski komünist yeni halk demokratları kendilerini bağımsızlık kahramanları ilan ettiler. Bu arada bizlerin de omuzlarımıza dokunarak siz ne kadar haklı imişsiniz diyen eski komünist önderler de vardı. Bundan dolayı mesela Özbekistan’da rejim muhalifi olan ERK ve BİRLİK teşkilatlarına resmi faaliyette bulunma izni verilmişti. Hatta ERK partisinin gazetesi yüz bine kadar satıyordu. Memleketin güneyinde muhalefet yayını olan “Adalet” adında gazete piyasaya çıkmıştı…

Memleket yönetimi kendinin gösterişte olsa bile özgürlüklerden yana olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Bu şekilde 1991 yılın sonunda Özbekistan’da muhalefette olan ERK partisinin lideri Muhammed Salih’ın katıldığı bir Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirildi. Seçimin favorisi memleket yönetimini ve bütün medya kurumlarını elinde bulunduran İslam Karimov idi. Buna rağmen seçim yarışının başa baş gittiği bir gerçekti. Onun için önce muhalefet adayının oyları yüzde kırk oranlarında açıklandı. Sonradan bu oran resmi olarak yüzde 12 yakın bir rakam olarak belirtildi. Bu seçime hile karıştığında kimsenin şüphesi yoktu.

Bu günlerde Tirmiz şehir yönetiminde gerçekleşen bir toplantı hatıramda canlı duruyor. Şehir yönetimi artık kendi toplantılarına biz muhalifleri davet etmeye başlamıştı. Ben toplantıda şehir merkezindeki Lenin heykelini ortadan kaldırılmasını teklif etmiştim. Toplantı salonunda çoğunluk eski komünistlerden ibaretti. Onlar hep beraber üzerime yürüdüler ve beni âdete linç etmek istediler. Onlara göre ben bu komünist kafaların ilahına hakaret etmiştim. Polis beni bu mankurtların elinden zor kurtarmıştı. Toplantıyı yöneten şahıs beni sapıklıkta suçladı. Aradan çok zaman geçmeden yine de Lenin heykeli şehir merkezinden indirildi. Heykelsiz daha doğrusu putsuz yaşamaya alışamayan kafalar bu defa  Lenin’ın heykelinin yerine imam Tirmizi’nin heykelini diktiler. Biz doğal olarak buna da itiraz ettik. Eski komünistlerin cevabi şöyle oldu: “Siz muhalefet zaten sapıksınız. Sizler Lenini sevmediğiniz gibi kendi büyüğümüz olan imam Tirmizi’yi de sevmiyorsunuz”. O günlerde olduğu gibi bugün de bu mankurtlara İslam dininin en önemli isimlerinden biri adına heykel dikmek sapıklık olduğunu anlatmak nafiledir…

Bağımsızlıkla gelen yarı özgürlük kısa sürede sona erdi. 1993 yıldan itibaren memleketteki bütün muhalif hareketler ve onların yayınları yasaklandı. Hükümete itaat etmek istemeyenler tutuklama ya da polis dayağı ile korkutulmaya çalışıldı. Bu şekilde zamanımızın en acımasız diktatörlük rejiminin temelleri atılıyordu. Yüzlerce sene özgürlük bekleyenlere hapishane ya da hicret yolları görünmeye başlamıştı. İşte bu şartlar altında ben on sekiz sene önce “Merhaba Türkiye” demeye mecbur kalmıştım…  (Devam edecek)

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

ÜÇÜNCÜ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-3/

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (3)

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

ÜÇÜNCÜ YAZI

KOLHOZ VE SAVHOZ ESARETİNDE

YAZI ÖZETİ

Oysa 1960 yıllardan başlayarak Özbekistan bağımsızlığını ilan edene kadar istisnasız bütün Özbek halkı Sovyetlerin pamuk planını yerine getirmek için çalışmışlardır. Pamuk toplama dönemi olan sonbaharda Özbekistan’da bütün iş yerleri, okullar, üniversiteler kapatılarak milletin bütün üyeleri kızıl milis kontrolünde pamuk tarlalarında çalışmaya zorlanmıştır. Bu çalışma şartlarının faşistlerin gettolarından hiç farkı yoktu. Öyle ki bazı pamuk toplayanlara iş ücreti verilmediği gibi devletin borçları bu insanların cebinden ödenirdi. Bu şartlarda çalışanların mükâfatı ise devletin pamuk planı yerine getirildikten sonra Komünist Parti yönetiminin teşekkür mektubunu dinlemeleri idi.

Sovyetler kendi düzenlerini şu üç esasa dayandırmışlardı: Bu esaslar Ateizm, yani dinsizlik, Proleter düzeni; yani işçi ve çiftçi iktidarı ve son olarak özel mülk yerine devlet mülkünün tesisidir. İşte Aral gölünün felaketi böyle bir vahşi düzenin neticesi demek gerçeği tam olarak yansıtmaktadır. Gerçi Sovyet rejiminin Türkistan topraklarında ki tesisi Rus baskıncılarına o kadar da kolay olmamıştır. 20. Yüzyılın başlarında Türkistan bölgesinde kendilerini Cedidciler (yenilikten yana olanlar) diye tanıtan aydınlar grubu faaliyette bulunmuşlardı. Bunlar arasında imamlar,  şairler ve başka aydınlar vardı. İmam Mahmut Hoca Behbüdi, şair Çolpan Cedidcilerin en ileri gelenlerindendir. Çolpan’ın “Kişen giyme, boyun eğme ki sen de hür doğmuşsun” şiiri bu aydınların şiarı idi. Bununla beraber 1918 yılında Kokand’da Özerk Cumhuriyet ilan edilmişti. Ancak Sovyetlerin planlarında Çarlık Rusya’nın mazlum halklarına özerklik verme niyetleri yoktu. Kokand Özerk Cumhuriyeti vahşi şekilde bastırıldıktan sonra bölgede bağımsızlık için mücadele eden silahlı gruplar ortaya çıkmaya başlar. Ruslar kendi baskıcı rejimlerini gizlemek için bu milli mücadelecilere “Basmacı” adını verirler. Bu milli mücadele hareketi bütün Türkistan bölgesinde ikinci dünya savaşının başlamasına kadar devam eder. Öte yandan zorba Stalin halkı kolektif çiftliklerde toplamak için harekete geçer. Bunun için bölgede suni açlık meydana getirilir ve Türkistan halkı adete açlıktan kırılır. Sadece günümüzdeki Kazakistan hudutlarında ölenler sayısı üç milyonu aşmaktadır. Sovyetlerin en korkunç uygulaması idare ettikleri insanları Kolhoz ve Sovhoz adını verdikleri devlet çiftliklerinde köle olarak çalıştırmaktan ibaretti. Ekmeksiz ve çaresiz kalan halk Stalin’in kolhoz ve savhozlarına üye olarak canını kurtarır. Stalin bununla yetinmez. Yerli halkın dini, dili ve milli medeniyeti esasından yok edilir. Mescitler kapatılır ya da kolhozların depoları haline getirilir. Kur’an alfabesi yerine Rus alfabesi tesis edilir. Milli his ve heyecan taşıyan bütün aydınlar yok edilir.

İkinci dünya savaşında Türkistanlılar Sovyet Kızıl Ordu saflarında Hitler’in faşist askerlerine karşı savaşırlar. Ancak onlardan bir kısmı Alman ordusuna teslim olduktan sonra Türkistan ordusunu kurarak Sovyetlere karşı koyma için çabalar. Savaş sırasında zor günler geçiren Ruslar Orta Asya şehirlerine taşınmaya başlarlar. Yerli halkın misafirperverliği onları adete mest eder. Bu sebepten dolayı onlar Taşkent’e “Ekmek şehri” adını verirler. Ancak Ruslar buralara yerleşmekle beraber yerli halkı manevi yönden yok etmeyi de ihmal etmezler. Onların kendilerine has olan vurdumduymazlık, ahlaksızlık, hayâsızlık, alkol bağımlılığı gibi özelliklerini yerli insanlara aşılamaya başlarlar. Rus dili yerli halka ana dili gibi öğretilir. Neticede örneğin Kazaklar ve Kırgızların nerede ise hepsi ana dillerinde okuyamaz ve konuşamaz hale gelir.

İkinci dünya savaşından sonra başta Amerika olmak üzere batı ve doğu blokları arasında “soğuk savaş” dönemi başlar. Böyle savaş karşıt taraflar arasında silahlanma yarışına döner. Taraflar özellikle nükleer silah üretiminde birbirini geçmeye çalışırlar. Buna ABD ve SSCB arasında uzaya roket ve mekik gönderme yarışı eklenince taraflar ekonomik sıkıntıya girerler. İşte bu nedenden Sovyetler Birliği yönetimi Orta Asya’da pamuk üretimini artırma kararı alır. Pamuk üretimi örneğin Özbekistan’da altı milyon tona kadar yükseltilir. Bu ancak Aral gölünü su ile besleyen Amu Derya ve Sir Derya nehirleri üzerinde su barajları inşa etmekle mümkün olabilirdi. Neticede Aral gölü suyu şiddetli şekilde çekilmeye başlar. Böylece göl suyu oranı 1960’larda senede yaklaşık 20 cm, 1970’lerde senede 50-60 cm ve 1980’lerde senede 80-90 cm azalır. 1989’da ise Aral Gölü ikiye ayrılır: Göçük göl (kuzey) ve Büyük göl (güney).

Sovyetlerin son döneminde yaşlı liderlerin ölümü ile iktidara yeni gelenler kendilerini temize çıkartmak için Özbekistan’da “Pamuk Dosyası” adında yerli yöneticileri ve aydınları yok etme projesini ortaya atarlar. Özbekistan Komünist Partisinin o zamanlardaki başkanı, onun yardımcıları, sayısızca il, ilçe, kolhoz ve sovhozların liderleri hapse atılır. Özbeklerin hepsi rüşvet verme ve almada suçlanır. Yani Özbeklerin milli gururu kuruyan Aral gölünün dibine gömülmek istenmiştir.

Oysa 1960 yıllardan başlayarak Özbekistan bağımsızlığını ilan edene kadar istisnasız bütün Özbek halkı Sovyetlerin pamuk planını yerine getirmek için çalışmışlardır. Pamuk toplama dönemi olan sonbaharda Özbekistan’da bütün iş yerleri, okullar, üniversiteler kapatılarak milletin bütün üyeleri kızıl milis kontrolünde pamuk tarlalarında çalışmaya zorlanmıştır. Bu çalışma şartlarının faşistlerin gettolarından hiç farkı yoktu. Öyle ki bazı pamuk toplayanlara iş ücreti verilmediği gibi devletin borçları bu insanların cebinden ödenirdi. Bu şartlarda çalışanların mükâfatı ise devletin pamuk planı yerine getirildikten sonra Komünist Parti yönetiminin teşekkür mektubunu dinlemeleri idi.

Böyle manzara Sovyetler döneminde Orta Asyalı insanların ne derecede köleleştirildiğini göstermektedir. Bu zaman diliminde Türkistanlıkların dini ve milli değerleri ayaklar altına alınmış ve buranın insanları ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un dediği gibi mankurtlar haline getirilmek istenmiştir. İnsanları ilk olarak mankurtlaştıran Moğollar savaş esiri aldıkları Türkleri ülkesine götürerek belirli bir işleme tabi tutardı. Bu işlem esirlerin başına kadar toprağa gömülmesiyle başlar sonra esirin kafası kazınırdı. Bir manda veya deve derisiyle kafa çevrildikten sonra güneşe bırakılırdı. Zamanla genleşerek eriyen deri esirin beynini zedeler ve hafıza kaybına yol açardı.
Bu işlemden esirlerin çok azı sağ olarak kurtulabilirdi. Daha sonra hafızasını kaybeden Türk, Moğollarca yetiştirilir ve savaşlarda en ön safta Türklere karşı kullanılırdı.

İşte Sovyet döneminin komünist rejimi Orta Asya halklarını buna benzer bir şekilde mankurtlaştırmıştı. Bundan dolayı bölge halkı dinini, milli değerlerini yitirdiği gibi kendilerini de tanımayacak dereceye geldiler. İnsanlar Lenin ve Stalin’in putlarına taparken mutlu şekilde şarkılar söylediler. Aydın ve yazar sıfatlarını taşıyanlar Sovyet rejimi için methiyeler yazdılar. Bu eserlerinde onlar Rusya’nın kendi vatanları olduğunu iddia eder derecesinde ileri gittiler. Bölge insanları toplumda önemli yere gelebilmek için Komünist parti üyesi olmakta yarıştılar. Okullarda çocukların bu partinin gençlik kollarına kayıtları yaptırıldı.

Yetmiş yıllık komünist zülüm sadece Aral gölünü yok etmekle yetinmedi. Bu zamanda yaşayan insanların bir kısmı katliama maruz kaldığı gibi geride kalanlar manen öldürüldüler. Bu vahşi rejimin sonunda ortada suçlanacak kimse kalmadı. Rejimin düşmesi ile Sovyetlere çalışan mahalli komünist liderler bağımsızlık kahramanlarına dönüştüler…(Devam edecek)

 

BIRINCI YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi/

İKİNCİ YAZI: https://turkistanlilar.com/col-olan-gol-ya-da-aral-golunun-faciasi-2/

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI (2)

 

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

İKİNCİ YAZI

CEYHUN VE SEYHUN’UN TANIDIKLARI

YAZI ÖZETİ

Orta Asya halklarının gerçek istidadı Allah’ın (cc) Kur’an-ı Kerimi indirmesi ve peygamberler sonuncusu Hazreti Muhammed in (Sav) getirdiği İslam dininin dünyaya yayılması ile ortaya çıkar. İmam Buharı ve İmam Tirmizi gibi meşhur hadis bilginleri Maverünnehre ölçülmeyecek derecede meşhurluk getirmiştir. Maverünnehir bölgeye gelen ilk Müslümanların Orta Asya, daha doğrusu şimdiki Özbekistan hududuna verdikleri isimdir. Bilindiği gibi imam Buharı ve imam Müslim’in sahih hadisleri Peygamberimizin Hazreti Muhammed in (sav) Sünnetinin uygulanmasında en güvenilir kaynak olarak kabul görmüştür.

Orta Asya vadiler, dağlar, nehirler ve çöller ülkesidir. Dünyanın en yüksek dağlarından biri olan Tiyanşan dağı burada yer almaktadır. Karakum ve Kızılkum çölleri bölgeni kuşatmış durumdadır. İşte Seyhun (Sir Derya) ve Ceyhun (Amu Derya) nehirleri bu dağlardan başlar ve sözünü ettiğimiz çölleri yararak eski gönlerde Aral gölüne kadar uzanırlardı. Bu iki nehir onları kuşatan dağlar ve çöller gibi bölge tarihine canlı tanıklık etmektedirler.

Timur soyundan gelen Özbeklerin meşhur padişahî ve yıldız bilimcisi (astronomi) Mirza Uluğ bey aynı zamanda tarih konusunda bir âlim idi. Uluğ Bey Dört Ulus tarihi kitabında Orta Asya halklarının tarihini Nuh (as) zamanına kadar inceler. Buna göre bölge halkları Hz. Nuh’un oğullarından birinin soyundan türemiştir…

Tarihi bilgiler Orta Asya çöllerinde at koşturan üç büyük hükümdarı zikreder. Bunlar Atilla, Cengiz Han ve Timur’dir. İşte Orta Asya’nın yakın tarihi bu üç isim ve onların yaptıkları üzerinde yoğunlaşır. Bir de meşhur Çın duvarının inşası Orta Asya’da yaşayan yiğit kişilerin kimliğini tarif eden tarihi bir hüccettir. Bu insanların bahadırlığı o derecede olacak ki düşmanları onlara karşı Çin seti gibi bir duvar yapmak mecburiyetinde kalmışlardır.

Orta Asya halklarının gerçek istidadı Allah’ın (cc) Kur’an-ı Kerimi indirmesi ve peygamberler sonuncusu Hazreti Muhammed  in (Sav) getirdiği İslam dininin dünyaya yayılması ile ortaya çıkar. İmam Buharı ve İmam Tirmizi gibi meşhur hadis bilginleri Maverünnehre ölçülmeyecek derecede meşhurluk getirmiştir. Maverünnehir bölgeye gelen ilk Müslümanların Orta Asya, daha doğrusu şimdiki Özbekistan hududuna verdikleri isimdir. Bilindiği gibi imam Buharı ve imam Müslim’in sahih hadisleri Peygamberimizin Hazreti Muhammed in (sav) Sünnetinin uygulanmasında en güvenilir kaynak olarak kabul görmüştür.

Yine Maverünnehir dünya ilminin gelişmesinde büyük rol üstlenen Ebu Rayhan Biruni ve el-Harezmin’in vatanıdır. Bu âlimler Cebir ve Matemik gibi ilimlerinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu bölge İslam dininde sonradan ortaya çıkmış tasavvuf ve tarikatların da başlangıç noktasıdır. Tasavvufi düşünceleri ilk ortaya çıkaranlarda biri hadis âlimi Ebu İsa Muhammed Tirmizi’in hemşehrisi  Hakim Tirmizi’dir. Tasavvufun en meşhur isimlerinden biri Şah-ı Nakşibendî  Semerkant lıdır. Hanefi mezhebinde akide imamı olarak kabul edilen İmam Maturudi de bu şehir ehlindendir.

Ceyhun ve Seyhun ortasında dünyanın en meşhur ve kadim şehirlerinden Semerkant, Buhara, Taşkent, Hiva yer almaktadır. Bu iki nehir bunun gibi şehirlerin ve ismi zikir edilen zatların hayatına tanık olduğu gibi Orta Asya’da çeşitli zamanlarda yaşanan savaşlara da tanıklık etmişlerdir.  Burada kılıç oynatanların en meşhurları Atilla, Cengiz Han, Timur ve onun torunu Babur Şah ve Özbek hanlarından Şaybani Hanlardır.

Timur yetmiş yıllık ömründe kendi adi ile tanınan büyük bir imparatorluğu kurmayı başarmıştır. Onun devleti kuzeyde Sibirya ormanlarına, batıda Volga nehrine, güneyde Anadolu ve Mısır topraklarına kadar uzanmıştı. Timur ve Osmanlı padişahî Beyazıt arasında yaşanan Ankara savaşı Müslümanlar açısından gerçek bir trajedidir. Timur’dan sonra onun oğulları Orta Asya’da merkezleşen devleti korumayı başarmamışlardır. Timurilerin en meşhurlarından Babur Şah’ı Özbek Hanı Şeybani Han Orta Asya’nın güneyine çekinmeye zorlamıştır. Bir daha ana vatanına dönemeyen Babur Han daha sonra Hindistan’da kendi imparatorluğunu kurmaya muvaffak olmuştur.

16. Yüzyılda Orta Asya coğrafyasında birbiri ile çekişen üç beylik meydana gelmişti. Bunlar Buhara Emirliği, Hiva ve Kokandhanlıkları idi. Timuriler bölgeyi terk etmek mecburiyetinde kaldıktan sonra buraları Daşti Qipçoq topraklarından gelen Muhammed Şaybani Han ve onun varisleri yaklaşık yüz yıl yönetmişlerdir. Çöl kültürü ve adetleri ile yaşayan bu beylerin Orta Asya medeniyetine fazla katkı sağladıkları söylenemez.  17.yüz yılın başlarında Buhara’da mahalli kabilelerden Aştarhaniler kendi iktidarını kurdular. Yüz elli sene iktidarda kalan bu sülalenin de hiçbir marifeti söz konusu değildir. Yaptıkları iş küçük beylerin kendi aralarında kavgaları idi. Bunun delili Aştarhani hanlarından ikisinin tahttan indirilmesi ve dördünün ise suikasta kurban gitmesidir. Bir müddet İranlılar baskınına maruz kalan Buhara’da 1747 yılında Mangit kabilesinden Muhammed Rahim kendi hâkimiyetini ilan etti. Buhara bu şekilde 1920 senesine kadar sürecek olan Emirliğe kavuştu.

Hiva   hanlığı 16. Yüzyılda Orta Asya’nın güney batı topraklarında ortaya çıkmıştır. Harezm’ın yani sıra Kuzey Horasan ve Karakum Çölü‘ndeki Türkmen kabilelerinin yaşadıkları bölgeleri de sınırları içine katmıştır. 17. yüzyıl başlarında merkezi yönetimin otoritesinin zayıflaması hanlığı bağımsız beyliklerden oluşan bir yapıya dönüştürmüş ve bu dönemde özellikle kuzeydeki sulanabilir tarım arazileri terk edilmiş, şehir kültürü ortadan kalkmaya yüz tutmuştur. Bu dönemdeki ekonomik zayıflık sonucu olarak hanlığın kendi parası olmamış ve 18. yüzyıl sonlarına dek Buhara Hanlığı paraları kullanılmıştır.

Kokand hanlığı 1740 – 1876 yılları arasında varlığını sürdürmüş olan Özbek devletidir. Buhara Hanlığı (Buhara Emirliği) ve Hive Hanlığı ile birlikte “Özbek Hanlıkları” olarak anılmıştır.
Hanlık 19. yüzyıl‘ın ikinci yarısında yine komşu bir Türk Devleti olan Buhara Hanlığı ile yaşanan çatışmaların da etkisi ile iyice zayıfladı. Sadece Taşkent şehri 1840-1865 arasında iki hanlık arasında yedi kez el değiştirdi. Bu zayıflıktan ötürü diğer hanlıklar gibi Kokand Hanlığı da 1860’ların başından itibaren Orta Asya Türk hanlıklarının üzerine askeri harekât düzenleyen Rusya‘nın karşısında duramadı.

24 Ekim 1862’de ilk olarak Kırgızistan‘ın bugünkü başkenti Bişkek eski adı Pişpek (eskiden kucuk yerleşim birimi) düştü. 15 Haziran 1864’te Yesi, 19 Haziran’da da Evliya-Ata şehri Rus işgaline girdi. 7 Mayıs 1865’te Taşkent yakınlarındaki meydan savaşında Alem Kul komutasındaki Kokand ordusu Rus ordusu karşısında dağıldı. Bunun üzerine General Çernayev komutasındaki Rus ordusu 16 Mayıs 1865’te Taşkent’e savaşsız girdi. Taşkent’in kaybıyla Hanlığın direnci iyice kırıldı. Buhara Hanlığı’nın ise Taşkent’in işgalinden sonra Rusya’ya karşı Kokand Hanlığı ile ittifak yapması beklenirken, Buhara Hanı 14 Temmuz 1865’te Kokand’ı işgal ile Kokand Hanı Seyid Muhammed’i esir etti. Bir yıl sonra 1 Haziran 1866’da Hocend şehri Rusların eline geçti.

17 Temmuz 1867’de Rus Çarı “Türkistan Genel Valiliği”nin kurulmasına ilişkin “ukaz”ı (emri) imzaladı ve bu makama Alman asıllı General Konstantin von Kaufmann getirildi. Bu şahıs, Orta Asya Türk hanlıklarına savaş açmak, barış yapmak ve dış ilişkileri yürütmek yetkileriyle donatıldı. Mayıs 1868’de bir fiil Kokand kenti askeri harekâtını sürdüren Rus işgaline girerken 2.500 Kokand askeri de hayatını kaybetti. Hanlık, böylece 1868‘de Rus himayesine girerek kukla devlet haline geldi. Halk kontrolü geri almak için isyan başlattı lakin Rus ordusu 22 Eylül 1875’te Nemengan’a girdi ve isyanı bastırmaya çalıştı. Kokand bir ara tekrar Türk birliklerinin eline geçtiyse de, von Kaufmann’ın atadığı Albay Skobolev 28 Şubat 1876’da Kokand’ı kesin olarak işgal etti ve direnişçi Türk komutan Polat Bey idam edildi. 28 Şubat 1876‘da tamamen Rusya’ya ilhak olundu ve 1876-1885 yılları arasında hanedan üyelerinin de yakalananları Ruslar tarafından idam edildi.1915 yılında Kokand Hanlığı’nı yeniden kurabilmek amacıyla bir isyan başladı ve 1916’da isyan tüm Fergana’ya sıçradı. 1917’deki Rus Devrimi‘nden sonra, 9 Aralık 1917-20 Şubat 1918 arasında üç ay süren Kokand Cumhuriyetikezâ Ruslar tarafından ortadan kaldırıldı. Hanlık toprakları üzerinde, Sovyet Devrimi sonrasında 27 Ekim 1924‘te Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur.

19.Yüzyılın başlarında dünyayı dolaşan ünlü Müslüman seyyah Abdürreşit İbrahim Türkistan şehirlerine de gelir. İslam şehri Buhara’da gördüklerinden şaşıran bu zat şöyle der: Buradaki medreselerde talebeler yirmi sene ders görmektedir. Hayret ki bu yıllar devamında iki kelime Arapça öğrenemeyen talebeler vardır… (Devam edecek )

Devami

ÇÖL OLAN GÖL YA DA ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

Size bir gölün, daha doğrusu eski bir gölün öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Allah’ın (cc) var ettiği ve insanların yok ettiği bir göl öyküsüdür bu. Sözünü ettiğim Aral gölüdür. Orta Asya topraklarının ziyneti olan Aral gölü bugün tamamen öldü ve onun katilleri kendilerinde insanlıklarını öldürenlerdir. Başta size göl hakkında genel bilgiler sunacağım. Sonra sizleri Aral gölünün su damarı olan Seyhun ve Ceyhun, yani Sir Derya ve Amu Derya kıyılarına götüreceğim.

ÇÖL OLAN GÖL

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

BİRİNCİ YAZI

YAZAR HAKKINDA

Meşhur hadis âlimi İmam Tirmizi’nin hemşerisi olan yazar 1957 yılında doğdu. Sovyet döneminde ismi Namaz Normuminoviç Mamatkulov olan yazarımız Rusların baba ve soy adlara taktıkları “iç” ve “ov” eklerini atarak ismini Namaz Normumin oğlu Abdurrahman Muhammed olarak değiştirdi. Taşkent Tıp fakültesini bitirdikten sonra 13 sene cerrah olarak çalıştı. Sovyetlerin dağılma döneminde siyasi hayata başladı. “ERK” partisinin il başkanı ve MYK üyesi olarak memleketinin bağımsızlık mücadelesine katıldı. 1993 yılda Türkiye’ye gelen yazar burada siyasi faaliyetlerini sürdürmekle beraber İslam kaynaklarından kendi diline çeviriler yaptı. Şu anda Norveç’te istikamet eden yazarın “İmanın Şubeleri” isimli bir kitabi Türkçe olarak yayınlanmıştır. Üç çocuk babası olan yazar Özbek ve Anadolu Türkçesinin yanında Rus, Norveç dillerinde ve orta derecede Arapça ve İngilizce konuşmaktadır.

YAZARIN ÖNSÖZÜ

Size bir gölün, daha doğrusu eski bir gölün öyküsünü anlatmaya çalışacağım. Allah’ın (cc) var ettiği ve insanların yok ettiği bir göl öyküsüdür bu. Sözünü ettiğim Aral gölüdür. Orta Asya topraklarının ziyneti olan Aral gölü bugün tamamen öldü ve onun katilleri kendilerinde insanlıklarını öldürenlerdir. Başta size göl hakkında genel bilgiler sunacağım. Sonra sizleri Aral gölünün su damarı olan Seyhun ve Ceyhun, yani Sir Derya ve Amu Derya kıyılarına götüreceğim. Burası tarihte Maverünnehir ya da Türkistan diye yâd edilen bölgedir. Yine size Türkistan mahalli beylerinin kısa öyküsünü anlatacağım. Çünkü İslam toprakları olan Maverünnehir işte bu beyinsiz beylerin yüzünden Ruslara esir düşmüştür. Aral gölünü öldüren Sovyetlerin Orta Asya’da uyguladıkları zülüm politikasından bahis edeceğim. Bir de Orta Asya Cumhuriyetlerinin bugün uyguladıkları politikaları ve Rusya’nın kendi içinde ve bölgedeki çıkmazlarından bahis edeceğim. Bu şekilde Aral gölü faciası örneğinde insanoğlunun kendisine ve çevresine ne kadar zülüm edebileceğini öğrenmiş olacağız.

Başarı Allah’tandır.

 

ARAL GÖLÜNÜN FACİASI

BİRİNCİ YAZI

ARAL GÖLÜ HAKKINDA TARİHİ VE COĞRAFİ BİLGİLER

Batı Türkistan’da Özbekistan ile Kazakistan arasında bulunan Aral gölü Asya’nın ikinci, dünyanın dördüncü büyük gölü idi. Gölün suyu çekilmeden önceki yüzölçümü 64.500 kilometrekare ile 68.700 kilometrekare arasında idi. Büyüklük sırasına göre; Hazar Denizi, Superior (Kuzey Amerika), Viktorya (Afrika) göllerinden sonra gelirdi.

Jeolojik “Diluvyal devirde” Aral Gölünün yüzeyi daha yüksekte olup güney tarafından Hazar Denizi (gölü) ile bağlantısı vardı. Karakum,Kızılkum ve Üstyurt çölleriyle çevrilidir. Gölün bulunduğu bölgede yazları çok sıcak geçen kurak bir iklim hüküm sürer. Akarsuların göle su taşımalarına rağmen buharlaşma, gelen sudan daha fazladır. Bu bakımdan göl gittikçe küçüldü.
Su ile dolu dönemlerde en derin yeri 68 metre idi. Geri kalan kısmının derinliği 20 metreyi geçmez. Gölün denizden yüksekliği 48, Hazar denizinden yüksekliği 78 metredir. Genişliği 228 ve uzunluğu 420 kilometre idi. Tuzluluk derecesi düşüktür (% 0,0103).

Gölün batı kıyıları dik, doğu ve güney kıyıları düz ve yassı, kuzey kıyıları girintili çıkıntılıdır. Aral Gölüne Amu Derya (Ceyhun) ve Sir Derya (Seyhun) nehirleri dökülür. Ayrıca etrafındaki yüksek dağların su kaynakları ile beslenir. Etrafı çöl olduğundan göl kenarında şehir yoktur. Göle Taşkent-Orenburg demiryolu yakındır.
Aral Gölünde irili ufaklı pek çok ada ve adacıklar vardır. Eski günlerinde gölde bol miktarda balık bulunurdu. Bilhassa sazan balığı bakımından çok zengin idi. “Hazar’ı Aral’a Birleştirme Projesi” üzerinde çalışılmaktadır. Bu projeye göre, Obi ırmağının suları Aral’a akıtılarak, Aral Gölü ile Hazar Denizi bir kanalla birleştirilmek istenmektedir.
Aral Gölü etrafında nüfus yoğunluğu azdır. Bunlar da Aral gölünde balıkçılıkla uğraşanlardır. Amu Derya ve Sir Derya nehirleri aşırı derecede alüvyon taşıdıklarından göl dolmakta ve küçülmektedir. Karadeniz, Hazar Denizi ve Aral Gölü birbirine yakın ve aynı çizgi üzerindedirler. Aral Gölü çevresi beş bin senelik bir devrede Türkler için mühim bir yerleşim merkezi olmuştur.

Aral Gölü’nde çağımızın en büyük çevre felaketi yaşanmaktadır. Amu Derya ve Sir Derya

1960’lı yıllardan beri gölü yeterince besleyememektedir. Sıcakların da etkisiyle kuruyan gölalanı %80 oranında küçülmüştür. Göl suları150 km içeri çekilmiş durumdadır.

Gölün küçülmesiyle birlikte suyunun tuz oranı artması da ilerlemektedir. Bu tuzlanmadan dolayı birçok  balık türlerinin nesli tükenmiştir.

Dünyanın en büyük dördüncü gölü olarak bilinen Orta Asya’daki Aral gölü, son 50 yılda kuruyarak yüzde 90 oranında küçüldü.

Özbekistan ile Kazakistan sınırındaki Aral gölü, Sovyetlerin bölgedeki pamuk üretimini artırmak için gölü besleyen nehirlerin yönünü değiştirmesi üzerine 1960’lardan beri kurumaya başladı.
Sovyetler Birliği’nin devasa pamuk tarlaları oluşturma planı çerçevesinde, 1940’larda sulama kanalları inşa edilmeye başlandı ve 1960’lara gelindiğinde yılda gölden 60 kilometreküp su çekiliyordu. 1997 yılına gelindiğinde ise göl orijinal büyüklüğünün yüzde 10’u kadar kaldı, ikiye bölündü.
Gölün küçülmesi balıkçılığa darbe vururken, suların çekilmesiyle dipte kalan tuzlu kum tabakaları rüzgâr estiğinde İskandinavya veJaponya‘ya kadar uçuşuyor, yerel halkın sağlığını tehdit ediyor.
Kurumuş göl yatağı şimdi paslanmış eski balıkçı teknelerinin mezarlığına dönmüş durumda ve çocukların oyun sahası haline geldi. Gölün kuruması pahasına yetiştirilen pamuk, şu anda eski Sovyet cumhuriyetlerinin büyük bölümünün ana gelir kaynaklarından birini oluşturuyor

1960’lı yıllardan beri göl yeterince beslenememektedir. Sıcaklarında etkisiyle kuruyan göl alanı %80 oranında küçülmüştür. Göl suları150 km içeri çekilmiş durumdadır. Böylece 20 ile 60 km3 tatlı su başka tarafa yönlendirilir ve gölün su seviyesi: 1960’larda senede yaklaşık 20 cm , 1970’lerde senede 50-60 cm ve 1980’lerde senede 80-90 cm azalır. 1989’da ise Aral Gölü ikiye ayrılır: Göçük göl(kuzey) ve Büyük göl (güney). 1960’ta yüzölçümü 68.000 km2 Gölün küçülmesiyle birlikte suyunun tuz oranı artması da ilerlemektedir. Bu tuzlanmadan dolayı birçok balık türlerinin nesli tükenmiştir.

Sovyetler Birliği döneminde 1960’lı yılların başında, ekonomistler Özbekistan ve Kazakistan‘daki pamuk ekiminin yoğunlaştırılması kararını alırlar. Arazileri sulamak için, Aral Gölü’nü besleyen Ceyhun ve Seyhun nehir suları başka tarafa yönlendirilir. Bir sonraki yazımızda işte bu iki nehrin tanıklık ettiklerinden söz ederiz…

(Aral gölü ile ilgili bu bilgiler medyada yayınlanan kaynaklardan alıntıdır.)

Devami